UPA: Deniz hocam iyi günler dileriz. Öncelikle mülakat önerimizi kabul ettiğiniz için Uluslararası Politika Akademisi ve onun değerli takipçileri adına size çok teşekkür ederiz. Deniz hocam mülakatımıza son günlerin en çok merak edilen konularından olan “Karabağ” meselesi ile başlamak istiyoruz. Azerbaycan-Ermenistan cephe hattı boyunca son günlerde yoğun ölçekli çatışmalar yaşandığı ve tarafların her an bir savaş tehlikesi ile burun buruna gelebilecekleri iddia ediliyor. Siz bölgedeki gelişmeleri yaşanan son olaylar doğrultusunda nasıl değerlendiriyorsunuz? Geleceğe dönük olarak Karabağ meselesinin çözümü için nasıl bir yol haritası izlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Deniz Tansi: Ben de ilginize şimdiden teşekkür eder, Uluslararası Politika Akademisi ve değerli takipçilerine esenlikler dilerim. Dağlık Karabağ meselesi, aslında SSCB döneminden ve özellikle Stalin politikalarından bugüne gelen karmaşık bir sorundur. Sovyet lideri Stalin, SSCB içinde Sovyetler’in birer ulus-devlet olmasını istemediği için, bir nevi “karıştır-barıştır” yöntemi uyguluyordu. Azerbaycan’ın tam ortasında bir “özerk bölge” tesis edilmesi de bununla bağlantılıdır. Tatar sürgünü, Ahıska Türkleri’nin konumu ve buna benzer pek çok problem yapısal bir sorunsalı beraberinde getirmiştir. Soğuk Savaş sonrası, mikro-milliyetçilikler patlamış, yeni ulus-devletler “eski hesaplar”ı kaldıkları yerden sürdürmeye çalışmışlardır. Ermenistan sadece Dağlık Karabağ’ı değil aynı zamanda bu bölgeye giden Azeri kasabalarını (rayonları) da işgal etmiştir. Azerbaycan’ın beşte biri Ermenistan’ın işgali altındadır. Peki Ermenistan bunu nasıl başarmıştır? Elbette Rus ordusunun desteğiyle. Kanımca Rusya, söz konusu sorunun çözülmesini istemiyor. Bu sayede Azerbaycan üzerindeki etkisini sürdürmek, Batı ekseninin gücünü azaltmak istiyor. Ve Azerbaycan’a mesajı, “eğer bir Rus barışı” olursa ancak konu çözülebilir biçimindedir. Ermenistan Güney Kafkasya’da Rusya’nın “en sadık müttefiki”dir. Bu yüzden Rusya, Ermenistan’ın “haksız işgali”ne verdiği desteği sürdürecektir. Ermenistan Dağlık Karabağ’da işgali kalıcılaştırmak adına “kukla bir hükümet” kurdurmuştur. Bu çerçevede Rusya-Ermenistan ittifakının Dağlık Karabağ’da “çözüm” yanlısı olacağını söylemek çok güçtür. Türkiye Ermenistan’a yönelik politikalarında -özellikle 2009 protokolleri- ile “esneme” sinyali vermiştir. Ancak protokoller TBMM’de onaylanmamıştır. Zira Ermenistan sadece Karabağ konusunda değil, sözde soykırım ve sınır antlaşmaları üzerinde de “agresif” ve “tutucu” bir konumu muhafaza etmektedir. Üstelik “imzalanmayan protokollerle” Azerbaycan da rahatsız edilmiş, Rusya’yla “stratejik ortaklık” duyurusu yapmak durumunda kalmıştır. Kanımca Karabağ -ve elbette Ermenistan’ın Türkiye’ye yönelik talepleri sürdükçe- “sınır kapısı” kapalı kalmak durumundadır. Elimizdeki tek diplomatik silah budur. Bu bağlamda Rusya’nın Karabağ konusunda Batı perspektifli bir yaklaşıma izin vereceğini sanmıyorum. Kitlesel bir savaş olasılığına da pek ihtimal vermiyorum. Ama sınır sorunlarını içeren gerginlikler yaşanmaya devam edecektir.
