Türkiye-İsrail ilişkileri 28 Mart 1949’da Türkiye’nin İsrail’in bağımsızlığını tanımasıyla başlamıştır. İsrail’in ortaya çıkmasının ve İsrail-Türkiye ilişkilerinin aslında Türk-Arap ilişkileriyle yakın ilgisi bulunduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle Osmanlı tarihinde Yahudi sorununa kısaca değinmek yararlı olacaktır.
1491 yılında 200.000’den fazla Yahudi Engisizyon tarafından İspanya’dan sınır dışı edilmiştir ve Osmanlı Devleti de bu insanları topraklarına davet eden tek ülke olmuştur. Bu olaydan sonra Yahudiler Osmanlı tarihinde önemli rol oynamıştır. Museviler, Ermeni ve Ortodoks Hristiyanlarla birlikte Osmanlı Devleti’nde üçüncü bir millet olarak tanınmıştır. “Kitap ehli” olmaları ve her zaman Osmanlı’nın gözünde yüksek bir yere sahip olan gelenek ve dine bağlılıkları nedeniyle Museviler, istisnai bir korumadan yararlanmaktaydı. Tevrat’ı asıl kitap olarak kabul eden, Türkçe konuşan Kırımlı Karaitler, Osmanlı sarayında bazı yetkilere sahip güvenilir uyruklar olarak görülürken, bazı Doğu Avrupa Musevilerinin soylarından gelen Hazarlar ise Türk kökenine sahip bulunmaktaydı. Pek çok Avrupalı yazar Türkleri, “barbar” olarak aşağılamakta birbirleriyle yarışırken, her ikisi de Musevi olan Vambery ve Leon Cahun, Türklerin Orta Asya’daki başarılarını vurgulamışlardır. 1930’larda Nazilerin birçok Yahudi’yi Almanya’dan sürmesinin ardından Türkiye birçok Yahudi mülteciyi topraklarına kabul etmiştir. Yani geçmişe bakacak olursak Türklerle Museviler arasında dostane ilişkiler yaşanmıştır.
Türkiye, 1949’dan 1963’e kadar İsrail’i azgelişmiş bir bölgede hızlı çağdaşlaşmış bir ülke olarak görmüştür. Bu durum Türkiye’nin Sovyetler Birliği ve Ortadoğu’ya karşı kendisini tamamen Batı’nın ve ABD’nin dış politikasıyla tanımlamasına yol açmıştır. Sonuç olarak hem Arap uluslarına hem de İsrail’e yönelik Türk siyaseti, 1964-69 yılları arasında Türkiye’nin Batı ittifakı içindeki konumunun ve Birleşik Devletler’le ilişkilerinin bozulmaya başlamasından sonra değişmeye başlamıştır diyebiliriz.[1] Türkiye İsrail ile olan ilişkisini Cumhuriyet’in kurulmasından 1980’li yıllara kadar bölgede izlediği denge politikasıyla, İsrail ile inişli çıkışlı, daha çok istihbarat işbirliği seviyesinde yakınlık yaşamıştır. 1980’lerden sonra ise buna ek olarak askeri ve ekonomik alanda da yayılma göstermiştir. 2000’li yılların başından günümüze kadar ise; İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırı, “one minute” krizi ve en son Mavi Marmara Gemisi’ne yapılan baskın ile Türkiye-İsrail ilişkileri gerilmiştir.[2]
İsrail, kurulduktan sonra bölgede kendi çıkarlarına ters düşen politikalar izleyen her ülkeyi terörle bağlantılı olduğunu göstererek, “terör istismarcılığı” yapmakta ve bu sayede kendisine yaşam alanı bulmaktaydı. Ortadoğu bölgesinde “yıkma ve istikrarsız hale getirme” politikasını takip ederek, söz konusu ülkelerde etnik ve ayrılıkçı hareketleri desteklemekteydi.[3] Ortadoğu’da artan “Türk etkisi” bölge genelinde olumlu bir hava yaratırken bu durum İsrail’le sıkıntı doğurmuştur. İsrail ile ilişkiler 2008’den sonra olumsuz bir seyir izlemiştir. Ancak İsrail’le ilişkiler AKP’nin iktidara gelmesinden ya da “Davutoğlu etkisi”nden sonra otomatik biçimde bozulmuş değildir. Bunun aksine Ankara-Tel Aviv ilişkileri AKP iktidarının ilk yıllarında olumlu bir havada geçmiştir. Hatta öyle ki 2008 yılında Türkiye, iki ülkenin talebiyle İsrail ile Suriye arasında dolaylı görüşmeleri de başlatmıştır. Türkiye Suriye’ye güven verdiği gibi İsrail’e de güven vermemiş olsaydı bu görüşmeler başlatılamazdı. Bu durumun bir diğer kanıtı olarak İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in görevinden ayrılmadan önce yapmış olduğu ‘veda ziyaretleri’ kapsamında Türkiye’ye gelmiş olması gösterilebilir. Türkiye bu anlamda 5 ülkeden biridir. Ankara-Tel Aviv ilişkileri, 2008 Aralık sonundan itibaren bozulmuş olup bunun nedeni İsrail’in Gazze’ye yönelik ‘dökme kurşun operasyonu’dur.
