Mali krizin derinleşmesi dünyayı zor duruma düşürüyor. Toplumun tüm kesimlerinde yeni sorunlar oluşuyor. Artık Avrupa ülkelerinde işsizliğin siyasal bir krize neden olduğundan söz ediliyor. Bu ise, tüm insanlığı yıkıma sürükleyen süreçleri hızlandırabilir.
Tehlikeli Eğilimler
Avrupa’nın geleceği, Batılı siyasal çevrelerde giderek daha fazla endişe doğurmaya başlamıştır. 2008 yılı mali krizine kadar, Avrupa Birliği’nin dünyanın en gelecek vaat eden örgütü olduğunu düşünüyorlardı. Onun küresel jeo-siyasetteki güç merkezlerinden biri olabileceğini oldukça gerçekçi buluyorlardı. Her halükarda öngörülerin çoğunluğu, AB’nin geleceğini daha parlak görüyordu.
Şimdi ise, durum tamamen farklıdır. Mali krizinin önü alınmadığı gibi, onun yayılarak tüm dünyayı sarma süreci de endişeyle izlenmektedir. AB bünyesinde ise, ciddi uzmanlar çöküşün yeni alanlarda başladığına ilişkin yazılar yazmaya başlamıştır. Örneğin, “Stratfor”un kurucusu George Friedman son makalesinde bu açıdan Avrupa’nın geleceği için önem taşıyan önemli hususları incelemiştir (Bkz.: George Friedman. Europe, Unemployment and Instability, “Stratfor”, 5 Mart 2013).
Bu yazıda yazar, Avrupa’da krizin nitelik bakımından yeni bir döneme girdiğini özellikle vurguluyor. Yeni eğilim, toplumun siyasal yapısının büyük değişiklikler göstermesi yönünde gerçekleşiyor. Dikkat çeken önemli husus da bununla ilgilidir; çünkü uzman bu sürecin ciddi karşıtlıklarla beraber görüldüğünü ayrıca belirtiyor. Bu bağlamda, mali krizin işsizlik krizine dönüşmesi düşündürücü görünüyor. Mesele şu ki, işsizlik krizinin küresel nitelik taşıdığı iddia ediliyor.
Bu savı sadece G. Friedman’ın iddia etmediğini de belirtelim. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin gençlerin küresel sorunları üzere özel danışmanı Zeenat Rahman da aynı görüştedir (Ayrıntılı bilgi için bkz.: Zeenat Rahman. The Real Crisis: Global Youth Unemployment, “The Diplomat”, 1 Mart 2013). Yazar, dünyada birçok ülkenin gençlerin işsizlik krizinden büyük endişe duyduğunu somut olgularla gösteriyor.
Mesele bunlarla kalmıyor. İşsizlik krizinin siyasal sorunlar yaratmaya başladığına ilişkin öngörüler yapılmaktadır. G. Friedman ve Z. Rahman somut olgular temelinde, artık bu sürecin Avrupa’da başladığını yazıyor. Siyasal krizin başlaması, bir kurum olarak Avrupa Birliği’nin geleceğini şüpheli hale getiriyor; çünkü süreç toplumun tüm kesimlerinde, özellikle siyasal hayatta ve ideolojik kavramların içeriğinde köklü değişikliklere yol açıyor.
Uzmanları bu açıdan en çok rahatsız eden, faşizmin Avrupa’da yeni bir biçimde uyanma tehlikesinin oluşmasıdır. Siyasal köktencilik (radikalizm) hangi biçim ve içerikte olursa olsun, günümüz ruhuna uygun değildir. Dünyada küreselleşme sürecinin yaygınlaştığı bir dönemde, tecrit olma ve başkalarına karşı saldırgan davranma kabul edilebilir bir siyasal etkinlik modeli olamaz. Fakat uzmanları düşündüren asıl husus daha ziyade, gelişmiş bir coğrafya olan Avrupa’da bu tür bir durumun nasıl oluşabildiğidir. Bu önlenebilir mi? Bu soruları yanıtlamak için öncelikle işsizliğin siyasal bir krize yol açma süreci üzerinde durmak gerekir.
İşsizlikten Köktenci Siyasal Görüşe Gidiş
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün verdiği bilgiye göre, şu anda dünyada 75 milyon işsiz genç vardır. 15-24 yaş arasında olanların iş bulma şansı daha büyüklere oranla 3 kat daha azdır. Yunanistan’da işsizlerin oranı %27, İspanya’da % 26,2, Portekiz’de % 17,6, İrlanda’da % 14,7, Litvanya’da % 13,3, İtalya’da % 11,7’dir (Bkz.: George Friedman’ın adı geçen makalesi).
Fransa ve Polonya’da bu oran % 10,6, Birleşik Krallık’ta ise % 7,7’dir. Sadece Almanya, Avusturya, Hollanda ve Lüksemburg’da işsizlik % 6’dan düşüktür. Bu rakamlar ne tür tehlikelere işaret etmektedir? Sorun, her işsizin aslında daha en az 3 kişinin ekonomik güçlük çekmesi anlamına geliyor oluşudur. Buraya psikolojik sorunları da eklemek gerekiyor. İşsiz kişi, kendini her zaman toplumun karşısında hissediyor, yabancılaşıyor, sosyal ortamın acımasız olduğunu düşünüyor.
Diğer taraftan, eğer bir ülkede işsizlik oranı % 11 ise, demek ki nüfusun % 44’ü sosyo-ekonomik zorluklar içerisinde yaşıyor. O zaman şu anda Yunanistan’da işsizliğin % 27 olması nüfusun % 81’inin krizin yükünü omuzlarında hissetmesi anlamına geliyor. Deneyimler, toplumda böylesi bir durum oluştuğunda siyasal sistemde ciddi değişikliklerin meydana geldiğini gösteriyor. Şimdi İtalya ve Yunanistan’ın siyasal hayatında yaşananlar bu görüşü onaylıyor.
İtalya’da Şubat ayında yapılan genel seçimlerde “Beş Yıldız Hareketi” olarak adlandırılan siyasal parti meclisin % 25’inin sahibi oldu. Bu hareketin 2009 yılında, siyasetle hiçbir ilgili olmayan kişiler tarafından oluşturulduğunu dikkate alırsak, onların başarısının nedenleri üzerinde düşünmeye değerdir.
“Beş Yıldız Hareketi”nin temelini tanınmış komedyenler Beppe Grillo ve Janroberto Casaledjio atmıştır. Bu parti, halk yardakçısıdır ve Avrupa’da bütünleşmeye olumsuz yaklaşan bir ideolojiye sahiptir. İtalya’nın kendini korumak için yurtiçinde yolsuzlukla savaşması gerektiğini düşünüyor. Dış politikada ise, çıkarlarını AB uğruna kurban etmemelidir. Fakat bu parti, verimli hiçbir ekonomik gelişme modeli sunmuyor. Şimdi durum, geçen yüzyılın 20’li yıllarında Avrupa’da faşizmin gelişmesine olanak yaratan duruma benziyor. Doğal olarak, günümüzde faşizm XX. yüzyıldakinden farklılık gösterebilir. Fakat içeriği değişmiyor.
Halk yardakçısı vaatler, ülkeyi tecrit etme politikası ve tehlikenin dışarıdan geldiğine ilişkin kanı oluşturma, sonunda toplumu aşırı uç bir konuma getirebiliyor. Şimdi İtalya ve Yunanistan’da Almanya’ya karşı düşmanlık duygusu uyandırılıyor. Meseleyi, Almanya’nın AB’nin en güçlü ülkesi olarak krizin giderilmesine yardımcı olabileceği şeklinde sunuyorlar. Fakat o bunu yapmıyor. Aynı zamanda, Berlin’in Paris’e karşı da yapıcı bir tutum sergilemediğine ilişkin haberler yayılıyor. Almanya enflasyonun denetim altında tutulması, Fransa ise daha çok maddi destek almakta çıkarlıdır. Bu çelişkiyi, zor durumda olan ülke siyasetçileri kendilerine karşı atılmış bir adım olarak kabul ediyor. Sonuçta toplumda köktenci siyasal görüşten olan insanların sayısı artıyor.
Buna benzer bir eğilim Yunanistan’da da gözlemleniyor. Ülkede “Altın Şafak” adındaki siyasal partinin son dönemde nüfuzu artmaktadır. Onlar Yunanistan vatandaşı olan Türklere karşı açıkça saldırgan tutum sergiliyor. Ülkede işsizliğin yüksek olduğunu düşünürsek, kısa vadede siyasal köktenciliğin güçlenebileceği öngörülebilir. Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve diğer Avrupa ülkelerinde de benzer süreçler yaşanıyor.
Orta Sınıfı Kim Kurtaracak?
Bu krizlerin tümü, Avrupa’daki mevcut siyasal güçlerin orta sınıfın çıkarlarına uygun davranmaması sonucunda ortaya çıkıyor. Bu hususu kullanan halk yardakçıları ise, halkı kendi taraflarına çekiyor. Bu süreç demokrasiyi büyük bir tehlikeye sokuyor; çünkü köktenci siyasal çizginin taraftarları yönetim sistemini kökten değiştirmeye çalışıyor. Onlara engel olmak için ise, şimdilik etkili programlar hazırlanmamıştır.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nden ekonomist Ekkehard Ernst, gençlerin önümüzdeki 5 yıl içinde istihdam edileceğine inanmadığını söyledi. O, 2017 yılında İspanya’da gençlerin % 50’sinden, İtalya ve Yunanistan’da ise % 30’undan çoğunun işsiz olacağını öngörüyor. Alman Ekonomisi Enstitüsü uzmanı Holger Schofer durumun bu derece ağır olmadığını söylese de, krizin derinleştiğini yadsımıyor.
Son dönemde Avrupalı siyasetçilerin de işsizliğin yarattığı sorunlardan sık sık bahsetmeye başlaması ilginçtir. Bu konuda Alman Şansölyesi Angela Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ve Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Herman van Rompuy endişelerini ifade etmiştir.
Bunlar, Avrupa ülkelerinde siyasal köktenciliği önleyebilecek süreçlerin yok derecesinde olduğunu gösteriyor. Yorumcular, uzmanlar ve siyasetçiler durumun çok ağır olduğundan bahsediyor, fakat somut bir çıkış yolu gösteremiyorlar. AB içerisinde orta sınıfın sosyo-ekonomik durumunun ağırlaşmasıyla birlikte aşırı köktenci, yobaz ve faşist düşünceli grupların konumlarının daha da güçlenebileceği sonucuna varılıyor.
Bu eğilimin ne kadar uzun soluklu olacağını şimdiden söylemek zordur. Ancak artık tehlike çanları çalınıyorsa ve Avrupa Birliği’ni saran kriz süreci yavaşlamıyorsa, çok ciddi düşünmenin zamanıdır. Siyasal krizin derinleşmesi küresel çapta kendini göstermeye başlıyorsa, bundan her devlet zarar görebilir. Bu anlamda, bu meseleyle her ülke mücadele etmelidir. XXI. yüzyılın faşizminin, insanlığı daha felaketli duruma düşürebileceğine şüphe olmamalıdır.
Çifte standart siyaseti yürüten büyük devletlerin konumlarını bir daha gözden geçirirse, bütün dünya için hayırlı olacağı görülüyor; çünkü krizin önü bugün alınmıyorsa, yarın gençler daha ağır sorunları çözmek durumunda kalacaktır. İşsizliğin giderek arttığı bir dönemde, bu yolun insanlığı kurtuluşa götürmesi zor görünüyor.
Kaynak: Newtimes.az