VEKALETEN SAVAŞIN ORTADOĞU’DAKİ ADRESİ: SURİYE

upa-admin 27 Mayıs 2013 2.852 Okunma 0
VEKALETEN SAVAŞIN ORTADOĞU’DAKİ ADRESİ: SURİYE

Vekaleten savaş (proxy war), birbirleriyle doğrudan savaşa girmeyi göze alamayan aktörlerin (devletlerin), belli bölgeler nezdindeki güç dengesini kendi lehlerine çevirebilmek amacıyla, bahsedilen bölgelerde birbirleri ile savaşan ya da savaşmaya eğilimli olan güçlere destek vererek o bölge/bölgelerde siyasal/sistemsel etkinliklerini arttırabilme çabası olarak tanımlanabilir. 2 yıldan uzun bir süredir devam eden ve Ortadoğu ile ilgili tüm küresel ve bölgesel aktörlerin Esad Yönetimi ve muhalefet üzerinden taraf olduğu Suriye Krizi de esasında bir vekaleten savaş görünümündedir.

Suriye’de süregelen iç savaş çerçevesinde taraflara silah, lojistik ve para desteği veren aktörlere göz gezdirdiğimizde, bu mücadelenin neden bir vekaleten savaş olarak adlandırılabileceğini görebiliriz. Nitekim Esad Yönetimi’nin destekçilerine göz gezdirdiğimizde karşımıza çıkan en önemli aktörler; İran, Hizbullah, Nuri El Maliki’nin yönetimindeki Irak merkezi yönetimi ve Rusya’dır. Bu aktörlerin hepsinin Esad Yönetimi’nin devamından yana tavır takındığını görüyoruz. Nükleer programından dolayı başta ABD ve İsrail olmak üzere Batılı aktörler ve müttefikleri tarafından endişeyle yaklaşılan ve çeşitli siyasal, ekonomik ve askeri kısıtlamalar ile karşı karşıya kalan İran, Ortadoğu’daki bölgesel etkinliğini koruyabilmek ve kendisi üzerinde odaklanmış olan sistemsel krizi komşu coğrafyalara yayarak hedef şaşırtabilmek ve zaman kazanabilmek için Suriye Krizi’ni kullanmaktadır. Nitekim Suriye Krizi başlamadan önce, İsrail’in, ABD’yi İran’a karşı bir askeri operasyona zorladığını hatırlıyoruz. Bu tehdit İran için hala canlı olduğu için ABD karşıtlığı ile bilinen Esad Yönetimi’ne destek vermek İran için en mantıklı yaklaşımdır. İran, aynı zamanda kendisini Şiilerin koruyucusu olarak gördüğü ve bu bağlamda bir bölgesel liderlik üstlenmek istediği için, büyük bir çoğunluğu Sünni olan ve Suudi Arabistan ve Katar gibi Sünnilik ekseninde hareket eden, hatta Türkiye gibi nüfusunun büyük bir bölümü Sünni olan devletlerle Esad Yönetimi aracılığıyla mücadele etmektedir. Hizbullah ise; ideolojik, askeri ve siyasal anlamda hamisi olan İran ile bağlantısını Esad Yönetimi üzerinden sağladığı için Suriye’de Sünnilerin kontrolünde olacak bir hükümete sıcak bakmamaktadır. Bunun yanı sıra, Suriye’de kontrolün Sünni ağırlıklı bir yönetime geçmesi durumunda, Hizbullah’ın Lübnan’daki siyasal/toplumsal etkinliği de sınırlanabilecektir. Bu bağlamda Hizbullah da bu vekaleten savaş çerçevesinde Esad Yönetimi’nin yanında yer almaktadır. Hasan Nasrallah’ın yaptığı açıklamalar ve Humus’a bağlı Kuseyr çevresindeki askeri operasyon çerçevesinde Hizbullah güçlerinin Suriye Ordusu ile birlikte savaşması bu durumun açık bir kanıtıdır. Şiilik ekseninde hareket eden bir aktör olan Irak Başbakanı Nuri El Maliki ise, hem Irak Şiileri içerisindeki siyasal etkinliğini korumak ve arttırmak hem Kürtlere ve Türkiye’ye karşı İran’ın desteğini almak hem de Iraklı Sünniler ile Suriye muhalefeti arasındaki organik bağları kesebilmek için Esad Yönetimi’nin yanında yer almaktadır. Mevcut konjonktürde Suriye bağlamında çok fazla söz edilmese de, Maliki Yönetimi’nin gerektiği anda İran’ın da isteği (baskısıyla) Esad’a yardım edeceği ortadadır. Ortadoğulu bir aktör olmamasına karşın, Rusya da Esad Yönetimi’nin yanındadır. Üstelik Rusya, mevcut Suriye iktidarının gerek BM nezdinde gerekse de uluslararası sistem bağlamında en etkin destekçisidir. Rusya’nın, ABD ve müttefiklerini Esad’a karşı bir askeri operasyon düzenlemekten alıkoyan ve Esad Yönetimi’nin hala ayakta kalmasını sağlayan en önemli unsur olduğu da bilinmektedir. Rusya, uluslararası sistem bağlamında kurgulamak istediği çok boyutluluk anlayışının bir gereği olarak, Ortadoğu’nun tamamıyla ABD ve müttefiklerinin kontrolüne girmesini istememektedir. Kendi Ortadoğu etkinliğini arttırabilmek, küresel bir kutup haline geldiğini kanıtlayabilmek ve Tartus’taki deniz üssünün (Akdeniz’deki tek Rus askeri üssü) güvenliğini sağlayabilmek için, Rusya’nın, Esad taraftarı bir duruş sergilediğini görüyoruz. Rusya’nın Suriye politikasının başarısı, bu ülkenin, ABD’yi, Esad Yönetimi ve muhaliflerin bir araya getirileceği Cenevre 2 görüşmelerine ikna etmesinden de anlaşılabilir. Rusya, bu politika çerçevesinde, özellikle BM nezdinde Çin’in de desteğini almaktadır.