12-14 Temmuz tarihleri arasında İsrail Hava Kuvvetleri Lübnan’daki 7000 hedefe saldırı düzenlerken İsrail donanması ise 2500 saldırı düzenleyerek bu operasyona destek vermiştir. Sonuç olarak üçte biri çocuk olmak üzere 1183 kişi hayatını kaybetmiş olup, 4054 kişi ise yaralanmıştır. Hedef alınıp imha edilen evlerin, işyerlerinin ve dükkanların sayısı 30 bini aşmıştır. İşte buna bağlı olarak Türkiye gibi bölgede ‘barış insiyatifleriyle’ öne çıkan bir ülkenin bu katliamlara sessiz kalması beklenemezdi. “Türkiye-İsrail arasındaki olumsuz hava, 2008’den sonra Gazze Saldırısı, ardından bunun yansıması olarak Davos’taki one minute krizi, Davutoğlu’nun İsrail’e gidecekken Gazze’ye geçişine izin verilmeyeceğinin açıklanması, İsrail’in Harem-üş Şerif’e yönelik tacizlerine karşı Konya’daki Anadolu Kartalı tatbikatından çıkartılması ve TRT’de yayınlanan Ayrılık isimli dizide İsrail karşıtlığı yapıldığı iddiaları, İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’un Türk büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u karşısındaki alçak koltuğa oturtarak Türkiye’ye mesaj verme çabaları gibi gerilimlerle sürmüştür.”[4]
GAZZE SALDIRISI
2009 yılı bir bakıma Orta Doğu’daki siyasi dengeler üzerinde büyük etkisi olan Türkiye-İsrail ilişkilerinin en çok tartışıldığı yıl olmuştur. İsrail’in Gazze’de yürütmüş olduğu operasyonun yol açtığı insani trajediye Türkiye’nin vermiş olduğu tepki, özellikle Amerika’da ve Orta Doğu’da büyük yankı uyandırmıştır. Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta Perez’e verdiği cevap ve yine Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın değişik platformlarda dile getirdiği Gazze’deki insani dram, konunun gündemde kalmasını sağlamıştır.[5]
Öncelikle bu olay nedeniyle Türkiye-İsrail diplomatik ilişkileri kurulduğu günden bugüne kadar en derin krizini yaşamıştır diyebiliriz. İsrail müdahale için özellikle Türk bandralı gemiyi hedef almıştır. İsrail eğer isteseydi can kaybına yol açmadan müdahalede bulunabilirdi. Ama İsrail müdahaleyi çok sert yapmış olup can kaybı olmasını istemiştir. İsrail’e göre İHH’nin organize ettiği bu girişim sıradan bir yardım eylemi olmayıp doğrudan İsrail’in Gazze’ye yönelik ambargosunun, ablukasının delinmesi, sulandırılması hedefi taşıyan bir eylem olarak değerlendirilmiştir. Eğer bu hareket başarıya ulaşırsa İsrail’e göre bunun devamı da gelecektir ve Gazze’ye dünyanın çeşitli yerlerinden yardım gemileri akın edecektir. İsrail için bu kabul edilemez bir durum olduğu için müdahale edilecekti. İHH ise İsrail’in müdahalede bulanacağını açıklamasına rağmen geri dönmeyeceğini ve sonuna kadar gideceğini beyan etmiştir.[6]
