Hatay’ın Suriye sınırındaki Reyhanlı ilçesini kana bulayan ve resmi rakamlara göre 51 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırıların ardından cevap arayan birçok soru kamuoyunun birincil gündemini oluşturur hale geldi. Saldırının ardından konan “yayın yasağı” birçok kişi, kuruluş ve siyasi parti tarafından eleştirilirken, özellikle yabancı basından sızan haberler ve yorumlar oldukça kafa karıştırıcı ve yetkililerin yaptıkları açıklamalar ile çelişen bir mahiyet arz erdiyor. Özellikle dünyanın en önemli haber kanallarından BBC’nin Reyhanlı Saldırısı’nın ardından verdiği ve saldırıyı El Kaide’ye bağlı El Nusra Örgütü’nün gerçekleştirdiğine dair haber, yayın yasağı ile birleştiği noktada Türkiye’de ciddi bir gündem yarattı.
Reyhanlı Saldırısı’nın gerçekleştiği konjonktür gerçekten çok ilginçtir. Nitekim bu saldırı, Başbakan Erdoğan’ın Washington’a gerçekleştireceği resmi ziyaretin hemen öncesine denk geldi. Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere destek veren ve Esad Yönetimi’nin devrilmesini isteyen en önemli bölgesel aktör olarak ön planda olduğu ve Başbakan Erdoğan’ın, ABD ziyareti çerçevesinde, Başkan Obama’yı, Suriye’ye yönelik uçuş yasağı ve askeri operasyon dahil birtakım tedbirler alma yönünde ikna etme çabasına girme olasılığının çok yüksek olması saldırıyı önemli kılmaktadır. Saldırının gerçekleştiği Reyhanlı ilçesi, ciddi bir Suriyeli mülteci nüfusuna sahiptir. Yerel halk ile Suriyeli mülteciler ve özellikle Özgür Suriye Ordusu saflarında savaşan birtakım unsurlar arasında toplumsal bir gerginlik vardır ve bu ilçe birkaç ay önce de bir bombalama olayına sahne olmuştur. Reyhanlı’nın Halep’e oldukça yakın olduğu ve Halep’in de büyük çapta El Kaide’ye bağlı El Nusra Cephesi’nin kontrolünde olduğu unutulmamalıdır. Hükümet, saldırı sonrası suçu doğrudan Esad yandaşlarına ve Suriye yönetimine ideolojik ve toplumsal bir yakınlık gösteren ve Mihraç Ural’ın önderi olduğu THPC/Acilciler grubunun üzerine yüklemiştir. El Muhaberat ile Acilciler arasındaki siyasal ve toplumsal bağ ile Mihraç Ural’ın Suriye’de yaşıyor oluşu bu illiyet bağını kuvvetlendiren unsurlardır. Mihraç Ural ise, Radikal’e verdiği röportajda saldırıyı kınamış ve suçu İsrail ile Suriyeli muhaliflerin üzerine atmıştır. Saldırının Başbakan Erdoğan’ın Washington ziyaretinin hemen öncesine denk gelmesi, oldukça kanlı bir görünüm arz etmesi ve suçlunun derhal bulunarak Esad ve destekçilerinin mahkum edilmesi, Esad yönetiminin gerekirse askeri yöntemlerle devrilmesini hedefleyen Türkiye’nin elini güçlendiren bir faktör olarak değerlendirilebilir. Bu yönüyle oldukça ilginç bir görüntü ortaya çıkmıştır ve bu saldırı Başbakan’ın Washington ziyaretinde de işlevsel bir öneme sahip olacaktır.
Reyhanlı Saldırısı kimin işine gelir? Saldırıya dair 4 önemli senaryodan bahsedilebilir. Birinci senaryo, saldırıyı hükümetin de ortaya koyduğu üzere Esad Yönetimi’nin Türkiye içerisindeki unsurlarının gerçekleştirdiğidir. Buna göre, Esad, Suriyeli muhalifleri her yönüyle destekleyen ve ABD’nin liderliğinde ortaya konacak bir askeri koalisyon eliyle kendi yönetimini devirmeyi amaçlayan Türkiye’yi cezalandırmak istemiş olabilir. Bu cezalandırma girişiminin Başbakan’ın Washington ziyaretinin hemen öncesinde gerçekleştirilmesi ise mesaj vermek ve siyasal bir farkındalık yaratmak olarak açıklanabilir. Ne var ki, bu senaryonun çok önemli bir eksiği vardır. ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları, 7 Mayıs’ta Moskova’da yaptıkları görüşme sonrasında “askeri operasyonu önleyecek” bir girişim üzerinde anlaşmışlardır. Buna göre ikinci bir Cenevre Konferansı en yakın zamanda (Mayıs sonuna değin ya da Haziran ayı içerisinde) düzenlenecek ve bu konferansta Esad yönetimi ve muhalifler bir araya gelerek çözüm noktasında ilerlemeye çalışacaklardır. Yani Türkiye’nin askeri operasyon ya da muhalefete kayıtsız-şartsız destek istediği ABD, kendi iç sorunlarına referansla, Suriye’de Rusya’nın da işine gelecek siyasal bir çözüme “evet” demiştir. Bu nedenle, böyle bir konjonktürde Esad’ın Türkiye’ye saldırı düzenlemesinin anlamsız olduğu ortadadır. Yani Reyhanlı Saldırısı, Esad’ın işine gelmeyecektir.
İkinci senaryo ise Reyhanlı Saldırısı’nın sorumluluğunu El Kaide’ye bağlı El Nusra Cephesi’nin üzerine yıkmaktadır. Suriye muhalefeti içerisinde bağımsız bir görünüm sergileyen ve Özgür Suriye Ordusu içerisinde de “özerk” bir yapıya sahip olan bu kanat, Obama Yönetimi’ni, askeri bir operasyon için ikna etmesini istediği Türkiye’yi meseleye daha fazla entegre edebilmek için düzenlenmiş olabilir. Başbakan Erdoğan’ın Washington ziyaretini tamamıyla Suriye’ye odaklamak ve Obama’ya da askeri bir operasyon dışında herhangi bir çözüme “evet” demeyecekleri ispat etmek El Nusra’nın hedefi olabilir. Bu örgütün, daha önce de Reyhanlı halkı ile birtakım sorunlar yaşamış olması, Reyhanlılar ile Suriyeli mülteciler arasındaki gerginlik ve El Nusra’nın lideri Ebu Muhammed El Cevlani’nin geçtiğimiz günlerde Esad güçlerince öldürülmüş ya da ağır yaralanmış olması (tam olarak bilinmiyor) da El Nusra’yı bu saldırıya itmiş olması ihtimali yüksektir. Nitekim BBC ve birçok yabancı basın organı da saldırıyı El Nusra’nın üstlendiğine dair haberler yayınlamıştır.
Saldırıya dair üçüncü senaryo ise İsrail’i ön plana almaktadır. Tabii bu noktada ABD Yönetimi’nin de durumdan haberdar olacağı kuşkusuzdur. ABD ve İsrail, Rusya’yı karşılarına almadan ve askeri operasyonun yaratacağı bölgesel, toplumsal ve ekonomik maliyeti de ağırlıklı olarak Türkiye’nin üzerine yüklemek amacıyla Reyhanlı Saldırısı’nı gerçekleştirmek ve Türkiye’yi Suriye’ye askeri bir operasyona itmek istemiş olabilirler. Nitekim böyle bir durumda ABD’nin sorumluluğu ikinci planda kalacak, Rusya’nın ABD/İsrail’e yönelik tepkisi de dolaylı bir hal alacaktır. Ne var ki, böyle bir operasyon sonucu Suriye’de bölünme sürecinin hızlanacağı, İran ve Hizbullah’ın da dahil olacağı bölgesel bir Sünni-Şii kapışmasının hızlanacağı ve İsrail’in güvenliği için büyük bir önem arz eden Lübnan’ın büyük bir karışıklık içerisine gireceği açıktır. Üstelik askeri operasyon neticesinde Suriye’de radikal ve ABD/İsrail karşıtı güçler de kontrolü ele alabilir. İran Krizi de bölgesel bir mahiyet kazanacak ve İran’ın üzerindeki baskı da azalacaktır. Bu nedenle İsrail’i hedefe yerleştiren bu senaryo akla yatkın gelmemektedir. Dördüncü senaryo ise PKK/PYD ile ilgilidir. Ne var ki, “çözüm süreci” başlamış ve PKK’nın siyasal ve toplumsal meşruiyeti artmışken böyle bir saldırının hiçbir anlamı olmayacaktır. PKK’nın Suriye’deki kolu PYD de böyle bir angajmana girmek istemeyecektir. Zira “çözüm süreci” çerçevesinde Türkiye ile Kürtler arasındaki duvarlar yıkılmakta ve yeni bir bölgesel ittifakın tohumları atılmaktadır. PYD’nın Suriye’nin kuzeyindeki siyasal/toplumsal gücü ve meşruiyeti de sorgulanamaz derecede artmıştır.
Senaryolar değerlendirildiğinde akla en yatkın olanın, saldırıyı El Kaide’ye bağlı El Nusra ile ilişkilendiren seçeneğin olduğu gözler önüne serilmektedir. ABD’nin Rusya’nın ortaya koyduğu Suriye tezine yakınlaştığı, Suriye muhalefetine kuşkuyla yaklaştığı ve askeri operasyonu reddettiği bir dönemde Esad Yönetimi’nin böyle bir operasyonu gerçekleştirmesi, Suriye Yönetimi’nin gerçeklikle bağlarını tamamen koparması ve sürecin gelişimini değerlendirememesi anlamına gelecektir. Kendi varlığını ABD ile Rusya arasındaki bölgesel anlaşmazlığa endekslemiş Esad Yönetimi’nin bu konjonktürde Reyhanlı’ya saldırması anlamsızdır. Bu nedenle, Türkiye’nin yapması gereken, Suriye muhalefetiyle radikal El Nusra Cephesi arasına ayırıcı bir çizgi çekmek ve Reyhanlı Saldırısı ile El Nusra ve türevleri arasında bir ilişki varsa açıklamaktır. Nitekim, böyle bir tavır, Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel prestijine de olumlu yansıyacak ve Türkiye’nin Suriye bağlamında haklı ve meşru talepler ileri sürdüğünü de kanıtlayacaktır.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU