Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklama, uluslararası gündemin en ön sıralarına yerleşti. Ukrayna’nın, AB ile Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması imzalamaktan vazgeçtiğini belirten bu açıklama, sürpriz bir gelişme olarak görüldü ve gösterilmeye çalışıldı. Hâlbuki ortaya çıkan bu sonuç, Ukrayna’yı yakından takip edenler için çok da büyük bir sürpriz değildi. Zira Ukrayna, 2005 yılında başlayan ve 2010 yılında sona eren Turuncu Devrim’den bu yana, AB ile Rusya arasındaki Doğu Avrupa odaklı bölgesel rekabetin odağında yer almaktadır. Bu durum, Ukrayna siyasetine de yansımış ve ülke Batı (AB/ABD ile yakınlaşma) yanlısı parti/grup/aktörler ile Rusya yanlısı gelenekçi parti/grup/aktörler ekseninde kutuplaşmıştır. Bu kutuplaşma; etnik, bölgesel, ekonomik ve siyasal faktörler aracılığıyla toplum nezdinde de karşılık bulduğu için, Ukrayna toplumu da fiilen ikiye bölünmüş durumdadır. 2010 yılında devlet başkanı olarak seçilmesiyle, Batı yanlısı parti ve aktörlerin gerçekleştirdiği bir renkli devrim hareketi olarak bilinen Turuncu Devrim’i sonlandıran Viktor Yanukoviç, Rusya yanlısı gelenekçi kanattan geldiği için, AB ile ilişkileri soğutan bu kararı alması normal bir sonuç olarak görülebilir.
Romanya-Moldova-Ukrayna çizgisi, Rusya ile AB tarafından, kontrol altına alınması gereken önemli bir coğrafya olarak görülmektedir. Nitekim bu bölge, Avrupa’nın kapısı olarak adlandırılmakta ve aynı zamanda başta Karadeniz Havzası olmak üzere, Avrasya’ya açılım noktasında jeopolitik teorilerce de altı çizilen bir cephe hattını ifade etmektedir. AB, bu bölgeye nüfuz ederek doğuya doğru genişleme perspektifini desteklemek isterken, Rusya ise, sistemsel çok kutupluluk söyleminin en önemli parçası olan ve daha çok eski SSCB ülkeleri üzerinden ifadesini bulan “yakın çevreyi kontrolü altına alma” politikasının Doğu Avrupa’ya olan izdüşümünü egemenliği altına almayı hedeflemektedir. Zira Doğu Avrupa, Rusya’nın küresel güç olabilme anlayışının en önemli unsuru olan Avrasya hâkimiyeti hususunun batı sınırını teşkil etmektedir. Bölge, aynı zamanda, NATO’nun doğuya doğru genişleme ve Karadeniz Havzası’na girebilme stratejisinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Romanya-Moldova-Ukrayna çizgisinde yer alan ülkelerden, Romanya’nın, AB ve NATO üyesi olarak Batı’yı tercih ettiği düşünüldüğünde, Ukrayna ile Moldova’nın Rusya için ne denli önemli hale geldiği rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Nitekim Rusya da, gerek bu ülkeler ile ekonomik ilişkilerini geliştirerek, gerek enerji kaynakları açısından bu ülkeleri kendisine bağımlı kılarak, gerekse de bu ülkelerin iç politikalarına yerel aktörler eliyle müdahale ederek Ukrayna ve Moldova’nın dış politika stratejilerini kendisi lehinde manipüle etmeye çalışmaktadır. Bu manipülasyon, Moldova’ya karşı, Transdinyester ayrılıkçılığını destekleme anlayışı üzerinden ifadesini bulurken; Ukrayna’ya karşı ise, ticari kısıtlamalar, enerji kesintileri ve Rus kökenlilerin çoğunluğu oluşturduğu Kırım ve Ukrayna’nın doğusunda siyasal ayrılıkçılığı tetikleyebilecek etnik/bölgesel söylemlere destek verme tehdidi aracılığıyla işlevselleştirilmektedir.
Bu gerçeklik ortada iken, Ukrayna’nın, kolaylıkla AB’ye entegre olması beklenemez. İktidarda bulunan Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç, ülkesinin Rusya’ya olan bağımlılığının ayırdındadır. Ukrayna halkı, 2005-2010 yılları arasında süregelen Turuncu Devrim döneminde, Ukrayna-Rusya İlişkileri’nin kötüleşmesi nedeniyle, ülkenin büyük bir ekonomik çalkantı ile sarsıldığını, enerji kesintileri ile karşı karşıya kaldığını ve Kırım’daki ayrılıkçı istemlerin gün yüzüne çıktığını görmüştür. Üstelik bu süreç esnasında, AB’nin ve hatta ABD’nin Ukrayna’ya ciddi bir desteği de olmamıştır. Destek daha çok söylem boyutunda kalmış ve Ukrayna adeta Rusya’nın insafına terk edilmiştir. Yakın geçmişte yaşananlar ortadayken ve bir emsal olarak görülebilecekken, Yanukoviç’in, Rusya’yı tahrik edecek politikalar izlemesi beklenmemelidir.
Ukrayna, AB ile imzalayacağı ortaklık anlaşmasının iptal olmasına neden olarak, AB’nin kapsamlı bir ekonomik yardım paketi öngörmemesi, özellikle IMF ile işbirliğinin canlandırılması noktasında ileri bir adım atılmaması, ihracat noktasında yeterli kolaylığın gösterilmemesi ve SSCB döneminden kalma doğalgaz altyapısının yenilenmesi noktasında AB’nin yardımda bulunmayı reddetmesi gibi faktörleri ön plana sürmüştür. Yanukoviç’in bu açıklamalarına karşın, AB, Ukrayna’nın, Vilnius’taki “Doğu Ortaklığı Zirvesi”nde AB ile anlaşma yapmaktan kaçınmasının nedeni olarak Rusya’yı görmektedir. Gerek AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, gerekse de Herman Von Rompuy Rusya’yı açıkça suçlamışlar ve Ukrayna üzerinde ciddi bir Rusya baskısının olduğunu kaydetmişlerdir. Ukrayna Başbakanı Mikola Azarov ise, yaptığı açıklama ile Rusya’nın Ukrayna üzerindeki baskısının altını çizmiştir. Hatta Yanukoviç de, ülkesinin AB ile Rusya arasındaki rekabetin Doğu Avrupa özelindeki objesi olmak istemediğini açıkça ortaya koymuştur. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, AB ile ortaklık anlaşmasının imzalanmaması noktasında Ukrayna’dan talepte bulunduklarını açıkça ortaya koymuştur. Putin, bu durumu, Ukrayna ile Rusya arasındaki serbest ticaret anlaşması üzerinden değerlendirmiştir. Putin’e göre, Ukrayna’nın AB ile yapacağı ortaklık anlaşması sonrasında, Moskova ile Kiev arasındaki serbest ticaret anlaşması aracılığıyla, AB ülkelerinden gelecek mallar kolaylıkla Rusya’ya girebilecek ve bu durum da Rusya’yı açık bir pazar haline getirebilecektir. Rusya, kendisi açısından ortaya çıkabilecek olan bu olumsuzluğun özellikle tarım, havacılık ve otomotiv gibi sektörleri etkileyeceğini belirtmekte ve sorunun çözümü için AB, Ukrayna ve Rusya’nın bir araya gelip görüşmelerde bulunmaları gerektiğini kaydetmektedir. AB ise, Rusya’nın bu talebini reddetmekte ve Rusya’yı “egemen bir devletin” içişlerine karışmakla suçlayarak, Ukrayna yönetimini daha basiretli davranmaya davet etmiştir. Ne var ki, 2005-2010 yılları arasında yaşananların farkında olan ve Rusya’nın kendisi üzerinde ne denli etkin bir role sahip olduğunun bilincinde olan Ukrayna Yönetimi, Rusya’ya olan bağımlılığın AB’den çok daha fazla olduğunu görerek, Rusya’nın istemediği bir anlaşmayı imzaya yanaşmamıştır.