27 Aralık 2008’de İsrail’in Gazze’ye yönelik ‘Dökme Kurşun Operasyonu’ adını verdiği saldırıyla Türkiye’nin arabuluculuğu sayesinde devam eden Suriye-İsrail dolaylı görüşmeleri kesilmiştir. İsrail bir bakıma Gazze’ye yönelik bu saldırısıyla Türkiye’ye vermiş olduğu sözü de tutmamıştır. Başbakan Erdoğan, “bu saldırı aynı zamanda Türkiye’ye karşı da yapılmış bir saygısızlıktır” derken bunu kastetmekteydi. Türkiye kendisine yapılmış olan bu saygısızlığı alttan alma niyetinde değildi. Bu doğrultuda İsrailli bir yetkilinin Ankara’yla yaptığı telefon görüşmesinde verilen mesaj da “bizden çok sert bir tavır göreceksiniz, buna hazır olun” olmuştur. İsrail bu operasyonu Amerika’da Başkanlık seçimini kazanmış olan Barack Obama’nın Başkanlık yemini yapmasına iki gün kala bitirmişti. BM İnsan Hakları Konseyi tarafından kurulmuş olan Gazze Araştırma Komisyonu raporu Gazze’de yaşananları bir “insanlık suçu” olarak nitelendirmiştir. Kanımca İsrail’in bu araştırma komisyonuna karşı çıkması da tüm iddiaları doğrular niteliktedir. Goldstone raporunda, İsrail’in Gazze’de sivil-asker ayrımı gözetmeksizin hastaneleri bile bombaladığı anlatılmıştır.[7]
“ONE MİNUTE” KRİZİ
Davos’taki panel, Washington Post gazetesinin köşe yazarı olan David Ignatius’un moderatörlüğünde yapılmıştır. Bu panelden önce katılımcıların danışmanları ile görüşülecek konular üzerinde bir anlaşma yapılmış, içerik belirlenmiştir. Ancak Şimon Peres konuşmasında bu çerçevenin dışına çıkmış olup, bir süre sonra da kendine hakim olamayıp Başbakan Erdoğan’a dönüp parmağını sallayarak konuşmaya başlamıştır. Amacı Gazze saldırısının haklı sebeplere dayandığını anlatmaktır. Sonunda Erdoğan’a dönüp ‘İstanbul’a füze atılsaydı, siz ne yapardınız?’ diye sormasıyla bardak taşmıştır. Moderatör oturumu kapatmak istemiş ancak bu mümkün olmamıştı. Erdoğan, “olmaz, one minute” diyerek oturumu kapatmasını engelledi. Peres’e dönerek “Sayın Peres, benden büyüksün” diyerek cümlesine başladı ve gittikçe sesini yükselti. İsrail Cumhurbaşkanı’nın yüzüne şunları diyordu: “Sesin yüksek çıkıyor. Sesinin çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisiyledir. Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz!”…
Panel canlı yayınlanıyordu ve tüm dünya izliyordu. İlk kez böylesine bir tepki açık şekilde gösterilmişti. İlk kez işlediği suçlar İsrail’in yüzüne vurulmuştu. Moderatör’ün oturumu kapatma çabaları karşısında Başbakan Erdoğan’ın “one minute” sözünü 8 kez kullanmasıyla çok geçmeden bu söz siyasi edebiyata da geçmiştir. Erdoğan konuşmasından sonra “daha da Davos’a gelmem” diyerek oturumu terk etmiştir. Sonrasında Peres, Başbakan Erdoğan’dan telefonla özür dilemiş olsa da one minute olayı, Türkiye-İsrail ilişkilerinde derin yaralar açmıştır. Sonuçları itibariyle böyle “insanlık dışı” bir saldırıya verilmiş olan “insani tepki” başta Ortadoğu bölgesi olmak üzere tüm dünyada geniş yankı uyandırmıştır. Arap dünyasında Başbakan Erdoğan kahraman ilan edilmiştir.[8]
MAVİ MARMARA’YA SALDIRI
İsrail’in Gazze’ye yönelik ablukası 3 yıldır devam etmekteydi. Gazze’nin dünya ile olan bağlantısını kesmişti. 22 gün sürmüş olan saldırılarda yıkılan binaların yeniden yapılandırılmasına izin verilmiyor, inşaat malzemesi sokulmuyordu. Gazze’de yiyecek, su, ilaç sıkıntısı yaşanıyordu. Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre, Gazze’de kuşatma altında tutulan ‘her beş kişiden dördünün insani yardıma ihtiyacı var’dı. 2010 Mayıs’ında Türkiye kökenli olan sivil toplum kuruluşu İnsani Yardım Vakfı (İHH) öncülüğünde Gazze’ye bir yardım konvoyu hazırlanmış olup pek çok ülkeden de sivil insiyatifler, herkesin katkılarıyla bir yardım organizasyonu planı yapıldı.[9]
