Küresel jeosiyasette görülen yeni dinamik, Avrupa Birliği’nin eski Sovyet ülkeleri politikasına etkisiz kalamaz. Bu örgütün son yıllarda yaşadığı mali kriz ve siyasi bütünleşme alanında karşısına çıkan zorluklar açısından da dikkati çeken hususlar kendini göstermektedir. Bunların arka planında Rusya, Ukrayna, Moldova, Güney Kafkasya ve Orta Asya yönünde AB’nin yürüttüğü politikanın içeriği ve stratejisi uzmanların ilgisini çekmiştir. “Doğu Ortaklığı” programı çerçevesinde meydana gelen yenilikler özellikle dikkat çekiyor.
Rusya ile İlişkiler: İş Birliği ya da Çatışma?
Ukrayna’da siyasi gerginliğin arttığı bir ortamda Avrupa Birliği’nin eski Sovyet cumhuriyetleri yönünde yürüttüğü siyaset daha fazla dikkat merkezindedir. Rusya’nın son yıllarda bu alanda daha aktif ve birçok önemli jeopolitik konularda Batı’nın işine gelmeyen adımları da bu açıdan ilginçtir. Mecazi olarak desek, eski Sovyet coğrafyası dünyanın iki büyük gücü arasında kaldı. Dolayısıyla, Doğu Avrupa, Güney Kafkasya ve Orta Asya’yı kapsayan dev bir arazide jeopolitik dinamiğin değişme olgusu üzerinde bir daha düşünmeye ihtiyaç var.
Öncelikle AB ile Rusya arasında oluşan duruma bakalım. Onların arasındaki en ciddi sorun karşılıklı ilişkileri düzenleyecek temel anlaşmanın imzalanmamasıdır. Süresi 2007 yılında sona eren ilk temel anlaşmadan sonra taraflar genel ilkelerde anlaşamıyor. Bunun temel nedeni AB ile Rusya’nın, iş birliğinin stratejik amacına farklı yaklaşmasıdır.
Avrupa Rusya’yı içine almak istemiyor. Avrupa Rusya’yı AB’nin jeopolitik çıkarlarına uygun siyaset yürüten ve onu Asya Kaplanları’nın etkilerinden koruyacak devlet olarak görmek istiyorlar. Ancak bu tür siyaset zemininde Avrupa Birliği Rusya’yı stratejik ortak olarak görmek ister. Fakat bu yönde 2000 yılından bu yana hiçbir büyük projeyi hayata geçirmek mümkün olmamıştır. Bunun yerine, Avrupalılar Rusya’yı temel anlaşmanın hükümlerine uymamakla itham ediyorlar. Bununla ilgili Türkiye’nin “Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu” (USAK) analiz merkezi şunları yazıyor: “Brüksel Rusya’yı AB ile imzaladığı birçok anlaşma, özellikle de temel anlaşmanın koşullarını tam olarak uygulamamakla itham etmiştir” (Bkz.: Galym Zhussipbek. Avrupa Birliği ile Rusya Federasyonu Arasındaki “Stratejik Ortaklığın” Analizi / “Uluslararası Hukuk ve Politika”, 2011, Cilt: 7, Sayı: 25, s. 63).
Ayrıca, AB Moskova’nın eski Sovyet Cumhuriyetleri üzerinde SSCB dönemindeki gibi mutlak otoriteye sahip olmamasını ister. Kremlin ise bunu dış politika önceliklerinden biri olarak kabul ediyor. Özellikle, Vladimir Putin’in iktidarı zamanında Rusya’nın dış politikasında, Avrupa ile bütünleşme ile eski Sovyet Cumhuriyetleriyle ilişkilerin Moskova’nın lehine yeniden kurulması meselesi birbirine sıkı sıkıya bağlı tutulmuştur (Bkz.: önceki kaynağa, s. 60). İşte bu sorunla ilgili olarak, taraflar arasında çeşitli alanlarda, özellikle enerji, ulaşım, ticaret, hukuk vb. alanlarda anlaşmazlıklar kendini göstermektedir.
Bununla birlikte, AB-Rusya ilişkilerinde sorunların oluşmasını sadece Kremlin’in siyaseti ile ilişkilendirmek doğru olmaz. Analistler düşünüyorlar ki, Rusları endişelendiren, Batı’nın “yumuşak emperyalizm” denilen jeopolitikayı seçmesidir. Öyle ki, bu stratejiye göre, ABD ve AB sınırları dışında olan ve gelişmeye başlayan devletler de dahil olmak üzere her ülke ikinci dereceli rol oynamalıdır.
Somut olarak, hiçbir askeri müdahale olmadan tüm doğal kaynaklar, entelektüel potansiyel, ekonomik gelişme öncelikle Batı’nın ihtiyaçlarına hizmet etmelidir. Buna, “yeni sömürgecilik” de denir. Bu nedenle Rusya ve Avrupa Birliği stratejik ortaklık anlayışına farklı yaklaşır. Tüm bunların sonucu olarak, “AB Rusya ile stratejik ortaklığı, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti gibi değerlere dayanan bir iş birliği modeli olarak kabul ediyorsa, Moskova stratejik ortaklığı ortak değerlerden ziyade, uluslararası ilişkilerin şartlarına dayalı bir iş birliği olarak görmektedir” (Bkz.: önceki kaynağa, s. 74).
Rus uzmanlar da yaklaşık aynı görüştedir. Rusya Dışişleri Bakanlığı Analiz Servisi, Avrupa Birliği ile ilişkilerin karmaşıklığını iki faktör ile ilişkilendirir. Birincisi, ilişkilerin esaslarının oluşumu SSCB’nin dönüşüm dönemi ile çakıştı. İkincisi, AB’nin kendisinde geniş uluslararası ilişkiler sisteminden farklı yeni siyasi, sosyal ve ekonomik kurumlar oluştu (Bkz.: Ирина Бусыгина, Александра Дерягина. Стратегия Европейского Союза в отношении России и трансграничное сотрудничество на Северо-Западе / “Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı’nın Uluslararası Araştırmalar Bilimsel-Koordinasyon Kurulu Analitik Kayıtları”, 2007, Sayı 7 (27), s. 27).
Bu nedenlerden AB ile temel anlaşmanın ana hükümlerinde mutabık kalınma meselesi karmaşıklaştı. Rus analistlerin fikrine göre, sonraki tüm anlaşmazlıklar buradan kaynaklandı. Sonuçta, bu çelişkilerin halen ortadan kalkmadığı düşünülebilir. Kısacası, Rusya önceki imparatorluk iddialarını devam ettirmekte, Avrupa Birliği ise, bir yandan, kendisi böyle iddialar ileri sürmekte, diğer yandan, Moskova’nın benzer isteklerini kabul etmemektedir. Görüldüğü gibi, bu konuda Türk ve Rus analistlerin konumları birbirine yakındır.
Bunlarla birlikte, analistlerin dikkat ettikleri bir önemli faktör de vardır. Böyle bir fikir var ki, AB’nin bütünleşme imkanları sona ermektedir. Bu formatta Avrupa ekonomik bütünleşme imkanlarını dış politikaya taşıyamıyor. Bu nedenle AB’yi örnek ittifak modeli olarak kabul etmek risklidir. Bu olgu Rusya’nın kendi bütünleşme modelini teklif etme şansını artırmıştır (Bkz.: İrina Busıgina, Aleksandra Deryagina. Gösterilen eser, s. 27). Aynı zamanda, Moskova, Avrupa Birliği’nden diğer eski Sovyet coğrafyası ülkelerinden farklı şartlarda, özel bir yaklaşım bekliyordu. Avrupa ise meselenin bu tarafına dikkat getirmemiştir, üstelik bu durum devam etmektedir. Kremlin, örneğin, Tacikistan ile Rusya’ya aynı gözle bakılmasını kabul etmez. Tüm bunlardan Rus siyasetçiler böyle bir soru yöneltir: AB ile özel ilişkiler Moskova’ya ne getiri sağlayabilir? Onların cevabı ise karamsardır: “Soru hala yanıtsız kalmaktadır” (Bkz.: önceki kaynağa, s. 28).
