YENİ BİR GEÇMİŞ, FARKLI BİR GELECEK

upa-admin 28 Ekim 2013 2.641 Okunma 0
YENİ BİR GEÇMİŞ, FARKLI BİR GELECEK

Türk dış politikasının diğer ülkelerin dış politikalarından farklı olarak göreceli sabit ve değişkenlerden etkilenen dinamik bir yapısı vardır. Bilhassa Türkiye’nin dış politikası üzerinde nüfuz sahibi olan etmenler arasında yer alan coğrafya, iç politika ve çevresel faktörler, ülkenin dış ilişkiler bağlamında stratejilerini sürekli yapılandırma zorunluluğunda bırakıyor. Yani istikrarlı bir dış politika için gerekli olan dinamizm, Türkiye’nin iç politikasında sürekliliği için de büyük katkı sağlıyor.

Dış politika çizgisi gerçekçilikten uzaklaşmamalı.

Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan organik bir köprü vazifesi gören Türkiye için gerekli olan en önemli husus, çevresindeki ülkelerin kendisine yönelik tehdit olmadan istikrarlı siyasal yapıya sahip olmasıdır. Buna yönelik komşularla sıfır sorun politikasıyla yola çıkan Türk dış politikası, sınırdaş ve uzak komşularıyla ticari, kültürel ve politik bağlar tesis etmeye çalışıyor. Sonu belli olmayan bir hastalık olarak tasvir edilen idealizm ilkesiyle hareket eden dış politika çizgisinin, gerçekçilikten uzaklaşmadan milletler arası ilişkilerini tayin etmesi önem taşıyor.

Türkiye’nin desteği veya karşıtlığı net sonuç vermiyor.

Nitekim daha önce bahsetmiş olduğumuz üzere bölgenin dinamik yapısı Türk dış politikasının bazı bölümlerinde yeniden yapılandırma içine girme zorunluluğu doğurdu. Özellikle Türkiye’nin Arap topraklarında fitilini ateşlediği çok yönlü politika girişimi devamında başlayan “Arap Uyanışı” süreci, coğrafyada bazı hesapların yeni baştan düzenlenmesine zemin hazırladı. Mısır’da Mübarek dönemi sonrası seçimlerle işbaşına gelen Müslüman Kardeşler’in askeri darbe ile siyasi iktidardan uzaklaştırılması sonrası Türkiye’nin darbe karşıtı söylemlerinin Batı ve bilhassa ABD kanadından destek bulmaması, dış politika hattında yalnızlaşmaya ve yaptırım gücünden uzak kalmasına neden oldu. Diğer taraftan Suriye’de Esad karşıtı söylemlerin ve muhaliflere verilen desteğin bazı sızmalar ile radikal gruplara dolaylı yoldan etki etmesi de Türkiye’nin en uzun sınıra sahip olduğu Suriye’nin kuzeyinde ulusal güvenliğe tehdit oluşturabilecek yuvalanmalara yol açtı.

John Kerry Esad’ı takdir etti.

ABD yönetimi Suriye’ye askeri müdahaleyi sınırlı tutacağını ve kara operasyonunu düşünmediğini defalarca dile getirdi. Obama’nın kırmızı çizgisi olarak vurguladığı kimyasal silah kullanımının gerçekleşmesinden sonra söylemlerinde savaş vurgusu yapmış olsa da, Esad rejiminden kimyasal silahları yok etmesi halinde askeri seçenekten vazgeçeceklerini dile getirmesi, Beyaz Saray’ın Cenevre’de Esad ile muhalifleri uzlaştırmak niyetinde olduğunun ve akabinde Suriye’de genel seçimlerin gerçekleşmesini bekleyeceğinin işaretlerinden biriydi. Nitekim Esad kimyasal silahların bir kısmını ülkesinden çıkarması sonrası ABD Dış İşleri Bakanı Kerry’nin Esad’ı takdir eden açıklamalar yapması bunu doğrulamış oldu.

Suriye her zaman bölge sorunlarında çözümün bir parçası olacak.

Aslında Türk dış politikası için Suriye, bölgedeki her sorun için çözümün bir parçası olmak zorunda. ABD’nin okyanus ötesinden politika belirlemesi veya Rusya’nın kilometrelerce öteden nüfuz oluşturma çabası Türkiye’nin Suriye politikası ile boy ölçüşmemeli. Çünkü Suriye, Türkiye için tarihsel ve kültürel anlamda öneme sahip olması ötesinde dünya durdukça komşu kalmaya devam edecek. Yani potansiyel dost ve düşman bir ülke. O halde dış politika karar vericileri için önemli olan Suriye ile istikrarlı birlikteliğin çarelerinin aranması ve buna üçüncü ülkelerin direkt müdahalesi olmadan gerçekleştirebilmesi. Ancak bu şekilde bölgede kartlar yeniden dağıtıldığında “misafir” ülkelerin taşeronlarının elindeki kozlar bertaraf edilecektir.

İran Batı’ya yaklaşıyor, Batı mezhep kartını İslam dünyasına uyguluyor.

İran’da Ruhani dönemi başlamasıyla ülkenin dış politikasında yumuşama, özellikle Batı ile diyalog geliştirme gayreti fark edilmeye başlandı. Nükleer çalışmalarında keskin ifadeler kullanmaktan kaçınan yeni Tahran yönetimi, coğrafyada derinlik sahibi olmak için Batı’dan bağımsız fakat Batı’yı karşısına almadan, mezhepsel kimlik üzerinden siyaset yürütmek istiyor. Bu da zaten ABD’nin Orta Doğu’da mezhepsel ayrılığın kronikleştirilmesinde kullandığı en önemli enstrümanların başında geliyor. Dolayısıyla Suriye’de azınlık grup olan Nusayrilerin iktidarı Sünniler karşısında kaybetmesi ve siyasal İslam’ın güç kazanması, ABD ve İsrail’in arzuladığı bir netice olmayacak. Çünkü ABD için mezhep kartı İslam dünyasında kronik bölünmelerin oluşturulması için en büyük koz.

Hiçbir ülke kendine yeni bir geçmiş veremez fakat geleceğini şekillendirebilir. Türkiye’de zaten kendiliğinden dinamik olan dış politika çizgisini geçmişte yaşanılanlara takılmadan, tecrübe kazanarak geliştirmek zorunda. Kuşkusuz teoride bütünüyle iyi niyet çizgisinde buluşan Türk diplomasisi, başta ABD ve Rusya olmak üzere diğer ülkelerin manevra alanını daraltmasına müsaade etmeden, denge politikası güderek ulusal menfaatlerini koruma yoluna gitmelidir.

Haftanın Sözü: “İnsanın hayatı dünyanın hayatından daha önemlidir. Asıl bilgi dünyayı değil, insanı bilmektir.” – Sokrates

Furkan KAYA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.