ABD, İngiltere ve Fransa’nın Suriye’ye BM onayı olmadan askeri müdahale edebileceklerine ilişkin haber yayılması küresel çapta çeşitli tepkilere neden oldu. Oluşan durumla ilgili farklı tavır açığa çıktı. Çoğu devletler bu tür adımın kabul edilemez olduğunu düşünüyor. Aslında, Batı’nın büyük devletlerinin adımlarında çelişkili hususlar çoktur.
BM: Kalsın Mı, Kalmasın Mı?
Suriye meselesi dünya jeosiyasetinin temel konusuna dönüşmüştür. Açık söylemek gerekiyor ki, aslında, söz konusu olan uluslararası ilişkilerin sonraki kaderidir, çünkü bir bakımdan Suriye artık dünya siyasetinde çeşitli görünen ve görünmeyen taraflar arasında deneme aşamasına dönüşmüştür – ya oluşmuş çelişkili duruma adil çözüm bulunacak, ya da küresel çapta gözlenen gerilim daha da güçlenecek. Fakat düşündürücüdür ki, 21’inci yüzyılın ikinci on yılı gezegenin yüksek geliştiği dönemde uluslararası ilişkilerde yaşanan süreçlerde bir gariplik vardır. Bilim ve teknolojinin geliştiği tarihsel aşamada uluslararası hukuka saygısızlık üzüntü doğuruyor.
Düşünülürdü ki, büyük devletler Suriye ile ilgili uygun bir tavır sergileyecekler. Bu, çok önemlidir. Fakat çok yazık. Gözlemler göstermektedir ki, bu, hiç de böyle değilmiş. Buna örnek olarak birkaç hafta önce ABD, Fransa, İngiltere yöneticilerinin BM izni olmadan Suriye’ye askeri müdahale edebileceklerine ilişkin verdikleri bildiri gösterilebilir. Yani şöyle bir karar alındı ki, Suriye hükümeti kimyasal silah kullandığına göre ona askeri saldırılar yapmak gerekir. Şimdi çeşitli planların hazırlandığından konuşuluyor.
Ama bir-iki günden sonra anlaşıldı ki, ortaya konulan karar yeterince argümanlı değildir. Öncelikle, beklenirdi ki, dünyanın en güçlü bu üç ülkesi bu karar için kanıt göstersinler. Sadece söz şimdilik kanıtlamak demek değildir. İkincisi, bu devletlerin demokratik ülkeler olduklarını dikkate alırsak, onların kendi ülkelerinin nüfusunun görüşünü dikkate alması mantıklı olurdu. Yapılan sosyolojik anketler de gösteriyor ki, vatandaşlar NATO’nun Suriye’ye askeri saldırı yapmasını istemiyorlar. “Forsa” sosyolojik araştırmalar enstitüsünün “Stern” dergisinin siparişi esasında yaptığı kamuoyu araştırmasına esasen, görüşü sorulan Almanların % 69’u Batılı ülkelerin Suriye’ye askeri müdahalesinin aleyhinedir (Bkz.: Европейские политики предостерегают от военной операции в Сирии без мандата ООН // “Deutsche Welle”, 27 Ağustos 2013 ).
Ayrıca, İngiltere parlamentosu da askeri müdahaleye “hayır” dedi. Orada yapılan oylamada 285 milletvekili bu kararın aleyhine çıktı. Onu 272 milletvekili savundu. Sonuçta, Başbakan David Cameron ülkenin Suriye’ye karşı askeri operasyonlarda yer alıp-almayacağına ilişkin kesin karar almadıklarını söyledi (Bkz.: İngiltere Suriye’ye müdahaleye ‘Hayır’ dedi! // “Milliyet”, 30 Ağustos 2013 ).
Hatırlatalım ki, birkaç gün önce İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague beyan etmişti ki, Suriye’ye BM Güvenlik Konseyi’nin kararı olmadan da müdahale edebiliriz. ABD Başkanı Barack Obama ise net bir şekilde Suriye’ye karşı askeri operasyon hayata geçireceklerini açıklamıştı (Bkz.: Барак Обама решил нанести военный удар по Сирии // www.itar-tass.com, 31 Ağustos 2013). Amerikan Devlet Başkanı “diktatöre ders vermek gerektiğini” vurguladı. Fakat Washington geniş çaplı askeri operasyonların yürütülmesine gerek görmüyor. Hatta Suriye topraklarına Amerikan askerlerinin dahil olmasını da istemiyor. Esas olarak havadan saldırarak Beşar Esad’ın ordusunu zayıflatmak hedefleniyor.
İlginçtir ki, ABD toplumu Barack Obama’nın bu kararına aynı tarzda yaklaşmıyor. Bazı gruplar protesto gösterileri yapıyor. Ayrıca, Amerikan Kongresi’nde oylama da olacaktır. Her halükarda ABD’nin Suriye’ye askeri saldırı yapacağı öngörülüyor. Buna başka devletlerin tepkisi farklıdır. Rusya Başkanı Vladimir Putin Beşar Esad’ın kimyasal silah kullanmasına ilişkin konuşmayı “aptal sayıklama” şeklinde değerlendirmiş (Bkz.: Putin’den Obama’ya mesaj // www.sabah.com.tr, 31 Ağustos 2013). Fransa ise Washington’un attığı adımları destekliyor. Buna Obama hemen tepki vererek, devlet Başkanı François Hollande’a teşekkür etti.
Şöyle anlaşılıyor ki, hep demokrasiden, uluslararası hukuktan, insan haklarından konuşan bu ülkelerin yöneticileri uluslararası hukuk mekanizmasını kendilerinin oluşturduğunu tamamen unutmuşlar. Onlar sanki BM’yi tarihin arşivine atmaya çalışıyorlar. Fakat kendi ülkelerinin insanları ve parlamenterler de buna karşı tavır sergiliyorlar. Bu, Batı gibi gelişmiş mekan için anormal ve düşündürücü bir durumdur. Aslında, mesele küresel ölçekte daha derinde giden süreçlere bağlıdır. Öncelikle, uluslararası hukuk alanında gözlenen bazı sorunlar bir sıra sorular doğuruyor. Maalesef, şimdilik büyük devletler bu yönde etkili adımlar atmak niyetinde değiller. Aksine, hissedilir ki, onlar kendi çıkarlarını sağlamak adına uluslararası hukuk kurallarını ihlal etmekten çekinmiyorlar.
Elbette askeri müdahalenin sonuçlarının nasıl olabileceğinin öngörülmesi gerekiyordu. Aynı şekilde, Rusya, Çin ve İran’ın meydana gelenlere nasıl tepki vereceklerinin önceden dikkate alınması gerekiyordu. Örneğin, BM Güvenlik Konseyi’nin son kapalı oturumunda Moskova ve Pekin Londra’nın hazırladığı askeri müdahale planını ret etmişlerdir (Bkz. Дарья Цилюрик. Барак Обама спешит покарать Сирию // “Независимая газета”, 30 Ağustos 2013 ). Bu açıdan ABD, Fransa ve İngiltere’nin “Büyük Yirmiliğin” (G-20) karşıdaki Petersburg Zirvesi’ni de dikkate almaları gerekiyordu. Şimdi aynı etkinlikte Suriye meselesinin müzakeresinin olumlu sonuç verebileceğine büyük şüpheler vardır.
Nihayet, BM Genel Sekreteri’nin tutumunu dikkate almaya gerek duyulmuyor. Uluslararası ilişkilerin şimdiki karmaşık döneminde onun konumunu dikkate almamak mümkün değildir. O ise diyor: bu kurumu siz yaratmışsınız, siz oluşturmuşsunuz, en azından ona, uluslararası hukuka azıcık saygı gösterin.
Suriye’ye Müdahale Senaryoları: Tehlikeli Hususlar
Tüm bunlar Suriye meselesini neredeyse çıkmaza soktu. Şimdi Batılı siyasetçilerin kendi aralarında bile oybirliği yoktur. İngiltere’nin ardından diğer Avrupa devletleri de askeri müdahale konusunda kararlı olmadığını söyledi. Örneğin, Almanya askeri müdahalede yer almayacağını açıkladı.
