DÜNDEN YARINA KIBRIS VAKASI-1

upa-admin 22 Nisan 2012 4.491 Okunma 0
DÜNDEN YARINA KIBRIS VAKASI-1

Cumhuriyet dönemi siyasal hayatımızın kuşkusuz en önemli ve uluslararası sistemin dışına çıkma riski ile yoğrulmuş kararlarından birisini aldıran Kıbrıs sorunu, esasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkiye Cumhuriyeti’ne devrettiği, sahip çıkılması elzem ve bir o kadar da zor bir meseledir. Yüzyıllardan bu yana kendi iç dinamikleri ile köklü çözümü bir türlü sağlayamayan ada, uluslararası sistemin de çözümünde en çok zorlandığı meselelerden birisi durumundadır. Peki, Kıbrıs neden çözümü bu kadar zor meselelere gebedir? Neden nihai bir barış metni üzerinde taraflar uzlaşı sağlayamamaktadırlar?

Kıbrıs sorununun kısır bir döngü halini almasında pek çok sebepten bahsedilebilir olsa da, esasen verilecek iki çarpıcı örnek konuyu idrak etmek açısından büyük bir öneme haizdir. İlk örneğimiz Kıbrıs’ın ortak değerler çatısı altında buluşan bir millete sahip olmaması üzerinedir. Adadaki iki büyük toplum olan Türkler ve Rumlar yaklaşık 300 yıl bir arada yaşamış olsalar da, istenilen oranda kaynaşamamışlardır. Bunun en büyük göstergesi ise takvimler 1974’ü gösterirken adada Türk-Rum evliliğiyle oluşan aile sayısının 5’i geçmemesidir.[1] İkinci dikkat çekici veri ise adanın sıklıkla dillendirilen stratejik önemi üzerinedir. Kuzeyinde 65 km mesafe ile Türkiye, kuzeybatısında 965 km mesafe ile Yunanistan yer alırken, doğusunda ise sadece 267 km ile İsrail yer alan Kıbrıs, Akdeniz’in Sicilya ve Sardinya’dan sonra en büyük üçüncü adası konumundadır. Tüm bu veriler doğrultusunda ada “batmayan uçak gemisi” benzetmesi ile literatüre girmiştir.

1571 yılında Osmanlı idaresinin yoğun ve kanlı bir süreçten sonra adaya hâkim olmasıyla birlikte Kıbrıs bir daha Türklerden kopmamak üzere yeni siyasi yapısına kavuşmuştur. Adada yönetimin ele geçirilmesinin hemen ardından 1571 yılında yapılan ilk nüfus sayımına müteakip demografik yapının 150.000 kişilik bir topluluktan oluştuğu ve asker sayısının 30.000 dolayında olduğu tespit edilmiştir.[2] Kısa süre içerisinde ise özellikle Konya-Karaman bölgesinden yapılan göçler ile demografik yapının Osmanlı lehinde şekillendirilmesi için yoğun bir çalışma başlatılmıştır. Kıbrıs’ın fethedildiği tarihte adada çok az sayıda Ortodoks Rum nüfusu bulunmaktadır. Keza Venedik idaresi Katolik esaslara yüksek derecede önem gösterdiğinden Ortodoks Kilisesi’ne yaşam hakkı tanımamıştır. Zamanla Osmanlı yönetimi Ortodoks nüfusa serbestçe kilise kurma ve rahat yaşama hakkı tanıdıkça Katolik Kilisesi önemini kaybetmeye başlamış ve yeni bir siyasi gücün temelleri bu şekilde atılmıştır. Adada Çil Osman Ağa olayını düşünmezsek uzun yıllar etnik bir problemin yaşanmadığını söylemek mümkündür. Takvimler 1821 yılını gösterdiğinde ise Yunan isyanı ile boğuşan Osmanlı Devleti hiç umulmadık bir biçimde Kıbrıs’tan gelen hareketlenme haberleri ile sarsılmıştır. O güne kadar etnik unsurlar arasında bir kaynaşma ve “millet” olma süreci yaşanmadığı bilinse de, asla ciddi bir kargaşa yaşanmayan adadan çelişkili haberler gelmeye başlamıştır. Osmanlı Sultanı II. Mahmut’a gelen istihbarat verileri bir araya getirildiğinde, Kıbrıslı Arhimandrit Theofilos Theseus’un Yunanistan’dan bindiği bir ticaret gemisi ile gizlice Larnaka limanına çıkmak suretiyle Rumları isyana teşvik çalışmalarına koyulduğu anlaşılmıştır. Daha sonra Dimitrios isimli bir Rum’un ihbarı sonucu Başpiskoposun da kışkırtmaların faaliyetlerinin içinde bulunduğu ve Lefkoşa’da top atışı ile isyanın başlatılıp Türklerin katledileceği ortaya çıkmıştır. Yunanistan’dan gelen 132 kişilik Rum ekibinin ciddi maddi kaynak ve silah donanımı ile adaya yönlendirildiğinin anlaşılması da uzun zaman almamıştır. Vali Küçük Mehmet Paşa gelişmeler doğrultusunda isyan girişimine derhal el koyarak kiliselere baskınlar düzenlemiş ve silah mühimmatlarını gizleyerek isyana alenen ortak olduğu anlaşılan 14 papazı idam ettirmiştir.[3] İsyanın ana hatlarıyla durdurulmasının ardından sürgüne gönderilen Rum liderler ile kaçak isyancılar Roma’da bir araya gelerek, Rum papazların önderliğinde bir bildiri yayınlamışlardır. Bildiride Rum isyancıları tüm Hristiyan Krallarına seslenerek Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için destek istemişlerdir. Bu bildiri tarihe ilk “Enosis” metni olarak geçmiştir.[4]

İlerleyen yıllar ise ada, kaderi üzerinde etkili olacak yeni ve sancılı olaylara gebe olmuştur. 93 Harbi olarak tarihteki yerini almış bulunan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın hemen ardından İngiliz diplomasisi “Yeni Dönem Akdeniz Stratejisi” üzerinden harekete geçerek kendileri açısından orjinal bir proje ile Osmanlı Hariciyesi’nin kapısını çalmıştır. Teklife göre Osmanlı Devleti Kıbrıs’ı hukuken kendisine bağlı olarak tutacak, fiiliyatta ise geçici bir süre için İngiltere’ye devredecektir. İngiltere bu teklif karşılığında bir miktar kira ödemenin yanı sıra Berlin Antlaşması’nda Osmanlı’yı destekleyeceğini ve Kars ve Artvin’in Osmanlı’ya geri verilmesinin hemen akabinde Kıbrıs’ı devredeceğini vaat etmiştir. Ayrıca teklife göre Kıbrıs’ın vergi gelirleri de Osmanlı hazinesi ile organik bağını koruyacaktır. Anlaşmayı imzalayan Hariciye Nazırı Saffet Paşa, öncesinde İngiliz Büyükelçisi Lord Derby’e “Kıbrıs’ın emanet olarak İngiltere’ye  terki anlaşmasını” imzaladıklarını ifade etmiş olsa da, olayların gelişimi, tarihin akışı doğrultusunda içinde çıkılması zor bir mesele haline dönüşmüş ve sanılandan çok daha problematik bir süreci başlatmıştır.[5] Britanyalı birliklerin Lefkoşa’ya Girne kapısından girerek Değirmen Burcu’na ilk bayrağı çekmelerinin ardından adada artık hiçbir şey eskisi olmamış, eskisi gibi vuku bulmamıştır.

1914 yılında 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar İngiliz Komiserlerce idare edilen ada, savaştan itibaren İngiliz Valilere emanet edilmiştir. İlerleyen yıllarda Türk Kurtuluş Savaşı’nın başarı ile sonuçlanmasına müteakip Lozan görüşmelerinde sıklıkla kaderi tartışılmaya açılan Kıbrıs meselesi, bu antlaşmada Türk Devleti’nin istediği bir pozisyona getirilememiştir. Lozan Antlaşması’nın 20. maddesinde “Türkiye, Britanya Hükümeti tarafından Kıbrıs’ın 5 Kasım 1914’te ilan olunan ilhakını tanıdığını beyan eder” diye yazılmasıyla Türkiye uzun yıllar gelişmeleri seyirci konumunda izlemek durumuna itilmiştir.[6] Lozan Antlaşması’nın ilgili maddesi Türk kamuoyunda sıklıkla tartışmalara yol açmış olsa da, dönemin olağanüstü harp şartlarına haiz yıllar olduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır.

Ahmet CEYLAN

ALINTILAR

[1] Dr. Ozan Örmeci’nin “Diplomasi Tarihi” ders notlarından faydalanılmıştır.

[2] Halil Fikret Alasya, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”, sf. 2, Türk  Kültürünü Araştırma Enstitüsü (1987)

[3] http://www.kibris1974.com/osmanli-idaresindeki-kibris-isyanlari t1441.html?s=6de2b303c7d277a255b730b61eb9e5a3&.

[4] Dr. Ozan Örmeci’nin “Diplomasi Tarihi” ders notlarından faydalanılmıştır.

[5] http://www.geocities.ws/sinamiorhanupto/maksinkibris.htm.

[6] http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/2010/01/06/lozanda_verdik_londrazurihte_garantor_olduk.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.