Konvoydaki insan sayısı 700 civarındaydı ve 600’ü Mavi Marmara’ydı. Eylemcilerin çoğu Türk diğerleri ise 32 ülkenin yurttaşlarından oluşmaktaydı. 10 bin ton da yardım malzemesi vardı. Bu yardım konvoyu Gazze’ye giderken İsrail’in hızlı botları gemilere yaklaşıp “Deniz ablukası olduğunu ve Gazze’ye yardım edemeyeceklerini ısrar ettikleri taktirde ise operasyon yapacaklarını” belirtmişlerdi. Ancak eylemciler vazgeçmedi ve İsrail operasyon düzenledi. 31 Mayıs gecesi konvoy henüz uluslararası sulardayken İsrail komandoları denizden hücum botlarla, havadan da helikopterlerle Mavi Marmara’ya saldırmaya başlamıştı. Ayrıntıya inecek olursak bu eylemlerin amacı nedir?
Eğer amaç Gazze’ye yardım götürmekse bunun daha barışçı yolları vardır. Deniz ablukası var deniyorsa 3 Türk gemisinin ve yüzlerce Türk vatandaşının olduğu konvoy nasıl olur da korumasızca gönderilebilir? Amaç İsrail’e ders vermek, ablukayı delmekse eğer Türk Silahlı Kuvvetleri var, Kızılay var, ama neredeler? Ayrıca operasyon sırasında sadece Türklerin öldürülmesi bir tesadüf müdür? Uluslararası hukuka göre, gece karanlığında ve uluslararası sularda düzenlenen saldırı uluslararası hukukta bir ‘suç’ olarak nitelendirilmektedir. Sonuç olarak Mavi Marmara’ya yönelik saldırı bölge içinden ve bölge dışından çok sert tepkiler almıştır. “Başbakan Erdoğan’ın ismi ve onun kişiliğinde ülkemizin itibarı Filistin ve Arap kamuoyunda parlatılmıştır.” Türkiye-İsrail gerginliği artmıştır. “Emperyalizmin bu operasyon sonucunda eline büyük bir koz geçmiştir.” [10]
Tülin AVCU/Uşak Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü lisans öğrencisi
KAYNAKÇA
[1] KARPAT, H. Kemal (2012), Türk Dış Politikası Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, s. 198-200.
[2] KİBAROĞLU, Mustafa, “Turkey and Israel Strategize”, Middle East Quarterly”, Vol. 9, Sayı 1, (Kış 2002), s. 61-65.
[3] YILMAZ, Türel, “Türkiye-İsrail İlişkileri: Tarihten Günümüze, Akademik Orta Doğu, C. 5, S. 1, 2010, s. 20-23 .
[4] ZENGİN, Gürkan (2010), Türk Dış Politikasında “Davutoğlu Etkisi”, İnkılap Kitabevi, 2010, s. 224-228.
[5] KAYA, Erdem, Türkiye-İsrail İlişkilerinde Yeni Dönem, s. 94.
[6] OĞAN, Sinan, “Gazze’ye Yardım Girişimi ve İsrail Saldırısının Soğukkanlı Analizi”, Çağın Politika Dergisi, Sayı: 103.
[7] ZENGİN, Gürkan (2010), HOCA – Türk Dış Politikasında “Davutoğlu Etkisi”, İnkılap Kitabevi, 2010, s. 230-231.
[8] ZENGİN, Gürkan (2010), HOCA – Türk Dış Politikasında “Davutoğlu Etkisi”, İnkılap Kitabevi, 2010, s. 231-233.
[9] ZENGİN, Gürkan (2010), HOCA – Türk Dış Politikasında “Davutoğlu Etkisi”, İnkılap Kitabevi, 2010, s. 234-235.
[10] http://www.haber61.net/author_article_print.php?id=923, Erişim Tarihi: 06.07.2012.