UPA: Burak bey öncelikle mülakat önerimizi kabul ettiğiniz için Uluslararası Politika Akademisi (UPA) ve onun değerli takipçileri adına teşekkür ederim. UPA takipçilerinin sizi daha yakından tanıyabilmeleri için kendinizi tanıtabilir misiniz?
Burak Yalım: TUİÇ’e ve bana bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ediyorum. UPA gibi bir oluşum ve onun değerli takipçileri ile fikirlerimi paylaşmak benim için çok önemli zira benzer çalışmalarımız ve önemli işbirliği potansiyelimiz var ve bunu değerlendirmek için bu röportaj önemli bir başlangıç olabilir. Açıkçası bu “kendini tanıtabilir misiniz” sorusunu pek sevmiyorum çünkü insan ömrü boyunca kendini aramakla meşgulken birkaç cümle ile kendini tarif etmesi pek kolay değil. Hem anne, hem de baba tarafından üçüncü kuşak Balkan göçmeniyim. Baba tarafım Bosna-Hersek, anne tarafım ise Bulgaristan’dan gelmişler. Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olan Bursa’nın İnegöl ilçesinde doğdum ve ilk-orta öğrenimimi orada tamamladım. Üniversite hayatım Darü’l İslam’ın başkentini korumak adına büyük bir destanın yazıldığı Çanakkale’de geçti. Akabinde de üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış olan İstanbul’da yaşamımı sürdürmeye başladım. İnsanların hayatlarında şehirlerin de önemli bir yeri olduğunu düşündüğüm için bu vurguları yapıyorum. Uluslararası İlişkiler okumak lise döneminden beri aklımdaydı ve halen daha bu alanda çalışmalarımı sürdürmekten büyük mutluluk duyuyorum. Yüksek Lisans’ım bitti bitecek ve kısmetse uluslar arası ilişkiler alanında doktora yapmayı da planlıyorum. Sıkı bir Beşiktaş taraftarıyım, sadece 11 kişinin oynadığı oyundan ziyade bir duruş olarak bakıyorum Beşiktaş’a. 12 yaşımdan beri siyasete meraklıyım, lakin hiçbir siyasi partinin üyesi değilim. Toplumu oluşturan değil, toplumun oluşturduğu siyasete inanıyorum. Henüz bir kumsalda kum tanesi olduğumu düşünsem de, Başbakan olmak gibi bir hedefe sahibim. Sözün uçup yazının kaldığına inananlardanım ve sanırım çok konuşuyorum.
UPA: Burak bey Türkiye Uluslararası İlişkiler Çalışmaları’nın (TUİÇ) kurulum aşamasını, misyonunu ve kurulum aşamasından günümüze değin yaşamış olduğunuz dikkat çekici gelişmeleri takipçilerimiz için özetleyebilir misiniz ?
Burak Yalım: TUİÇ’i kurmak için yola çıktığımız 2008 yılında Uluslararası İlişkiler ve bu alana ilgi duyan öğrenci ve gençlerin sorunlarına çözümler sunabilmek ve geniş kitlelere hitap ederek bu kitlelerin taleplerini karar alıcı mekanizmalara ulaştırabilmeyi hedeflemiştik. Dış politika yapım sürecine dahil olmak, sivil diplomasinin bir parçası haline gelmek, uzman ve uzman adaylarını buluşturabilmek de hedeflerimiz arasındaydı. İlk zamanlar “bunlar gençlik hevesi gelir geçer” diyenler çok oldu. Gerek finans, gerekse motivasyon anlamında ciddi sorunlarla karşılaştık ama en önemli dayanağımız inancımız ve samimiyetle birlikte hiçbir ideolojik çıkar gözetmeksizin yola çıkmış olmamızdı. Bir su damlasının okyanusta bırakacağı etki hep küçük gözükür. Nitekim bizim etkimizi de böyle yorumlayanlar oldu, ama zaman içerisinde o su damlasının oluşturduğu çemberler büyüdü ve bugün TUİÇ hatırı sayılır bir kurum haline geldi. Misyonumuz gençler arasında dayanışma ve işbirliğini arttıracak ve bunu yaparken de evrensel değerleri yerel yorumlarla içselleştirecek bir çabayı sürdürmek ve sırasıyla Türkiye’de, yakın coğrafyasında ve dünyada barışa katkı sunabilmektir. Çıtayı ne kadar yüksek tutarsanız o kadar iyi bir noktaya ulaşırsınız. Biz de TUİÇ olarak dünya barışını hedefliyoruz ancak bunu kof söylem üzerinden değil, pratiğe dökerek yapmaya çabalıyoruz. Örneklemek gerekirse TUİÇ bugüne kadar 16 tane ulusal kongre gerçekleştirdi. Bazıları bu ulusal kongrelerin hüviyetini