UPA: Hocam Ermeni meselesi ile mülakatımıza devam etmek istiyoruz. Sizin de yakinen takip etmiş olduğunuz üzere Ermeni Diasporası 2015 yılını sembol ve hedef yıl olarak değerlendirerek, sözde soykırımın 100.yıl dönümü olduğu iddiası ile yoğun kampanyalar başlatmak hedefinde. Bu durum karşısında Türkiye menfaatleri doğrultusunda nasıl bir çıkış yolu izleyebilir?
Deniz Tansi: Türkiye’nin yıllarca ihmal ettiği “dış lobi” faaliyetleri derinlik kazanmak zorundadır. Sözde soykırım konusu, siyaset psikolojisi uzmanı Prof. Dr. Vamık Volkan’ın değerlendirmesiyle, diaspora için bir “seçilmiş travma” konusudur. Bir nevi diasporanın bütünlüğünü, dayanışmasını, ekonomik ve siyasi etkisini sağlamaktadır. Sonuçta birileri bu sayede işadamı/işkadını, milletvekili, bakan, belediye başkanı, eyalet valisi vb. olmaktadır. Travma ortadan kalkarsa “biz” olma motivasyonu zedelenecektir. Türkiye “arşivleri açma” önerisiyle, iddialar karşısında “yüksek bir özgüven” göstermiştir. Ne var ki, ulusal parlamentolar “tarih mahkemesi” gibi davranmakta, soykırım iddialarını çürütme ihtimaline bile tahammül edilememektedir. Soykırım, uluslararası hukuk terimidir ve 1948 Cenevre sözleşmesinde herhangi bir grubun ister etnik, ister dini, ister siyasi olsun; sistemli olarak tamamen yok edilmesi ya da girişimine verilen tanımlamadır. Türkiye siyasi kararlılığını sürdürerek ve lobilerini güçlendirerek, bir seferberliğe girişmek durumundadır. Zira hukuken kabul ettirilmeye çalışılan “soykırım” savları, tazminat ve toprak talepleriyle gündeme getirilmeye çalışılacaktır.
UPA: Deniz hocam güney komşumuz olan Suriye’deki olaylar tüm hızıyla dünya kamuoyundaki yerini almaya devam ediyor. Bir yıldan uzun bir süredir Suriye’deki iç karışıklıkların halen nihayete varıp, dindirilemememiş olmasını siz hangi unsurlara bağlıyorsunuz? Bundan sonrası için ülkedeki rejimin ve Beşar Esad yönetiminin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Deniz Tansi: Suriye konusu “gecikmiş Arap Baharı” olarak isimlendiriliyor. Aslında kişisel değerlendirmem, 2011’de yaşananlar açısından bir “sözde Arap Baharı” sürecidir. BAAS diktatörlüklerinin yerine Müslüman Kardeşler (İhvan) diktatörlükleri kurulmaya çalışılıyor. Yarı seküler bir diktatörlük mü, İslamcı bir diktatörlük mü? Peki bunun hiç demokrasi olanı yok mu? Elbette gerçek bir demokrasiden söz etmek istiyorsak, sanayileşmiş, uluslaşmış ve elbette laik bir düzenden bahsetmek durumundayız. Arap ülkeleri 1916 Sykes Picot ve 1920 San Remo Konferansı’nda çizilen yapay sınırları ve kabile/aşiret yapılarıyla, devlet olma konumundan hala çok uzaktalar. Suriye direnen son BAAS diktatörlüğüdür ama aynı zamanda İran’ın müttefikidir. Suriye rejimine yönelik Batı baskısı, İran’ı “tecrit” etmeye yöneliktir. Eğer İran Suriye’yi kaybederse, Lübnan’daki Hizbullah’ı da kaybedecek, Doğu Akdeniz’deki bölgesel etkisini tamamen yitirecektir. Benzer sorunlar Irak’ta da görülmekte, Maliki hükümetinden, Sünni Kürtler ve Sünni