İlginçtir ki, Avrupa Birliği’nin birçok ülkeleri ve NATO’ya üye olan 12 devlet de ABD-İngiltere-Fransa “üçlüsü”nün planlarıyla tam razı değiller. Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz büyük devletleri Suriye’ye askeri müdahaleden kaçınmaya çağırdı. O, “Neue Osnabrücker Zeitung” gazetesine verdiği demeçte dedi ki, “biz hem bölgeye müfettiş göndere, hem de onun sonucunu beklemeden karar kabul edemeyiz” (Bkz.: Европейские политики предостерегают от военной операции в Сирии без мандата ООН // “Deutsche Welle”, 27 Ağustos 2013 ). Almanya Dışişleri Bakanı G. Westerwelle bu meselede esas rolü BM’nin oynaması gerektiğini vurguladı. Sosyal-demokrat partisinden Şansölye görevine aday olan Peer Steinbrück sadece diplomatik yollarla sorunu çözmeyi doğru saydığını söyledi.
Suriye ile ilgili oluşmuş duruma Z. Brzezinski’nin tutumu tüm bunların ışığında dikkati çekmektedir. O, “Deutsche Welle” internet yayınına verdiği mülakatta açıkça söylemiş ki, “Suriye sorununun çözümü sadece askeri güce dayanamaz ve sadece Batılı devletlere bağlı olmamalıdır” (Bkz.: Бжезинский: Урегулирование потрясений на Ближнем Востоке не может быть основано на военной силе // “Regnum”, 28 Ağustos 2013 ). Şüphe yok ki, tecrübeli diplomat ve ünlü analist bu fikri söylemek için ciddi esaslara sahiptir. O, soruna bütün Orta Doğu bağlamında bakıyor. Z. Brzezinski bölgenin büyük devletlerinden olan Türkiye’yi de sorunun çözümüne ciddi biçimde dahil etmenin faydalı olacağını söylüyor. Aynı zamanda, İsrail etkeninin dikkatlice göz önünde bulundurulmasını tavsiye ediyor. Bu bağlılıkta da o askeri müdahale senaryolarının hiçbirinin tam başarı sağlamayacağına emindir.
Medyada yayılan habere esasen, Suriye’ye askeri müdahale üç senaryo esasında oluşabilir. Birincisi, ülkenin hava sahasının uçuşlara kapalı ilan edilmesi; İkincisi, net roket saldırılarının yapılması; Üçüncüsü, isyancılara silah verilmesidir. (Bkz.: Михаэль Хартлеп, Михаил Бушуев. Сценарии вероятного военного вмешательства Запада в конфликт в Сирии // “Deutsche Welle”, 27 Ağustos 2013). İngiliz “Oxford Research Group” enstitüsünün güvenlik uzmanı Paul Rogers bu senaryoların hiçbirinin beklenen sonucu vermeyeceği kanısındadır. Bunun esas nedeni ise Rusya ve Çin’in B. Esad rejimine ciddi askeri yardım yapmasıdır.
Birinci senaryo aslında Beşar Esad ordusunu hava uçuşlarından mahrum ediyor. Fakat somut şekilde bunu gerçekleştirmek çok zordur, çünkü Rusya başkent Şam’ı hava savunma sistemleriyle de silahlandırmıştır. Uzmanlara esasen, başkent Washington Suriye’nin hava sahasının uçuşlara kapalı ilan edilmesi seçeneğine gitmeyecek.
