6 Mayıs 2012 Pazar günü Fransa, Sırbistan ve Yunanistan ile Türkiye’nin her anlamda sorun yaşadığı Ermenistan’da seçimler gerçekleştirildi. AB’nin lider ülkelerinden biri olması hasebiyle ve magazinel boyutu ön plana çıktığı için tüm dünyanın gözleri Fransa’da gerçekleştirilen ve Sosyalist Partili François Hollande’ın kazandığı Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kilitlenirken, aynı gün ve saatlerde Yunanistan’da gerçekleştirilen genel seçimler ile Sırbistan’da düzenlenen genel ve yerel seçimler ile Başkanlık seçimleri de özelde Balkanlar’ın, genelde de AB’nin ve Güneydoğu Avrupa’nın siyasal geleceği açısından çok büyük bir değer taşıyordu. Ermenistan’da gerçekleştirilen parlamento seçimleri ise, 2008 yılında düzenlenen seçimler esnasında yaşanan olaylar sonrası Ermenistan toplumunun tepkisinin ölçülebilmesi ve Güney Kafkasya’daki tarihsel ve siyasal boyutlara haiz problemlerin çözülebilmesi anlamında Ermenistan’ın ne tür bir seçim yapacağının anlaşılabilmesi konusunda sembolik bir nitelik taşımaktaydı.
Beklendiği gibi Fransa’daki Cumhurbaşkanlığı seçimleri Sosyalist Partili François Hollande’ın % 52 oy oranı elde ederek Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle noktalandı. Böylece Sosyalist Parti 17 yıl aradan sonra devlet başkanlığı koltuğunu yeniden elde ederken, UMP’nin adayı ve Fransız sağını temsilen ikinci turda yarışan Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy şahsi hırslarının ve Fransız toplumunu kutuplaştıran sosyal, ekonomik ve siyasal politikalarının bir sonucu olarak Beşinci Cumhuriyet nezdinde ilk 5 yıllık görev süresinin ardından seçilemeyen ilk Cumhurbaşkanı olma başarısızlığını da üstlenmek zorunda kalmıştır. Fransa’da düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimleri, ırkçı eğilimler gösteren ya da komünizmi benimseyerek siyasal spektrumun en uç noktalarına savrulan siyasal parti ve grupların güçlendiğini göstermesine karşın, ikinci turda ortaya konan katılım oranı ve gösterilen siyasal olgunluk düzeyi bu ülkedeki demokratik anlayışın, her şeye rağmen, sağlam olduğunu da kanıtlamıştır. İkinci turda elde edilen sonuç, Marine Lé Pen’in Ulusal Cephesi’nin ilk turda elde ettiği % 18’lik oy oranının büyük bir çoğunluğunun Nicolas Sarkozy’ye gittiğini ancak Jéan Luc Mélenchon ve Eva Jolly’nin oylarının yanı sıra François Bayrou’nun % 9’luk oy oranının da büyük bir çoğunlukla François Hollande’a kaydığını göstermektedir. Seçimleri kazanan François Hollande, 2007 yılında eski hayat arkadaşı Ségoléne Royal’in yapamadığını yaparak Nicolas Sarkozy’i alt etmiştir. Ancak Hollande’ın önünde çözmesi gereken ve AB’nin geleceğini de çok yakından ilgilendiren bir ekonomik kriz bulunmaktadır. Bu kriz bağlamında Hollande’ın göstereceği performans ve onun Alman Şansölyesi Angela Merkel ile kuracağı ilişkilerin yanı sıra Fransız toplumuna egemen olan işsizlik, yabancı düşmanlığı ve kutuplaşmanın çözülebilmesi yönünde göstereceği etkinlik de Fransa’nın ve François Hollande’ın siyasal kariyerinin gidişatını belirleyecektir.
Yunanistan’da gerçekleştirilen erken genel seçimler ise ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik kriz ortamını daha da derinleştirebilecek ve siyasal karmaşayı büyütebilecek bir görünüm ile sonuçlanmıştır. Seçim sonuçlarına göre toplam 7 siyasal partinin Yunan Meclisi’ne girmeye hak kazandığı Yunanistan’da özellikle merkez sağ ve solun oy oranlarındaki erime dikkat çekicidir. Zira Yunan halkının büyük bir bölümü, ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik ve siyasal karmaşadan merkez sağdaki Yeni Demokrasi Partisi ile Pan-Hellenistik Sosyalist Parti (PASOK)’yi sorumlu tutmaktadır. Nitekim ortaya çıkan sonuç da bu anlayışı doğrulamaktadır. Seçimlere katılımın % 65,5 olarak gerçekleştiği Yunanistan’da, Yeni Demokrasi Partisi 18,8’lik oy oranı ile 300 sandalyeli mecliste 108 temsilcilik elde ederek ilk sırada yer almıştır. Seçimlerin en büyük sürprizi olarak gösterilen ve Yunanistan Komünist Partisi’nin içerisine sürüklendiği hantallıktan ve ortaya koyduğu arkaik çözüm önerilerinden de yararlanarak oy oranını arttıran Radikal Sol Koalisyon (SYRIZA) % 16,76’lık oy oranı ile 52 temsilcilik elde ederken, Yorgo Papandreu’nun istifasıyla sarsılan ve konjonktürel anlamda krizin tüm yükünü üstlenmek zorunda kalan PASOK % 13,19 oy oranı ile ancak 41 temsilcilik elde edebilmiştir. AB ile üzerinde anlaşılan ekonomi paketine, yani memoranduma, tepki göstererek Yeni Demokrasi Hareketi’nden istifa eden isimler tarafından kurulan ve milliyetçi eğilimleri ağır basan Bağımsız Yunanlılar % 10,33’lik oy oranı ile 33 sandalye kazanmıştır. Bu partilerin yanı sıra radikal sol spektrumda yer alan Yunanistan Komünist Partisi % 8,47’lik oy oranı ile 26, faşist eğilimleri ile hem Yunan siyasetçileri hem de AB yetkililerini tedirgin eden Altın Şafak % 6,97’lik oy oranıyla 21 ve son olarak Demokratik Sol Partisi de % 6,1’lik oy oranıyla 19 temsilciyi Yunanistan Meclisi’ne göndermeye hak kazanmıştır. Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu üzere Yunanistan’ın geleceğine geniş bir yelpazede kurgulanacak bir koalisyon hükümeti şekil verecektir. Mevcut konjonktürde bu koalisyon hükümetini oluşturabilecek en önemli partiler AB’nin ortaya koyduğu ekonomik tedbir paketine uyacağını açıklayan Yeni Demokrasi Partisi ile PASOK’tur. Ancak hem bu partiler arasında krizin yönetimi ve kişisel sorumluluğu anlamında ciddi bir siyasal çekişme yaşanmaktadır, hem de bu iki partinin temsilcilerinin meclisteki toplam sayısı 149 (yani salt çoğunluğun altında) kaldığı için üçüncü bir partinin desteğine ihtiyaç duyulmaktadır. Ne var ki, mevcut konjonktürde bu partiler ile AB’nin öngördüğü ekonomik reform programı doğrultusunda ittifak kurmak isteyen herhangi bir siyasal parti bulunmamaktadır. Bu durum Yunanistan’daki siyasal krizin derinleşerek devam edebileceğini göstermektedir. Yunanistan bugün için temsilde istikrar ve siyasal çoğulculuk arasında bir noktada sıkışmış gibi görünmektedir. Bu durum, mevcut konjonktürde Yunanistan bağlamında temsilde istikrara dayalı güçlü bir hükümete ihtiyaç duyan AB’nin de işine gelmemektedir.
Güneydoğu Avrupa’nın güvenliği ekseninde kritik öneme sahip olan ve özellikle Bosna-Hersek ve Kosova gibi ülkelerin bütünlüğü, geleceği ve yönetimi anlamında oyun kurucu bir ülke olarak görülen AB adayı Sırbistan’da düzenlenen seçimler ise bu ülkenin AB ile revizyonist istemlere dayalı milliyetçi hasletler arasında sıkıştığını kanıtlamaktadır. Nitekim 20 Mayıs 2012’de ikinci turu düzenlenecek olan başkanlık seçimlerinin ikinci turunda yarışacak adaylardan Boris Tadic, Kosova ve Bosna-Hersek gibi problemli konularda uzlaşıya yatkın, AB üyeliğini ülkesinin en temel hedefi olarak gören ve Sırbistan’ın Türkiye gibi Balkanlar’da etkin olan ülkeler ile etkin diyalog ortamının yaratılabilmesini öngören pragmatist bir lider profili çizerken, İlerici Parti’nin adayı Tomislav Nikolic ise klasik bir Sırp milliyetçisi profili çizmekte ve Sırbistan’ın özellikle Rusya ile ilişkilerini geliştirmesini isteyerek ve özellikle Kosova Meselesi’nin çözümüne karşı çıkarak çözümsüzlüğü çözüm olarak gören çatışmacı bir tavır takınmaktadır. Nikolic, AB üyeliğini elde edebilmek için Kosova gibi “ulusal güvenlik odaklı” meselelerde geri adım atılamayacağını kaydetmektedir. Tadic ve Nikolic’in siyasal mücadelesi Sırbistan’ın geleceğine ve benimseyeceği bölgesel rol ile kimliğine yönelik olarak süregelen mücadelenin bir göstergesi olarak addedilmelidir.
Ermenistan’da gerçekleştirilen parlamento seçimleri ise ülke siyasetine egemen olan sivil-asker bürokrasinin egemenliğinin sürdüğünü gösteren ve revizyonist eğilimli dış politikanın bu ülkenin bir gerçeği haline geldiğini yeniden ispatlayan ve özellikle Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkiler noktasında Ermenistan Dış Politikası’nın çatışma ve rekabete dayalı olarak sürdürüleceğini gösteren önemli bir delil olarak görülmelidir. Zira mevcut devlet başkanı Serj Sarkisyan’ın partisi Cumhuriyetçi Parti oyların % 44,5’ini almış ve en yakın rakibi Gagik Tsarukyan’ın Müreffeh Ermenistan Partisi’ne % 15,5 civarında fark atmıştır (Müreffeh Ermenistan resmi olmayan sonuçlara göre % 29 oy almıştır). Eski devlet başkanı ve özellikle Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözümü ve Türkiye ile ilişkiler noktasında yeni açılımlar gerçekleştirilmesini savunan Levon Ter Petrosyan’ın Ermeni Ulusal Kongresi ise son anda parlamentoya girmeye hak kazanmıştır. Yani Ermenistan’da siyasal değişime ve açılıma olan destek henüz olgunlaşabilmiş değildir. Ermeni halkı tarihsel, toplumsal ve kimlik tabanlı eğilimler, açmazlar ve yaratılar ekseninde oy kullanmaya ve güvenlikçi bir bakış açısına hapsedilmeye alışmış gibi görünmektedir.
Gerçekleştirilen seçimler ekseninde ortaya çıkan en önemli husus merkez partilerin genel manada güç kaybetmesi ve radikal sağ ve sol partilerin güç kazanması olmuştur. Yani halklar hoşnutsuzluklarını gösterebilmek ve mevcut siyasal liderleri cezalandırabilmek için tepki oylarına yönelmiştir. Bu durum siyasal karmaşayı ve çözümsüzlüğü daha da derinleştirmiş ve içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Temsilde istikrar ve demokratik çoğulculuk dikotomisi de gerçekleştirilen seçimlerin ardından belirleyici bir faktör olarak yeniden ortaya çıkmıştır.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU