Yaklaşık 2,5 yıldan beri, Suriye hakkında yoğun değerlendirmeler yapmak durumunda kaldık. Bir müddet daha, malum konunun tekrar tekrar ele alınacağı gözüküyor.
O kadar çok şey yazılıp çizildi ki Suriye hakkında, her bir yazı ister istemez, yinelenen birtakım enformasyon ya da analizlerle dolu oluyor. Ancak en çok baş ağrıtan konu, Suriye’nin yaşanan süreçte bir “özne” olmadığının bir türlü anlaşılamaması, verili zemindeki ideolojiler, bölgesel ve küresel çıkarlar, rekabetler bağlamında, kafa karışıklıklarının artmasıdır.
Suriye’de yaşanan süreçte, her nedense Mart 2011 milat alınıyor. Nedeni ise, “sözde Arap Baharı”nın bu ülkeye önce gösterilerle, sonra da silahlı mücadele ve sonunda “iç savaş”la yansımasıdır. Günümüzde, her ne kadar Esad yönetimi, göreli olarak toparlanmış gözüküyorsa da, arkada 100.000 Suriyeli’nin can kaybı, ülkemizin de dahil olduğu komşulara sığınan milyonlarca mülteci, üstelik farklı militan grupların kurdukları yeni siyasal bölge yönetimleri, kronik ve derinleşmiş bir “belirsizliği” ifade etmektedir.
Aslında bir milat kaydedilecekse, bölge açısından Ağustos 1990 tarihi işaret edilmelidir. Saddam’ın Irak’ı Kuveyt macerasına attığı zamandan beri, Ortadoğu’da yeni bir biçimlenme yaşanmaktadır. 1991 ve 2003’teki Körfez Savaşları’yla, Irak’ta adım adım “yeni bir harita” ortaya konmuştur. O zaman da, Suriye’den gelen mülteciler gibi, Türkiye içlerinde 500.000 civarında Iraklı mülteci vardı. 1. Körfez Savaşı sonrası Saddam’ın “İkinci Halepçe” saldırısından çekinen Kürt mülteciler, Türkiye’ye sığınmıştı. Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ne başvurusu üzerine, 36. paralelin üstü, Irak merkezi yönetimine yasaklandı. “Uçuşa yasak bölge”nin güvenliği de, Türkiye’de konuşlanacak uluslararası askeri görev birliği Provide Comfort’a (Çekiç Güç) bırakıldı. Aynı yasak daha sonra, 32. paralelin altına genişletildi. 1991-2003 arasında uçuşa yasak bölgede parlamentosu, para birimi, sınır gücü ve peşmerge ordusuyla fiilen oluşan Kürdistan bölgesi, 2005 Irak Anayasası ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi adını alıp, anayasal statüye kavuştu. Peki Sünni ve Şii Araplar ne oldu? Şii Araplar ise anayasada “nitelikli çoğunluk” gerektiren bir “hükümet kurma” zorunluğu karşısında, Sünni Kürtler’le “hükümet kurmak” durumunda kaldı. Osmanlı dönemi, İngiliz mandası, krallık ve Cumhuriyet dönemlerinde azınlıkta olmasına karşın, siyasal eliti oluşturan Sünni Araplar ise muhalefette kaldı.
2011 Aralık ayında ABD çekildikten sonra, Şii Araplar ve Sünni Kürtler arasında çelişkiler yoğunlaşırken, Sünni Araplar da Sünni Kürtler gibi, özerklik alanlarını genişletme mücadelesine giriştiler. Suriye’de El Kaide uzantısı El Nusra, Suriyeli olmayan “uluslararası gönüllüler” ile fiili bir bölge yönetimi kurarken, PYD öncülüğünde Kürtler ayrı bir yönetim yapılandırırken, Esad liderliğinde Nusayriler, egemen olamadıkları topraklarda çatışmalar sürerken, Şam-Lazkiye hattında devlet erkini sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. ÖSO ise, Batı’yla çelişkileri düşük düzeyde tutmaya çalışıyor, El Nusra ve PYD ile çatışıyor.
Bir genel değerlendirme ortaya çıktığında, Hatay’dan Hakkari’ye uzanan Suriye-Irak sınırımız, yaklaşık 1300 km’lik bir hatta, karşımızda “devlet olmayan” muhataplar sıralanıyor. Tüm yaşananlar, Akdeniz’den Basra’ya, “devletsiz yapılar”ın çoğalacağını gösteriyor. ABD acaba bu yüzeyi, “kontrol edilebilir istikrarsızlık”la manipüle edeceğini mi düşünüyor, yoksa İran’ı izole etmek adına bölgede “devletsiz bir kuşağın” oluşmasını mı tercih ediyor? Pakistan’ın Sovyet işgalindeki Afganistan’da mücahitler açısından bir “dayandığı duvar” olduğunu anımsıyoruz. O dönemden beri, gerek SSCB işgali, gerekse NATO operasyonu sonrası, Afganistan-Pakistan sınırı kevgire döndü. Hatta ABD bu bölgeyi “Afpak” olarak adlandırıyor. Pakistan’daki medreselerde büyüyen talebelerin kurduğu Taliban, sadece Afganistan’da değil, Pakistan Halk Partisi ve Pakistan Müslüman Birliği’nden sonra Pakistan’daki “üçüncü büyük siyasal güç” haline geldi. Bir taraftan da, silahlı şiddeti ve kültürel ağlarıyla, yaşam alanlarını Afpak’ta ele geçiriyor.
ABD-El Kaide arasında 11 Eylül 2001’le başlayan gerilimin, Afganistan operasyonu ve Taliban’ın devrilmesiyle sonuçlandığını anımsasak da, Suriye hattında El Kaide uzantısı El Nusra’ya, bölgedeki ABD müttefiklerinden gelen yardımlara ne demeli? El Nusra, aldığı ya da almadığı yardımlara bakmaksızın, Selefi anlayışı ve “devletsizliğini” bölgeye yaymak isteyecektir. Zaten müttefiki de “Irak-Suriye İslam Devleti” örgütü? Öte yandan Lübnan ve de Türkiye’ye, özellikle “sınır belirsizliği”nden sızmaya, devlet yapılarının metabolizmasını bozmaya çalışacaktır.
Bilmem anlatabildim mi? Devletsiz Ortadoğu’dur bunun analizi…
Resim T-24’ten alınmıştır.
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