UPA: Sayın Karlova öncelikle bu mülakat isteğimizi kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ediyoruz. Okuyucularımız için öncelikle kendinizi tanıtabilir ve de özellikle Çin’deki faaliyetleriniz hakkında bizlere bilgi verebilir misiniz?
Rıfat Karlova: Rica ederim. Açıkçası televizyon programlarım yüzünden uzun zamandır siyaset ile ilgilenemiyordum. Sizin röportaj teklifiniz güzel bir vesile oldu ve hem sizinle tanıştık, hem de siyaset ile ilgili olan paylaşımlarıma da bir nevi geri dönmüş oldum. Kısaca kendimi tanıtayım. 1980 İzmit doğumluyum, aslen Tekirdağ’ın Hayrabolu ilçesindenim. Türkiye’de Mersin Üniversitesi Anamur Meslek Yüksek Okulunda Almanca Turizm Otelcilik ve Ankara Üniversitesi DTCF’de Sinoloji (Çince) bölümlerini tamamladım. Bu esnada Güney sahillerimizde uzun zaman rehberlik yaptım. 2006 senesinde Tayvan bursu ile Uzakdoğu maceram başladı. Tayvan’da Tayvan Ulusal Normal Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi bölümünde (Çin Siyaseti ve Ülke Kalkınması) yüksek lisansımı bitirdim. Aynı okulda Eğitim bölümünde halen doktoramı yapmaktayım. Okuyucularımıza ilginç gelebilir ama uzun bir zamandır Tayvan’da eğlence sektöründe çalışıyorum ve televizyonda çeşitli programları sunmaya devam ediyorum. Tüm bunların yanında geçtiğimiz sene “Çin Modern Tarihinde Yolculuk: Bir Süper Gücün Yakın Geçmişi” adındaki ilk kitabımı yayınladım.
Rıfat Karlova
UPA: Geçmişten günümüze doğru Çin’i incelediğimiz zaman, Çin’in ekonomik ve siyasal olarak bir hayli yol kat ettiğini görüyoruz. Ekonomik veriler şu an Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi olduğunu ve yakın bir zamanda dünyanın en büyük ekonomisi olacağını gösteriyor. Sizden Çin’in dünya siyasetindeki yeri ve hızlı yükselişi ile ilgili genel bir yorum yapmanızı istesek neler söylersiniz?
Rıfat Karlova: Çin 1980’li yılların başından bu yana gerçek anlamda örnek bir kalkınma modelini uygulayarak inanılmaz bir büyüme gösterdi. Çin’i Batı’ya açan lider Deng Xiaoping’in “Zengin olmak güzeldir” sözüyle başlayan atılımlar zinciri 30 yıldır neredeyse hiç hız kesmeden devam etti. Mao döneminde fakirlikten kırılan birçok Çinli, geçtiğimiz 30 sene içerisinde sınıf atlamayı başardı. Aynı şekilde, birçok Çinli bu zaman diliminde büyük bir servet elde etti. Kültür Devrimi’nin şoku her ne kadar Çin ulusunun üzerinden daha kalkmış olmasa da, Çinliler gerçekten zengin olmayı sevdi ve bunun için çalışmaya kendini adadı. Çin’in Doğu kesimindeki şehirler gelişti ve bu gelişmeyle beraber Çin’in üretimi de büyük bir güç kazandı. Milyonluk şehirler ortaya çıktı, büyük bir göç dalgası Çin’in Doğu şehirlerine yayıldı. Ekonomisini çift rakamlarla büyüten Çin zamanla siyasi ağırlığını da önce bölgesinde, daha sonra da yavaş yavaş dünya genelinde hissettirmeye başladı. Ekonomik atılımların ardından Batılı firmalar bu dev ülkenin ucuz iş gücünden yararlanmak için bir bir Çin’in yolunu tutmaya başladılar. Tek parti ile yönetilen ve sıkı bir rejime sahip olan Çin için birçok Batılı medya kuruluşu ikinci Sovyetler gibi çöküş tahminlerinde bulunsa da, Çin herkesi şaşırtarak ve basamakları birer birer atlayarak ekonomisini Amerika’nın hemen ardından ikinci sıraya yazdırdı. Bu süre zarfında kendi kurallarını Batı’ya kabul ettiren ve gerekirse şiddetten bile kaçınmayan Çin Komünist Partisi de kendi gücünü katladı. Yeni nesil liderler Çin’i dünyaya açmak için eskisinden daha esnek ve modern projelerin altına imza atma başarısını gösterdiler. Tüm bunların yanında, uzay teknolojisi, alt yapı, silah teknolojisi, sanayi üretimi gibi alanlarda da yatırımlarını arttıran Çin, 2012 senesinde artık hem Batı, hem de Doğu’daki ülkelerle yakın ilişkileri bulunan, yurtdışında milyarlarca dolarlık yatırımları bulunan dev bir güce dönüştü. Bu güç, özellikle son 10 sene içerisinde ismini daha fazla duyurmaya ve dünya gündemini daha çok meşgul etmeye başladığını zaten artık hepimiz biliyoruz.
UPA: Çin günümüzde, dünyanın farklı coğrafyalarındaki birçok ülke ile ekonomik ve diplomatik ilişkilerini geliştiriyor. Türkiye de son zamanlarda kendi bölgesinde aktif bir politika izlemekte ve bölgesel liderliğe soyunmaktadır. Bu bilgiler ışığında siz Türkiye-Çin ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rıfat Karlova: Türkiye’nin Çin ile ilişkileri ne yazık ki uzun bir zamandır yavaş bir gelişim göstermekteydi. İki ülke arasındaki ilişkiler ancak son birkaç sene içerisinde ivme kazandı. Bunun öncesinde açıkçası elle tutulur bir iletişimin olduğunu söyleyemeyeceğim. Türkiye nedense enerjisini çok fazla Batı’da harcarken Doğu’yu ihmal etti diye düşünüyorum. Oysa ki bu zaman dilimi içerisinde Batılı ülkeler Çin pazarına girdiler ve çok büyük kazançlar elde etmeye başladılar. Türkiye kendi sorunları ile ilgilenmekten ve Ortadoğu gibi patlamaya hazır bir bombanın yani başında bulunmaktan kafasını kaldırıp biraz uzak coğrafyaları gözlemleyemedi. Geçtiğimiz haftalarda Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın yapmış olduğu ziyaret bence kırılma noktası olacak kadar önemli; yeter ki yapılan görüşmelerin devamı getirilsin. Çinlilerin ve Çin’in Türkiye’ye ilgilerinin olduğunu biliyorum. Türkiye, Çin’e müthiş bir lojistik köprü desteği sağlayabilir. Çin de dev pazarında Türk firmalara yer açarak ihracatımızın önemli derecede artmasına destek olabilir. Çin’in dünyaya olan açılımı Türk pazarına da yansımalı, Türkiye ise Çin gibi bir gücün desteğini her zaman yanında koz olarak bulundurmalı. Özellikle AB ve ABD’nin sorunlu olduğu bu dönemde Çin ile ilişkileri geliştirmemiz için çok önemli birkaç yılımızın olduğunu düşünüyorum.
UPA: Aslına bakarsanız Türkiye’de Çin’in imajı pek de iyi değil. Özellikle Doğu Türkistan’da yaşanan elim olaylar gerek Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, gerekse Türk halkı tarafından şiddetle kınanıyor. Buna ek olarak Türk pazarında dolaşan kalitesiz Çin ürünleri de Çin’in imajını bir hayli zedeliyor. Bu olgular ışığında Türk-Çin ilişkilerini geliştirmek için neler yapılabilir?
Rıfat Karlova: Türklerin Çin ile ilişkileri binlerce yıl öncesine dayanıyor. Tarihimiz bile Çin kaynaklarının sayesinde gün ışığına çıkıyor. Orta Asya’da birçok devlet kuran Türklerin sık sık Çinlilerle savaştığı zaten biliniyor. Bunun yanında Uygur Türklerinin Çin’de özerklik sahibi olması ve zaman zaman gerilimlerin artması da iki ülke ilişkilerini zaman zaman kritik derecede etkiliyor. Çin Komünist Partisi ülke içerisinde çıkan her türlü ayaklanmayı çok sert bastırıyor, çoğu zaman da orantısız güç kullanıyor. Yıllardır gelen bir Komünist Çin soğukluğu zaten Türk halkının kafasında yer ettiği için, Çin’de yaşanan her türlü olay Türkiye’de tepkiyle karşılanıyor. Birçok Batı ülkesinde de Çin’e karşı aynı derecede bir soğukluk var. Bu hem kültürün bizlere uzak olması, hem de Çin’i tam okuyamamamız yüzünden ortaya çıkıyor. 1,4 milyarlık bir ülkede yaşanan çok sayıda olumsuz olayın ve bu olayların Batı medyasının gözünden yansıtılması bunda çok etkili oluyor. Batı medyasından beslenen Türkiye, Çin’i onların gözünden tanıdığı için olumlu bir izlenimin oluşmasına pek zemin bulunmuyor. Sözünü etmiş olduğunuz kalitesiz ürünlerin de bunda payı var ama burada atlanan bir konu var. Bu ürünleri Türk pazarına bizim işadamlarımız sokuyor. Birçok Türk işadamı mallarını ucuza ve karlı satabilmek için Çin’den sürekli ucuz ve kalitesiz ürün alıyor. Bunun sonucunda doğal olarak kalite düşüyor. Halbuki Çin’de çok kaliteli üretim de yapılıyor. Yeter ki siz almak isteyin. Bence yapılması gereken büyük çaplı tanıtımlar gerekiyor. İki ülke arasında geliş gidişi sıklaştırmak lazım, Çin medyası Türkiye’ye davet edilebilir. Tv kanallarımızda Çin konulu programlar yapılabilir. Spor takımlarımız ortak maçlar ile milyonları eğlendirebilirler. Bunun yanında sanat ve kültür alanında da çok sayıda paylaşım da yapılabilir. İki taraf da daha atik ve istekli olduğu anda çok güzel çalışmalar ortaya çıkar diye düşünüyorum.
UPA: Çin Türkiye’de çok iyi tanınmıyor. Bunu sade vatandaşlar ve yatırım yapmayı düşünen işadamları için söylüyorum. Ben bu açıdan sizi iki ülke içinde büyük bir şans olarak görüyorum. Çin’de sosyal yaşam nasıldır? Çin’in kültürel özellikleri nelerdir? Kısaca bize Çin’i anlatır mısınız?