AB-Rusya ilişkileri bağlamında yukarıda yapılan analiz gösteriyor ki, geçen süre içinde taraflar arasında gerçek stratejik ortaklığın mahiyetine dair hiçbir çalışma görülmemiştir. Aksine, onların jeopolitik iddiaları düzleminde ortaya çıkan çelişkiler daha da derinleşmiştir. Buna uygun olarak, Ukrayna, Moldova, Güney Kafkasya ve Orta Asya yönlerinde Brüksel ile Moskova ilişkilerin birçok yönlerinde çatışmaya gitmişlerdir. Şu anda bu, daha çok Ukrayna konusunda kendini göstermektedir.
Ukrayna: İki Büyük Gücün Kıskacında Sıkışan Yer
Kelimenin gerçek anlamında, bu ülke Batı’yla Rusya arasında siyasi, ekonomik ve jeopolitik-askeri açılardan eziliyor. Bir zamanlar güzelliği ile insanları çeken Krişetka (Kiev’in merkezi meydanı) şimdi harabeye dönüşmüştür. Birkaç aydır devam eden iç siyasi çatışma Ukrayna’yı parçalanma tehlikesi karşısında bırakır. Analitik ve uzmanlar emindirler ki, bunun nedeni bu ülke uğruna jeopolitik mücadele eden kuvvetlerin birbirine taviz vermemesidir (Bkz.: Habibe Özdal. AB ve Rusya Arasında Ukrayna: Hayaller ve Gerçekler / Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Analizler № 26, Kasım 2013 ve Светлана Гамова. “Восточное партнерство” корректируется / “Независимая газета”, 17 Şubat 2014).
Kiev dış politikada 90’lı yıllardan bu yana sürekli bir ikilemdedir. Bu, Batı ile Rusya’nın çıkarlarını dengelemekle ilgilidir. Ukrayna aslında üç senaryo arasında kalır: Birincisi, merkezinde Rusya’nın olduğu jeopolitik alanla bütünleşme; ikincisi, Doğu Avrupa’yla ekonomik bütünleşme; üçüncüsü, Rusya’yı da kapsayan ortak Avrupa alanıyla bütünleşme. Şimdiye kadar bunların hiçbiri üzere kesin karar veremeyen Kiev, aslında, tarihsel geçmişine uygun tercih yapmalıdır.
Öyle ki, “ilk iki senaryo ekonomik ve dış politika alanlarındaki temel tereddütleri temsil ediyor. Üçüncü seçenek ise Kiev’in çıkarları açısından belki de daha istenen, ancak gerçekleşme seviyesinde olmayan bir fikirdir” (Bkz.: Habibe Özdal. Gösterilen eseri, s. 8). Genel jeopolitikanın seçimi meselesinden kaynaklanan bu belirsizlikler, şu anda Ukrayna’yı çok zor duruma düşürmüştür. Neredeyse ülke uzun süreli iç siyasi felaketlere sürüklenmiştir. Bunun ise devletin geleceği açısından birkaç temel sonucu vardır.
Birincisi, AB’nin Kiev’den istediği iki temel şarttan biri olan Yuliya Timoşenko’nun serbest bırakılması gerçekleşti. Radikal siyasi görüşleriyle bilinen Sayın Timoşenko’nun Ukrayna siyasi ortamına ne tür yansımalar getireceği tahmin ediliyor. Ondan hem Batı hem de Rusya kendi çıkarları için kolayca yararlanabilir. Bunu “Udar” siyasi partisinin Başkanı Vitali Kliçko daha şimdiden hissediyor.