Araplar, İran nüfuzu açısından rahatsız olmaktadırlar. Suriye sadece İran tarafından değil, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden Rusya ve Çin tarafından da desteklenmekte, Rusya Sovyet dönemindeki Tartus deniz üssünü Doğu Akdeniz’de yeniden etkinleştirmekte, deniz altıları ve savaş gemilerini Suriye’ye göndermektedir. Suriye Libya’ya benzememiştir. Bölgesel ve küresel müttefiklerinin katkısıyla ayakta durmaya çalışmakta, Türkiye dahil Batı eksenindeki ülkeler ise Esad rejiminin yıkılmasnı artık resmen dile getirmektedir. 6-7 Haziran 2012’de İstanbul’da toplanan ve sürpriz zirvelerle dikkat çeken Terörle Mücadele Küresel Forumu, Suriye’deki rejime karşı açıktan tavır almış, Batılı ülkelerle Arap ülkeleri aynı masaya oturup, tavır belirlemişlerdir. Suriye’ye “kitlesel operasyon” konusunda belirsizlikler vardır. Ancak bölgedeki bazı ülkelerin de katkısıyla, Batı’nın siyasalarıyla ülke derin bir iç karışıklık ve Lübnan’ı da içine alan kronik bir iç savaşa sürüklenebilir. Suriye’de de en örgütlü güç İhvan gözüküyor. Olası İhvan rejimi, Nusayriler’in ayrı bir devlet olması sonucunu doğurabilir. Suriye parçalanırsa, tüm Ortadoğu karışır.
UPA: Deniz Hocam Türk Dış Politikası üzerine çalışmaları olan değerli bir akademisyen olarak dış politikada “Komşularla Sıfır Sorun” ilkesinin uygulanabilirlik durumunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Son dönemde komşularımızla yaşadığımız ve kamuyouna mal olan bazı sıkıntıların bu ilkeyi işlevsiz bıraktığı eleştirilerine katılıyor musuz ?
Deniz Tansi: Siyaset biliminin temelinde “çıkar çatışması” vardır. “Sıfır sorun” irrasyoneldir, belki ancak Cennet’te var olur. Gelinen noktada komşularla bırakın “sıfır sorunu”, pek çoğuyla kavgalı durumdayız. Ermenistan’a değindik. Suriye’de Esad rejimine karşı faaliyetlerimiz ve söylemimiz ortada. Her an bir “sıcak savaş” tehlikesi yaşıyoruz. Irak’ta Maliki hükümeti Türkiye’yi neredeyse “düşman devlet” ilan etti. Bu çerçevede Sünni Kürtler ve Sünni Araplar, Türkiye’nin desteğini alıyor. Hem Suriye’deki “muhalif gruplar”, hem Irak’ta Maliki karşıtı gruplar Batı tarafından destekleniyor ve ortak özellikleri İran karşıtı olmaları. Türkiye Batı adına İran’la adı konmamış bir “bölgesel rekabet” içinde. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’yle mevcut sorunların yanında, Doğu Akdeniz’deki “münhasır ekonomik alanlar”da İsrail’le birlikte petrol aramaları krizi eklendi. İsrail komşumuz olmasa da, bölgede ABD’nin bir diğer önemli müttefiki olarak önem arzederken, Türkiye ABD’ye karşın, “One Minutes”le başlayan, Mavi Marmara sorununu da içeren bir yüzeyde, İsrail’le gerilim politikası yaşıyor. Zaten “sıfır sorunun” Cennetlik olduğunu söylemiştim. Türkiye’de uygulanan dış politika, “komşularıyla gergin” bir hattı ifade ediyor.
UPA: Değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederiz hocam.
Deniz Tansi: Ben de tekrar teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Röportaj: Ahmet CEYLAN