İkinci senaryo net füze saldırılarını öngörüyor ki, burada belli sonuç almak mümkündür. Ancak bu yöntem de sorunu tam çözmüyor. Beşar Esad artık beyan etmiştir ki, onun gerekli düzeyde savunma olanakları vardır. Uzmanların kanaatine göre ise, Suriye Cumhurbaşkanı’nın güçlü ABD füzelerine karşı durması çok zor olacak. Net füze saldırıları orduya ciddi zarar verir. Esas olan ise şudur ki, bu yöntemle kimyasal silah depolarını imha edebilirler. Burada yeni sorunlar görülebilir. Onlar hakkında “Stratfor”un kurucusu George Friedman yazmıştır (Bkz: George Friedman. Obama’s Bluff // www.stratfor.com, 27 Ağustos 2013). Onun kanısına esasen, Amerika için kimyasal silahlarının bulunduğu mekanları belirlemek zor olacak.
Üçüncü senaryo isyancıların silahlandırılmasıdır. Bunu Batı için daha güvenli seçenek olarak kabul ediyorlar. Fakat onun verimlilik derecesi şüphelidir, çünkü Beşar Esad’a “Hizbullah” ve İran’ın elit askerleri yakından yardım ediyorlar. Aslında, İran faktörünü Washington’un ciddi biçimde dikkate alması gerekir. Genel olarak Suriye meselesine Orta Doğu sorununun dışında bakmak doğru olmazdı.
Bunlardan bile böyle sonuca varılır ki, Suriye sorununun sırf askeri yolla çözümü mümkün değildir. Dolayısıyla BM onayı olmadan oraya askeri müdahale etmek oluşmuş durumu daha da tırmandırabilir. Her şeyden önce uluslararası hukuk zarar görür. Adalet adına sorunun başka tarafına da bakmak gerekir.
Mesele şu ki, Washington kimyasal silah kullanımını bütün dünya için çok tehlikeli belirti olarak kabul ediyor. Eğer Beşar Esad bu hareketine göre cevap vermezse, İran ve Kuzey Kore gibi ülkeler benzeri adım atabilirler. Öte yandan, ABD’nin dünya karşısında verdiği sözü yerine getirememesi izlenimi doğar (Bkz.: Bachir El Khoury. Syrie: quels sont les vrais motifs du revirement américain ? // “Slate.fr”, 29 Ağustos 2013). Burada, tabii ki, mantık vardır. Fakat sorun şu ki, B. Esad’ın kabul edilemez eylemlerine aynı şekilde cevap vermek dünya çapında hukuki belirsizlik yaratır. Bundan tüm ülkeler daha büyük zarar görebilir. İşte bu nedenle büyük devletler her bir adımı esaslandırmalı, BM’de müzakere etmeli ve uluslararası hukuk dışına çıkılmamalıdır. Meselenin çok önemli yönü Orta Doğu bölgesinde yapılan jeosiyasi oyunlarla ilgilidir.
Ortadoğu: Çıkarların Çarpıştığı Hassas Bölge
Uzmanlar bu bölgede meydana gelen olayların kökeninde büyük jeosiyasi güçlerin çıkarlarının durduğunu düşünüyor. Suriye burada kısmi bir rol oynuyor. Temel amaç Müslüman devletlerini zayıflatmaktır. Bu süreçte Batı, İsrail, Rusya ve Çin ciddi bir rol oynuyor. ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin bölgede somut jeosiyasi çıkarları mevcuttur. Kesin çözüm ise ABD’nin dünya önderi olarak küresel jeosiyasi manzarayı kontrol etme isteğine bağlıdır. Suriye’ye askeri saldırı yapmakta B. Obama’nın ısrar etmesinin arkasında işte bu nedenin durduğunu söylemek mümkündür. Washington düşünüyor ki, B. Esad kitle imha silahı kullandığından dolayı cezalanmazsa, Kuzey Kore ve İran yönetimi daha ileri gidecekler. Onlar cezasızlık ortamının olduğunu düşüneceklerdir. Bunlar ise ABD’nin dünya ülkelerinin gözünde üslendiği misyonuna tamı tanına uymaması izlenimi yaratabilir.
İsrail’in bu açıdan kendi çıkarları vardır. Onun için en iyi seçenek Arap ülkelerinin zayıflamasıdır. Bunun yöntemlerinden biri onlar arasında ihtilafların oluşturulması ve savaşların olmasıdır. Bu nedenle “Arap Baharı” olarak adlandırılan sürecin arkasında hangi faktörlerin durduğunu net belirlemek zordur. Örneğin, Z. Brzezinski bu konuda yazıyor ki, “Arap Baharı” karmaşa bir olaydır. Burada Tel-Aviv’in çıkarlarının sağlanması tehlikeli sonuçlar verebilir. Aynı zamanda, Batı uzmanlarının görüşüne esasen, Washington’un Suriye’ye karşı sert tavır almasında özellikle İsrail etkeni ciddi bir rol oynuyor. Somut olarak, Obama Orta Doğu’da en yakın ortaklarının güvenliğini sağlamaya çalışıyor.
Şunu belirtelim ki, Beyaz Saray Ürdün ve Türkiye’ye karşı olası tehlikelerden de konuşuyor. Washington her iki ortağına karşı B. Esad’ın kimyasal silah kullanabileceğini göz önünde bulunduruyor. Ankara bu endişeyi kabul ediyor. Aynı zamanda, Suriye rejiminin değiştirilmesi gerekliliğini hep vurguluyor. Şöyle bir izlenim oluşuyor ki, ABD baştan bölgenin birçok devletinin Suriye sorununun çözümünde yer almasına çalışıyor. Bunun bölgesel ölçekte savaşa sürükleyeceğini tahmin etmek mümkündür. Meseleye Irak’ın bölgedeki etkinliği açısından bakıldığında bu savın tutarlı olduğunu görmek mümkündür.
İran başkent Şam’a askeri yardım yaptığını saklamıyor. O, aynı zamanda, Ankara’yı bölgenin çıkarlarına uymayan tavır sergilemekle itham ediyor. Son zamanlarda ise Tahran Türkiye yönetimine Orta Doğu’daki jeosiyasi sorunları çözmekte işbirliği önerdi. İran bir yandan ABD’yi tehdit ederek, “eğer Suriye’ye gelirseniz, kendinizle tabutlarınızı da getirin” mesajını veriyor, diğer yandan ise Ankara’yla ortak hareket etmek teklifini sunuyor. Buradan anlaşılmaktadır ki, Tahran bölgede Batı karşıtı koalisyonu oluşturmaya çalışıyor. Böylece o, Suriye sorununu Hıristiyan – Müslüman çatışması düzlemine atmaya gayret ediyor.
Resmi Tahran’ın neden sert davrandığının sebebi açıktır. İran’da biliyorlar ki, Suriye’den sonra hedefe bu ülke dönüşebilir. Süreci Şam’da engellemek tüm açılardan İran’ın işine geliyor. Dikkate alalım ki, Orta Doğu’da mezhepler arasında ihtilafın derinleşmesi sadece Batının çıkarına uygun değildir. Bazı açılardan Tahran da aynı etkenden yararlanıyor. Bunun yanı sıra, “El-Kaide” meselesinde hatta İran’la ABD’nin çıkarları uzlaşıyor. Tüm bunlar sonuçta Tahran’ın manevra olanaklarını güçlendiriyor. Onun için temel sorun Batı’yı Suriye’de daha uzun süreliğine oyalamaktır.
Nihayet, Moskova’nın Orta Doğu’daki çıkarlarını dikkate almamak mümkün değildir. Washington Suriye’de kendi sözünü kesin olarak söyleye bilse, Mısır ve İran konusunda daha sert tavır sergileme imkanı elde ediyor. Rusya ise bölgede jeosiyasi saygınlığını hayli yitirmiş olur. Bu nedenlerden dolayı, V. Putin’in ABD’nin Suriye planını kabul etmemesi tamamen anlaşılıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı temsilcisi Marie Harf diplomatik girişimlerin boşa çıkmasının sorumlusunun Rusya olduğunu belirtti (Bkz.: Запад торопится атаковать Асада – Путин не спешит ему на помощь // www. Inopressa.ru, 29 Ağustos 201 ). Kabul edilebilir ki, bu iki büyük devletin Orta Doğu uğruna jeosiyasi mücadelesinin çok önemli aşaması başlıyor. Burada kimin zafer kazanması dünyanın gelecek kaderini büyük ölçüde belirleyecektir.