anlayamadı, “uluslararası bir hüviyete sahip olması gereken TUİÇ neden Türkiye içine sıkışıyor” diye çok soruldu ama burada gözden kaçan “Yurtta sulh olmadan cihanda da sulh olmayacağı” gerçeğidir. Türkiye’nin kendine has bir hikayesi ve bu hikayenin içerisinde rengarenk aktörlerin olduğunu içselleştirmeden dünyaya açılmanız çok anlamlı olmayabiliyor. Biz önce kendi aramızdaki farklılıkları ve bu zenginliği fark edip özgüven inşa etmeyi denedik ve bu anlamda başarılı olduğumuzu da rahatlıkla söyleyebilirim. Bugün www.tuicakademi.org sitesi aylık ortalama 20 bin farklı ziyaretçiye sahipse ve Türkiye’de birbirinden farklı üniversitelerdeki uluslararası ilişkiler bölümü öğrencileri ciddi bir ağ kurup birbiriyle tanışmış ve temas halinde olmuşsa bunda TUİÇ’in yaptıklarının büyük bir payı vardır.
UPA: Ülkemizin genç bir uluslararası ilişkiler uzmanı olarak, uluslararası ilişkiler öğrencilerinin genel durumu, eksiklikleri ve yapmaları gerekenlerle ilgili çeşitli seminerler düzenlediğinizi ve düşüncelerinizi dile getirdiğinizi biliyoruz. Kısaca özetlemeniz gerekirse uluslararası ilişkiler öğrencileri ve bu alana meraklı takipçilerimiz için ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
Burak Yalım: Öncelikle “uzman” kelimesine alerjim olduğunu ifade etmek isterim. Türkiye’de uzmanlık çok basite indirgenmiş bir kavram maalesef. Bir konu hakkında 3-5 makale yazan ve 8-10 kitap okuyan kişileri o konuya ilişkin doğru düzgün bir saha analizi ve araştırması olmaksızın uzman olarak niteleyebiliyoruz ve bu çok da doğru değil. Ben nacizane uluslararası ilişkiler eğitimi almış ve bu alanda gençlerin buluştuğu tek çatı kuruluş olan TUİÇ’in Başkanı sıfatıyla Türkiye’de uluslararası ilişkilerin çok yeni olgunlaşmaya başladığını söyleyebilirim. Türkiye’nin demokratik olgunluğu ve ekonomik zenginliği ile uluslararası ilişkiler alanındaki olgunluk düzeyini paralel görmemiz lazım. Rusça bileni Komünist, Ermenice bileni hain, Kürtçe bileni bölücü ve Arapça bileni yobaz ilan ettiğiniz bir ülkede uluslararası ilişkilerin çok da sağlıklı olmasını bekleyemezsiniz. Benzer bir şekilde sivil topluma, araştırma geliştirmeye, özel olarak düşünce kuruluşlarına ayrılan bir bütçenin olmadığı, henüz düşünce kuruluşları ile ilgili bir mevzuatın bile bulunmadığı bir ülkede de uluslararası ilişkiler çok olgunlaşmış değildir. Bu sorunların zamanla çözümlendiğini, görece azaldığını ve daha iyiye giden bir seyir olduğunu da söylemek lazım tabii ama dünya ile kıyas ettiğimiz zaman çok geride olduğumuz herkesin malumu. Böyle bir tabloda uluslararası ilişkiler öğrencilerinin de istisnai durumlar haricinde çok üst düzey başarılı olabilmesi kolay değil. Ama tüm bu eksikler bahane edilmek suretiyle uluslararası ilişkiler öğrencilerinin de umutsuzluğa kapılması, tembellik etmesi kabul edilemez. Bizim her şeyden önce dil sorunumuz var. İvedilikle bunu aşmamız gerekiyor. Bu nedenle uluslararası ilişkilerden mezun olabilmek için belirli dil sınavlarından belirli puanları almak koşulu getirilebilir mesela. IELTS, TOEFL vb. sınavlardan yeterli puanı alamayan öğrenciler uluslararası ilişkiler bölümlerinden mezun edilmemeli. İkinci sorunlu alan ise mekan ve tarih algımız. Yurtdışına çıkmamış bir uluslararası ilişkiler öğrencisi her zaman eksik ve yarım kalacaktır. Resmi tarihten başka bir tarihi perspektifi olmayan, Osmanlı Tarihi’ni at üstünde elinde kılıç ile fethe gitmekten ibaret algılayan ve dünya siyasi tarihini okumayan bir öğrenci de her zaman kendi iç dünyasına hapsolacaktır. Dolayısıyla bol ve çeşitli okuma, dil konusunu halletme, yurtdışı deneyimi, belirli bir alana yönelme gibi temel tavsiyelerde bulunabilirim. Tabii yazmayı, özellikle farklı dillerde yazabilmeyi de başarmak gerekiyor.