Rıfat Karlova: 2012 Türkiye’de Çin yılı ama kimsenin haberi yok. Ne yazık ki Çin’i daha yakından tanımak için güzel bir fırsatımız var ama bunu da etkili kullanamıyoruz. Son zamanlarda Çin’deki Türk işadamı varlığının arttığını söyleyebilirim. Büyük firmalarımızdan bazılarının Çin’de ciddi yatırımları bulunuyor. Bunun yanında bireysel çabalarla Çin’de Türk bakkalları, dönercileri ve hatta berberleri bile açılıyor. Çin’de bulunan Türkler birbirleri ile internet üzerinden haberleşiyorlar. İçlerinde ciddi anlamda büyük işler yapanlar da var. Henüz bir markalaşma durumumuz pek söz konusu değil ama Türk varlığı Çin’de artıyor. Ben Tayvan adasında yaşadığım için tüm Çin hakkında çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü Türkiye’nin 10 katı büyüklüğünde bir coğrafyadan bahsediyoruz. Çinliler bile coğrafyalarını Kıta Çin, Hong Kong, Makao ve Tayvan diye ayırıyorlar. Her bölgenin kendine göre bir yönetimi var. Tayvan ise kendi içinde bağımsız ve Çin ile arasında siyasi sorunları bulunuyor. Bu yüzden iki taraf zaman zaman karşı karşıya gelebiliyor. Sosyal yaşam olarak Çinlilerin sakin insanlar olduklarını söyleyebilirim. Özellikle Tayvan’da herkes kendi halinde, kimse kimseye karışmıyor. Birbirine sataşan ve kavga eden kişileri bile neredeyse Tayvan’da göremiyoruz. Tüm Çin genelinde özellikle genç nesil Batı’ya meraklı ama üzerlerinde bir çekingenlik var. Bir Batılı ile konuşurken biz Türkler kadar rahat olamıyorlar. Özellikle Çin dışında okuyan Çinliler sürekli birbirleri ile rekabet halindeler. Batı’ya ve Batılılara karşı bir özentileri var. İnternet kullanımı oldukça yoğun, medya Kıta Çin’de rahat hareket edemiyor ve sansür var. Tayvan ve Hong Kong ise daha rahat. Özellikle Tayvan adası ve Hong Kong müthiş güvenlikli yerler. Kıta Çin ise iç kesimlerden göç aldığı için ne yazık ki hem gelir hem de kültür çatışması yaşıyor. Çinliler bireysel olarak Türkler kadar hareketli ve pratik zekalı değiller ama verilen görevlerini iyi yaptıklarını düşünüyorum. İşadamlarımızdan Çinlilerin çok zeki ve pazarlıkçı olduklarını duyuyorum. Bu kültür içerisinde hiç yaşamamış birisi için Çin’de ilk zamanlar oldukça zor geçiyor ama alıştıktan sonra Çinlileri sevebilirsiniz diye düşünüyorum.
UPA: Çin’in ekonomik alanda sergilediği çevikliği siyaset arenasında aynı oranda göremiyoruz. Çin bir anlamda “bekle-gör” politikası izliyor ve en büyük güç yani ABD ne yönde karar alırsa ona göre rotasını çiziyor. Çin’in büyük bir ekonomik güç olmasına rağmen ilk adımı atamamasını neye bağlıyorsunuz?
Rıfat Karlova: Çin büyük bir güç bunu herkes kabul ediyor ama ABD şu anda özellikle medyası ve askeri gücüyle Çin’in uzun seneler önünde yer alıyor. Aslında iki tarafta birbirine bağlı o yüzden birbirlerine karşı çok sert davranmaya cesaret edeceklerini pek sanmıyorum. Çin ABD’nin teknolojisini yakından takip ediyor ama ABD Çin’i bu alanda yanına yaklaştırmıyor. Çin ise yatırımlarını ABD’nin sorunlu olduğu bölgelere yaparak bir nevi ABD’yi o bölgelerden uzak tutuyor. Güney Amerika ve İran bunun en güzel örnekleri. ABD’nin gözü zaten Çin’in üzerinde, Çin tarafından da ABD’ye çok sayıda siber saldırı yapıldığı medyaya yansıyor. Bu biraz tansiyonu arttırıyor. Ben siyaset bilimi hocamla Çin ve ABD ilişkilerini konuştuğum zaman bana “Çin’in ikinci olmaktan memnun olduğunu” söylemişti. Bunun sebebi de dünyada en çok göze batan ülke olan ABD gibi olumsuz bir imaja sahip olmak istememesi. Çin gücünü ABD’ye yaklaştırmak istese de ikinci olması bir anlamda işine geliyor. Çünkü ABD diğer ülkelerin oklarını üzerine sürekli çekerken, Çin gelişimine sessiz sedasız devam ediyor. ABD’nin her yerde parmağının olması onu yorarken, Çin ise belirli bölgelere uzun vadeli planlarla gidiyor. Bir de Çin tarihinden gelen bir gelenek var. Çinliler beklemeyi severler, 100 yıl bile sürse beklerler ama 100 yılın sonunda istediklerini alırlar. Çin uzun bir süre daha ikinci kalacak gibi gözüküyor ama bu onun için aslında bir avantaj, bunu unutmamamız lazım.
UPA: 2006 yılından beri Çin ve Tayvan televizyonlarındaki çeşitli programlarda sunucu ve oyuncu olarak yer aldınız. Ayrıca Taipei Komedi Kulübü’nde de tek kişilik Çince gösteriler yapıyorsunuz. Sizi bu noktaya getiren şey ne oldu? Yani nasıl başladınız Uzakdoğu’daki gösteri hayatınıza?
Rıfat Karlova: Sanırım beni bu noktaya getiren başladığım işin peşinden gitmekten korkmamam ve risk almam oldu. Çünkü oldukça zorlu ve yabancıların çok fazla içine girmedikleri bir alanda kendimi göstermeyi seçtim. Eğlence dünyasının derinlerine dalmak tehlikeli çünkü hem kültür, hem de yüz olarak tamamen farklısınız ve her an kendinizi bu ortamın dışında bulabilirsiniz. Bu yüzden eğer bu sektöre girecekseniz bazı şeyleri feda edip ciddi anlamda riske girmeniz gerekiyor. İlk olarak bir belgesel filmi ile başladım ve devamının gelmesini için çok uğraştım. Sürekli yeni işlerin peşinden gitmeye ve yeni insanlar tanımaya başladım. Saatlerce kapılarda beklediğim günler bile oldu, içimden bir ses sanki başladığım işi bitirmem gerektiğini söylermişcesine hiç bu sektörden kopmak istemedim. Tam kopma noktasına geldiğim anlarda ise karşıma yeni işler çıktı ve en sonunda SET TV ile anlaşma imzalayarak kendi programımı yapma şansına sahip oldum. Ama her şey aslında yeni başlıyor. Her ne kadar yaklaşık 5 senedir bu işlerin içinde olsam da, kendimi henüz tam olarak sektöre demirleyemedim. Bu yüzden sürekli daha iyisini yapmak için çalışıyorum.
UPA: Türk seyircisi ile Uzakdoğu seyircisi arasında ne gibi farklılıklar var? Uzakdoğu seyircisine hitap etmekte zorlandınız mı?
Rıfat Karlova: Farklı bir dilde şov yaptığınız için ilk başta çok zorlanıyorsunuz. Benim yabancı dil alt yapım ve insanları farklı dilde eğlendirme tecrübemin olması bana büyük avantaj sağladı. Uzakdoğu seyircisi yabancılara ilgili ama aynı zamanda çekingen. Stand up gösterilerimde bu çekingenliği yakından görebiliyorum. Eğer seyirciye doğallığınızı gerçek anlamda yansıtabilirseniz Uzakdoğu sahnesinde şans bulabilirsiniz. Türk seyircisi de aynı şekilde ama farkı daha zor olması ve sert eleştiri yapabilmesi. Yani kötü bir şovunuzun ardından bir anda Türk seyirci sizi daha sert eleştirebilir ve kendinize olan güveninizi erken kaybedebilirsiniz. Seyirci tepkisi Türkiye’de oldukça sarsıcı olabilir ama aynı seyirci sizi bağrına basarsa da uzun süre bırakmayabilir. Uzakdoğu’da ise sizin sürekli yabancı olduğunuzu vurgulamaları bazen canınızı sıkabilir. İnsanlar daha soğuk gözüküyorlar, duygularını Türkler gibi dışarı vurmadıkları için sizi beğenip beğenmediklerini anlamanız zaman alıyor. Umarım bir gün Türk seyircisi ile de buluşurum ve onları da eğlendirmeyi başarabilirim.
UPA: Sayın Rıfat Karlova’ya bu keyifli röportaj için teşekkür ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz.
Röportaj: Onur BİGAÇ (Uşak Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü lisans öğrencisi)