Bu bağlamda Çin etkenini unutmak doğru olmazdı. Doğrudur, Pekin şimdilik açıkça Suriye meselesine karışmıyor. Fakat o, Moskova ve Tahran’ın konumunu hep savunuyor. Çin Batı’nın dünya egemenliğini kabul etmediğini açık bildiriyor. Bu nedenlerden dolayı, sonraki süreçlerde Pekin’in konumunu daha kesin ifade edeceğini tahmin etmek mümkündür.
Rahatsız edici etken şu ki, uluslararası düzlemde oluşan gerilimin ortadan kaldırılması için hatta G-8 ve G-20 çerçevesinde de gösterilen çabalar bile sonuç vermiyor.
Tüm bunlar göstermektedir ki, Suriye meselesinde yaşanan jeosiyasi gelişmelerin tehlikeli yönleri çoktur. Dünyanın büyük güçleri kendi çıkarları için Orta Doğu bölgesinde durumu tırmandırmaktan çekinmiyorlar. Maalesef, şimdilik bu süreci önlemek mümkün değildir. Aslında, Batı kendisi de çifte standarda dayalı siyasetinin esirine dönüşmüştür. 1648 tarihli Westphalia Barış Antlaşması’ndan günümüze oluşmuş uluslararası ilişkiler sistemini Batı’nın kendisi büyük tehlike karşısına sürüklemiştir. Artı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sözleşme ve anlaşmalar sonucunda oluşmuş modern uluslararası hukuk sistemi artık kendi ömrünü tamamlamış gibi görünüyor. Bu sistem kendi rolünü üslenemiyor. Bu savı dünyada yaşanan son gelişmeleri hukuki ve diplomatik düzlemde derinden ve ayrıntılı analiz ederek ileri sürmek mümkündür. Gözlemler gösteriyor ki, bu süreç SSCB ve Varşova Paktı’nın yıkılmasından hemen sonra başlayarak gittikçe güçlenmiştir.
Peki, ne etmeli? Böyle bir hukuki düzlemde uluslararası ilişkiler uzun süre sürdürülebilir mi, sürdürülemez mi? Eğer yapamazsa, yeni uluslararası hukuk mekanizmasının hazırlanması için ne yapmak gerekiyor? Bu gibi sorular Suriye konusunda oluşan durum düzleminde daha büyük netlik kazanıyor. Batı’nın büyük devletleri BM’nin uygun kararı olmadan bile bağımsız devletlere karşı askeri operasyon yapmaya çalışırlarsa, gerçekten de, uluslararası hukuk sisteminde ciddi bir kriz oluşmuştur. Maalesef, şimdilik bunun kurtuluşu yoktur. Dünya siyasetinde söz sahibi olan ülkelerin bu yönde etkili adım atması da gözlemlenmiyor. Bu açıdan Suriye krizi bir anlamda küresel jeosiyasetin ve uluslararası hukukun sınavıdır.
Aynı zamanda, oluşmuş jeosiyasi ve hukuki krizin dünya savaşına götürüp götürmeyeceğine teminat vermek oldukça zordur. Tarihsel deneyim gösteriyor ki, benzer durumlarda büyük savaşlar meydana çıkıyor. Birinci ve ikinci dünya savaşlarını hatırlamak yeterlidir. Hatta neredeyse şimdiki çelişkiler daha ağır bir durum yaratmıştır. ABD, Rusya ve Çin gibi uluslararası siyasette söz sahibi olan devletlerin yanı sıra, bölgesel ölçekte ciddi nüfuza sahip olan birkaç ülke mevcuttur ki, küresel düzeyde gerginlik yaratabilsin. Bunlar insanları bir daha derinden düşünmeye zorluyor: insanlık büyük tehlikenin eşiğinde değil mi? Maalesef son yıllarda ve Suriye ile ilgili uluslararası düzlemde yaşanan süreçler bu sorulara cevap bulmayı zorlaştırıyor.
Kaynak: Newtimes.az