UPA: Türk Dış Politikası üzerine çalışmaları olan bir oluşumun Başkanı olarak, dış politikada “Komşularla Sıfır Sorun” ilkesinin uygulanabilirlik durumunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Son dönemde komşularımızla yaşadığımız ve uluslararası kamuoyuna mal olan bazı sıkıntıların bu ilkeyi işlevsiz bıraktığı eleştirilerine katılıyor musunuz?
Burak Yalım: Bizim en başından beri yaptığımız temel hata Komşularla Sıfır Sorun (KSS) ilkesini yahut politikasını gündelik düşünmek veya ham bir hedef olarak algılamaktı. Çelişkilerin yönetildiği ve farklı çıkarların uzlaştırılmaya çalışıldığı bir alan olarak dış politikada sıfır sorunlu bir alanın varlığını düşünmek ve bunu bugünden yarına gerçekleşecek bir hedef gibi algılamak pek rasyonel değil. Dolayısıyla Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından ortaya konulan KSS söyleminin bu kadar tartışılıyor ve gündelik gelişmeler üzerinden eleştiriliyor olması kavrayıştaki sorunlardan kaynaklanıyor. Bir de konunun iç politika malzemesi olarak kullanılabiliyor olması bu sıkıntılı bakış açısını perçinliyor. Bana kalırsa KSS politikası bir motivasyonu ifade ediyor ve bu motivasyonun belirli bir dönem içerisinde çok da işe yaradığını gördük. Suriye ile bugün yaşanılan kriz üzerinden yapılan değerlendirmeler, sınırların anlamsız hale geldiği, Suriye ve Irak ile yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseylerinin ile kurulduğu günlerde yapılmıyordu mesela. Bugün yapılan, dün başarılı olan “KSS bugün neden yürümüyor” sorusunu sormak yerine yaşanan krizler üzerinden naif bir dış politika eleştirisidir. Oysa Türkiye’nin KSS politikasını motivasyon olarak görebilsek ve değişen dinamikleri okuyabilsek bugün bu kolaycılığa kaçmayız. Arap Baharı olarak anılan olaylar yaşanmaya başlayana kadar KSS çok iyi gidiyordu ancak bölgede yaşanan istikrarsızlık haliyle Türkiye’yi ve dolayısıyla Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ilişkilerini de etkiledi. Ben burada bir başka konuya da dikkat çekmek istiyorum. Bugün Türkiye’de dış politikada yaşanan zorluklara ve sıkıntılara “KSS çöktü” genel çerçevesinde yaklaşanların büyük bir kısmının bu durumdan sanki keyif alırmışçasına bahsettiklerini gözlemliyorum ve bu çok ciddi bir sorun. Çünkü dış politikada yaşanan başarılar veya başarısızlıklar iktidar partisini değil, tüm Türkiye’yi ilgilendirmektedir ve bu anlamda iktidara da muhalefete de düşen birbirlerini dış politika üzerinden yıpratmak yerine en azından bu alanda istişare ve işbirliği mekanizmalarını çalıştırabilmeleridir.
UPA: Değerli vaktini ayırdığı için dostumuz Burak Yalım’a çok teşekkür ediyoruz.
Röportaj: Ahmet CEYLAN
24.07.2012