Bilindiği gibi, XXI. yüzyılın başlarına doğru Batı demokrasisi ile Doğu komünizmi gibi iki barışmaz ideolojinin 70 yıl süren çatışmasından yaka kurtaran uluslararası toplum, bunlardan hiç de az tehlikeli olmayan diğer bir olgu ile – Soğuk Savaş’ın çocuğu olan, somut olarak tüm dünyayı pençesine alan ve son on yıllarda uluslararası güvenlik sistemini tehdit eden uluslararası terörist güçler ile – yüzleşti.
Dünya birliğinin jeopolitik ve jeoekonomik yapısında günümüzde yaşanan ve yeryüzünün birtakım bölgelerinde sosyo-politik sistemlerin dönüşümüyle birlikte görülen derin değişiklikler, dünyanın tek kutuplu jeosisteminin “çok kutuplu” hale gelmesiyle belirlenen ve nitelikçe yeni bir jeopolitik döneme girdiğini kaydetmeyi olası kılıyor. Çağdaş dünyanın en güçlü askeri ve siyasi kurumları olan NATO ve Avrupa Birliği’ni şahsında birleştiren Batı dünyası ile birlikte, öncelikle Çin ve Rusya gibi yeni jeopolitik oyuncular da etkinleşerek, dünya sorunlarına şu ya da bu derecede etki göstermektedir. Bütün bunlar çağdaş küreselleşme süreçlerinin hızlandığı bir ortamda gerçekleşmektedir.
Aynı zamanda, Huntington’ın medeniyetler çatışması ile ilgili öngörülerinin de bazı ana hatları ortaya çıkmaktadır. Bunun belirtileri şimdi ayrı ayrı terörizm ve saldırgan ayrılıkçılık eylemlerinde görülüyor. Ayrıca, son yıllarda birtakım Avrupa ülkelerinde yaşanan olaylar çok kültürlülük düşüncesinin başarısızlığını açık şekilde kanıtlıyor.
Genel olarak, dünyanın çağdaş siyasi manzarası daha ziyade rengârenk bir mozaiği hatırlatıyor. Burada dev ve bölgesel devletler şu ya da bu ölçüde küreselleşme ve medeniyetler arası süreçlere katılan küçük devletlerle komşu oluyor. Bu arada, dünya sahnesinde bir süper gücün – ABD’nin – avantaj sağlayışının geleceği, uluslararası toplumda oldukça tepki doğuruyor ve insanlığın bu yönde gidişatına alternatif olmak üzere, küresel bir jeosistem kavramı olan “çok kutuplu dünya” ileri sürülmektedir. Yeryüzünde oluşmakta olan yeni jeopolitik merkezler arasında nüfuz bölgelerinin bölüştürülme meselesi gündeme geliyor. Aynı zamanda, bugün uluslararası alanda hiç bir ülke, hiç bir jeopolitik güç merkezi büyük uygarlıkların rengârenkliğini ve kendine özgülüğünü dikkate almadan, bağımsız şekilde tam olarak kendi jeostratejik ve jeoekonomik görevlerini tanımlayamamakta ve gerçekleştirememektedir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, günümüzde uluslararası terörizmin etkinleşmesi doğrudan son on yıllarda dünyayı kuşatan küreselleşme süreçleri ile ilgilidir.
Halinden memnun “altın milyar” ile diğer “dilenci milyarlar” arasındaki uçurumun derinleşmesi, ikincilerin hızla yoksullaşması, geleneksel iç sosyo-politik ilişki ve değerlerin çöküş tehlikesinin bulunması yeni saldırgan ayrılıkçılık ve terörizm eylemlerini doğuruyor.
Önemli unsurlardan biri de, Batılı olmayan diğer dünyanın, yaşam koşullarının yükseltilmesinde, barışçıl yöntemler beklenen sonuçları doğurmadığı takdirde, yakın gelecekte sadece küreselleşmeye değil, bütünüyle mevcut dünya düzenine olan güvenini de yitirebileceğidir.
Dünyada dini kökdencilik, aşırı milliyetçilik ve ırkçılık, etnik hoşgörüsüzlük, uluslararası terörizm ve organize suç merkezlerinin oluşturulması; ekonomik eşitsizlik, demografik patlama, denetlenemeyen göçler, çevresel felaketler ve doğal kaynakların tükenmesi kargaşaya neden olabilir.
Ayrıca, küreselleşmenin yarattığı kazanımlardan yararlanan bölgeler de çeşitli uluslararası terör saldırılarından bağışık değildir. Son yıllarda ABD, Büyük Britanya, İspanya, Norveç, Rusya, Türkiye, Pakistan ve diğer ülkelerde hem uluslararası terör ağının hem de özel eğitimli terörist güçlerin saldırıları ile ilgili üzücü olayları hatırlamak yeterlidir.
Prof. Dr. Pervin DARABADI