Son mitinglerin birinde o, aşırı sağcıların “silahlı mücadele çağrılarından rahatsız olduğunu söyledi.” Bilindiği gibi, Y. Timoşenko’nun taraftarlarından olan A. Turçinov’a, Yüksek Rada geçici olarak başkanlık yetkilerini havale etti. 22 Şubat’ta ise Ukrayna parlamentosu V. Yanukoviç’in cumhurbaşkanlığı yetkilerine son verdi. “İnterfaks” ajansının yaydığı bilgiye göre, artık eski cumhurbaşkanı olan Yanukoviç’e Ukrayna sınır güvenlik birimleri ülkeyi terk etme izni vermemiştir. O, Donetsk’ten Moskova’ya uçmak istedi (Bkz.: Пограничники не дали самолету с Януковичем вылететь из Донецка / “Lenta.ru”, 23 Ocak 2014). Bu sırada Ukrayna Yüksek Radası yeni başkanlık seçimlerinin bu yılın mayıs ayında olmasını kararlaştırdı.
Belirtmek gerekir ki, Amerikalı analist ve siyasiler Ukrayna’da olayların bu şekilde cereyan etmesinden hiç de memnun değiller. ABDli analistler, yaşananlarda V. Putin’in parmağının olduğunu, onun manevra yaptığını düşünüyorlar. Öyle ki, iddialara göre, Ukrayna’da muhalifler eliyle de facto bir durum yaratılır ki, sonradan askeri müdahaleye temel olsun. Fakat uzmanlar olayların bu tür gidişatının Ukrayna’nın bütünlüğü açısından çok tehlikeli olduğunu düşünüyorlar (Bkz.: Алекс Григорьев. Ситуация в Украине: экспертная оценка / “Голос Америки”, 20 Şubat 2014).
Bunlar Ukrayna konusunda Batı-Rusya ilişkilerinin oldukça karmaşık bir hale geldiğini gösteriyor. Bu ülke aslında hayati önem taşıyan seçimin eşiğindedir.
Uzmanların çoğu düşünür ki, Ukrayna parçalanabilir. Kırım ve Doğu Ukrayna Rusya’nın, Batı eyaletleri ise Avrupa’nın nüfuz alanına düşebilir. Bütün bunlar olurken, Ukrayna için “Doğu Ortaklığı” programının ne anlama geldiğini söylemek hayli zordur. Bizce, şimdilik meselenin bu yönü üzerinde siyasetçiler düşünmez. Şunu da belirtelim ki, bazı kaynaklarda Ukrayna’da Rus askeri uzmanların ciddi çalışmalar yaptıkları kaydedilir (Bkz.: önceki kaynağa).
Ukrayna olayları, komşusu Moldova’yı biraz gölgede bıraksa da, stratejik açıdan o önemini korumaktadır. Hatta Moldova’nın da bölünme tehlikesi söz konusudur. Bu ülkenin Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi heyetinin başkanı G. Petrenko düşünür ki, Moldova yazın ortak üyeliğe imza atsa bile, parlamento seçiminde başka güçler üstünlük elde ettiği takdirde, ülkenin durumu ağır olacak (Bkz.: Svetlana Gamov. Gösterilen makalesi). İlginçtir ki, Gagauzların Kişinev’i Washington’a şikâyet etmesine ciddi tepkiler oldu. Okyanusun diğer tarafından Moldova hükümetini uyardılar.
Bunun yanı sıra, Transdinyester meselesi de güncelliğini korur. Uzmanlar bunları dikkate alarak, Ukrayna’daki durumun Moldova’da olayların nasıl gelişeceğine bağlı olduğunu söylüyorlar. Bu, süreçlerin artık tamamen yeni düzleme geçmesi demektir. Doğrusu, şimdilik bu tezin detayları net değil, ama eğer artık bu konu konuşuluyorsa, bazı beklenmedik olaylar olabilir. O zaman Batı-Rusya ilişkileri açısından Ukrayna ve Moldova’nın siyasi kaderi hakkında daha net tahmin yürütmek mümkün olacaktır. Aynı düzlemde Avrupa Birliği’nin Güney Kafkasya politikasının dinamikleri de güncel görünüyor.
Kamal ADIGOZALOV
Kaynak: Newtimes.az