Ukrayna’nın AB ile ortaklık anlaşması imzalamaması, ülke içerisindeki kutuplaşmayı ve toplumsal/siyasal ayrımları bir kez daha tetiklemiş ve Ukrayna’nın, Rusya’ya değil, AB’ye yakın olması gerektiğini kaydeden siyasi parti ve sivil toplum örgütleri temsilcileri ile öğrenciler sokaklara dökülmüştür. Onların talebi, anlaşmanın imzalanması ve Yanukoviç’in istifa etmesi şeklinde belirmiştir. Ne var ki, ülkenin siyasal/toplumsal anlamda ikiye bölünmüş olduğu dikkate alındığında, Rusya yanlısı hükümetin kendi toplumsal desteğine de güvenerek, muhalefetin istekleri yönünde adım atması beklenmemelidir. Başta Kiev ve Lviv olmak üzere ülkenin birçok şehrinde sokaklara dökülen AB/Batı yanlılarının esas hedeflerinden birinin Turuncu Devrim benzeri bir değişime kapıyı aralamak olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır. Ancak Yanukoviç ve Rusya, bu kez çok daha hazırlıklıdır. Üstelik AB yanlıları dahi, Turuncu Devrim döneminde, AB’den yeterince destek sağlayamadıklarının ve AB’nin genişleme politikalarının tam bir çıkmaza girdiğinin bilincindedirler. Muhalefetin Viktor Yuşçenko ve Yuliya Timoşenko gibi daha önce denenmiş, başarısız olmuş ve yıpranmış isimlere mahkûm bir görüntü ortaya koyması, eski dünya boks şampiyonu Vitali Kliçko dışında yeni bir toplumsal önder çıkarılamadığı ve onun da siyaseten yetersiz/deneyimsiz bir isim olduğu dikkate alındığında, mevcut toplumsal/siyasal huzursuzluğun yeni bir renkli devrime neden olması ihtimali oldukça düşüktür. AB ülkeleri ile ABD’nin, İran ve Suriye krizleri ekseninde Rusya’ya bağımlı bir görünüm ortaya koymaları ve bu meselelere çözüm bulunabilmesi için Rusya’nın desteğinin “kurucu bir unsur” olduğunun anlaşılması; gerek AB, gerekse de ABD’yi, Ukrayna konusunda, Rusya’yı tahrik etmeme yönünde bir pozisyon almaya itebilecektir.
Ukrayna lideri Yanukoviç, isteklerinin karşılanması halinde AB ile ortaklık anlaşmasını imzalayabileceklerini açıklamıştır. Fakat Rusya’nın tepkisi ve Ukrayna üzerindeki etkinliği dikkate alındığında, Rusya’yı tatmin edecek bir çözüm bulunamadığı takdirde, Ukrayna’nın AB’ye entegre edilmesinin çok uzak bir ihtimal olduğu açıkça görülmüştür. Vilnius’taki Doğu Ortaklığı Zirvesi’nde, AB ile Moldova ve Gürcistan arasında işbirliği anlaşmaları parafe edilmiştir. Böylece Rusya’nın yakın çevresindeki iki ülke AB’ye yakınlaşırken, Ukrayna sürece dâhil edilememiştir. Peki, eğer orta vadede Ukrayna ile AB arasında bir ortaklık anlaşması imzalanamazsa ve Rusya ile de bu konuda anlaşılamazsa ne olacak? Bu sorunun cevabı ise, Rusya tarafından uzunca bir süredir inşa edilen, AB benzeri bir ortak pazar oluşturmayı hedefleyen ve 2012 yılında Rusya, Belarus ve Kazakistan arasında oluşturulan (Ermenistan’ın da yakın bir zamanda katılacağı) gümrük birliği ile yeniden gündeme gelen Avrasya Ekonomik Birliği üzerinden okunmalıdır. Nitekim Rusya’nın, Ukrayna’yı ve eski SSCB ülkelerini bu birliğe katılmaya yönlendirdiği bir sır değildir. Üstelik Ukrayna ve hatta AB ile ortaklık anlaşmasını parafe eden Moldova da bu birliğe “gözlemci” sıfatıyla eklemlenmiş durumdadırlar. Bu da göstermektedir ki, Ukrayna, AB ile Rusya arasında sıkışmış ve bu sıkışmışlığın yarattığı toplumsal/siyasal kutuplaşma ve bölünmeler nedeniyle, kendi geleceğinin nasıl şekilleneceği noktasında dahi bağımsız karar almaktan uzak bir ülke haline gelmiştir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU