“Hattı diplomasi yoktur, sathı diplomasi vardır. O satıh bütün dünyadır.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1921 Sakarya Meydan Muharebesi’nde, vatanın her karış toprağı kanla sulanmadıkça terk olunamayacağını, satıhın bütün vatan olduğunu belirten sözünün günümüz Türk Dış Politikasına yön veren Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun bu ifadesiyle uluslararası ilişkilerde kullanılması, dış politikanın yeni dönemde özgür, çok yönlü işbirliği ve barış içinde şekilleneceğinin mesajını veriyordu. Türkiye bölgesinde sorunun bir parçası olmak yerine çözüm üreten, devletlerararası anlaşmazlıklara arabulucuk görevi üstlenen, güveni tesis eden bir ülke olması hayal ediliyordu. Nitekim Türkiye’nin bu yol haritası ile “yeni-Osmanlıcılık” yakıştırmalarından da nasibini almıştı.
Türkiye yorgundu. Bir yanda terör eylemleri, bir yanda devlet-mafya-emniyet üçgeninde hesaplaşmalar, diğer taraftan ekonomik kriz, siyasal istikrarsızlık ülkeyi sınırlarının dışına hamle de bulunması gereken bir zamanda, içine kapanmaya, derinleştirilen meseleleri ile uğraşmak durumunda bırakılıyordu. Dış İşleri eski bakanı İsmail Cem ile başlayan yeni dış politikası vizyonu, ilk başlarda Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan Erdoğan’ın başdanışmanlığı süresince, daha sonra Davutoğlu’nun Dış İşleri Bakanı olarak sahaya inmesiyle hayata geçmeye başladı.
Üst Düzey Siyasi Diyalog, Herkes için Güvenlik, Karşılıklı Ekonomik Bağımlılık, Çok Kültürlülüğün Korunması
Aslında formül son derece basitti fakat uygulanabilmesi ve sürekliliğin sağlaması bu politikanın en zor kısmını oluşturuyordu. Davutoğlu’nun yönetimindeki dış politika; üst düzey siyasi diyalog, herkes için güvenlik, karşılıklı ekonomik bağımlılık ve çok kültürlülüğün korunması gibi ana hatları içeriyordu. Elbette bunların sağlanabilmesi için öncelikle ülke içinde siyasi ve etnik bölünmüşlüğün önüne geçmek, komşu ülkelerle sorunların, daha önce birçok kez yapılan halı altına süpürmek yerine derhal ortak mutabakat ile çözüm yollarının bulunması gerekmekteydi.
Türkiye Komşu Bölgeler ile İşbirliği Geliştirme Çabası İçinde Oldu
Türkiye, amaca yönelik stratejiler üretmeye sınırdaş ülkelerden başlayarak, deniz aşırı komşu olduğu, hatta Osmanlı’nın hüküm sürdüğü Balkan topraklarında ve Orta Asya Türkoman Cumhuriyetleri ile ekonomik ve siyasi birlikteliklere zemin hazırlama gayeti içinde oldu. Azerbaycan ile “tek millet, iki devlet” sloganı ile tazelenen ilişkiler sonrasında Ermenistan ile sınır kapısının açılması için “maç diplomasisi” ile başlatılan süreç, Karabağ işgalinin sonlandırılması, Ermeni soykırım iddialarının ortak tarih komisyonunda neticelenmesi ve buna siyasetin yön vermemesi çağrılarına karşın, çözümsüzlükten yana olanlar tarafından sürecin donmasına neden olmuştu.
Kapanmayan Yara Suriye
Son olarak Arap Baharı süreci ile yıllardır hüküm süren iktidarların çözülmeye başlamasıyla, Türkiye’nin stratejik vizyonu da makyaj görmeye başladı. Tunus, Mısır ve Libya derken, uyanış ateşinin 910 km’lik sınır komşumuz, ticari ortağımız, ortak vize uygulayacak kadar yakın hissettiğimiz Suriye topraklarına sıçraması, Türk dış politika vizyonunun büyük sarsıntı geçirmesine neden oldu. Rejim muhalifleri ile Esad güçleri arasında bir seneyi aşkın süredir devam eden çatışmalardan geriye binlerce ölü, yaralı kayıp insan ve yurdundan göç etmek zorunda kalan Suriyeliler kalmaktadır.
Bölgede yanan ateş her geçen gün büyürken, bir de Türk jetinin Suriye tarafından düşürülmesi, Türkiye’nin buna karşılık misliyle mukabelede bulunup bulunmayacağı tartışmalarını beraberinde getirdi. Lakin saldırı sukünet ile karşılanarak gerek cevabın Türkiye’nin “büyük devlet” sıfatına yakışacak şekliyle karşılık verileceğinin Genel Kurmay Başkanı’nın ağzından bizzat söylenmiştir.
Rusya-İran-Çin’in Suriye Üzerinde Ortak Menfaati
Diğer taraftan İran, Rusya ve Çin’in Esad rejimini desteklemesi, yaptırımlara karşı çıkmaları, Batı ile İran-Rusya-Çin arasında Türkiye’nin sıkışmasını, manevra alanını da etkilemektedir. İran, Şii koridorunu kaybetmek istemezken, Rusya 1971 yılından beri hak sahibi olduğu Tartus limanı yitirmemek ve Akdeniz’deki varlığına olası tehdide karşı donanmasını Suriye karasularında gezdirmektedir.
Asıl Olan Savaşmaya Hazır Olan Tarafları Durdurabilecek İkna Yeteneğine Sahip Olmaktır
Hannah Arendt’in “Şiddet Üzerinde” kitabında söylediği gibi; “Savaş artık eski etkinliğini ve ihtişamını yitiriyor ve artık satranç tek bir kurala göre uygulanıyor. İçlerinden biri kazansa, bu ikisinin de sonu olacaktır. Rasyonel amaç zafer değil, caydırıcılıktır”. Her ne kadar taraflar savaş söylemleri içinde bulunsalar da, neticede caydırıcılığı en iyi şekilde kullanabilen taraf bu mücadeleden galip ayrılacaktır. Fakat iç dinamikler ve halkın desteği de ülkenin gücünü etkileyen önemli faktörlerden biridir. Bir ülkede halkın desteği kurumlardan çekilmeye başladıysa, ülkede iktidarın çözülmesi kaçınılmazdır. Suriye de buna verilecek en güzel örnektir.
Özetle Türkiye şekillenen yeni düzende “savaşmaya hazır olan tarafları durdurabilecek ikna yeteneği” ile dış politikasını yönlendirmelidir. Mao’nun dediği gibi artık iktidarlar namlunun ucunda değil, bilakis diyog, hoşgörü ve sağduyu ile büyüyücektir. Neticede gelecek gömülmüş saatli bomba gibi ama bugün tiktaklarını duymaya devam ediyoruz.
Haftanın Sözü: “Öğrenciyle Profesörün tartışmasını seyreden çoğunluk azınlığın gizli müttefikidir.”
Furkan KAYA