Suriye’deki vekaleten savaşın (proxy war) diğer cephesinde ise ABD, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve son dönemlerde duruşunu farklılaştıran İsrail bulunmaktadır. ABD, Suriye düzleminde elde edeceği bir başarı ile İran’a karşı önemli bir zafer elde edebileceğini ve bu ülkeyi iyiden iyiye köşeye sıkıştıracağını görmektedir. Bunun yanı sıra, Suriye’de El Kaide (El Nusra) ve diğer radikal unsurların dışarıda bırakılacağı bir hükümet kurulabilmesi halinde, bu hükümetin ABD ile ilişkilerinin çok iyi bir düzeyde olacağı ortadadır. Suriye’de halkın önemli bir bölümünün desteğine sahip, ılımlı bir yönetimin kurulabilmesi, İsrail’in güvenliğine önemli bir katkı sunacağı ve Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirebileceği için ABD tarafından arzulanmaktadır. ABD, Esad Yönetimi’nin devrilmesine vereceği destek ile özellikle Sünni Araplar nezdindeki olumsuz Amerikan algısını da değiştirmeyi hedeflemekte ve Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliğini de azaltabilmenin peşindedir. Ne var ki, Suriye’de Esad’a karşı savaşan grupların radikal ve Amerikan karşıtlığı ile tanınan aktörler olmaları ve özellikle El Kaide’ye yakın duran El Nusra’nın Özgür Suriye Ordusu’ndan ve Suriye muhalefetinden bağımsız hareket etmeye çalışması, ABD’yi Suriye’nin geleceği noktasında tedirgin etmektedir.

Kendisini Sünni Arapların lideri olarak gören Suudi Arabistan ise, Katar’ın ekonomik ve diplomatik gücünü de yanına alarak, Şii İran Yönetimi’nin yanında duran Esad Suriye’sine karşı muhalefeti desteklemektedir. Böylece hem kendi bölgesel etkinliğini/liderliğini güçlendirmek istemekte hem de kıyasıya mücadele ettiği İran’ı köşeye sıkıştırmayı arzulamaktadır. Ne var ki, Suudi Arabistan ve Katar’ın, El Kaide yanlısı örgütlere ve El Nusra’ya verdiği askeri ve ekonomik destek, Suriye’yi radikal bir yönetimden uzak tutmayı amaçlayan ve Suriye’de yeni bir Afganistan yaratılmasının önüne geçmek isteyen ABD ve Batılı aktörleri rahatsız etmektedir.

Türkiye de Suriye’deki vekaleten savaşın taraflarından biridir. Türkiye, son dönemde Ortadoğu’da elde ettiği bölgesel etkinliğin özellikle Sünni Araplar nezdinde karşılık gördüğünü bilmektedir. Suriye’de Esad Yönetimine karşı mücadele veren muhalefetin liderliğini Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak isteyen Sünnilerin yapması ve Esad’ın Sünni ağırlıklı muhalefete karşı düzenlediği operasyonlar, Türkiye’yi Ortadoğu’daki etkinliğini sürdürebilme noktasında Suriye muhalefetiyle birlikte hareket etmeye itmiştir. Türkiye, Suriye muhalefetine, lojistik, ekonomik, diplomatik ve siyasal destek vermekte ve Esad’ın devrilmesi için yoğun bir çaba yürütmektedir. Ancak Türkiye’nin muhalefete verdiği destek sonucunda savaşın Türkiye topraklarına sıçraması endişesinin artması ve bunun emarelerinin görülmesi, Türk Hükümetini, toplumsal bir tepki dalgası ile karşı karşıya bırakma riskini de arttırmaktadır.

Suriye, bugün itibarıyla Gordion’un Düğümü ile sarmalanmış bir görünüm arz etmektedir. Nitekim hem uluslararası sistem bağlamlı mücadele hem de bölgesel etkinlik yarışı, bu vekalet savaşı aracılığıyla sürdürülmektedir. Önümüzdeki günlerde düzenlenmesi planlanan Cenevre Görüşmeleri’nin de bu vekalet savaşına bir çözüm getirmesi beklenmemelidir. Zira tarafların konuya olan yaklaşımları birbirinden çok farklı bir düzlemde şekillenmektedir.

Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.