Uluslararası kamuoyunda tüm gözler Rusya ile ABD arasında Kırım üzerinde devam eden bilek güreşine odaklanmışken, Türkiye’nin hava sahasını ihlal eden bir Suriye savaş uçağını füze ile düşürmesi, Türkiye ile Suriye’nin sıcak çatışmaya gireceği savlarının tekrar gündeme gelmesine neden oldu.
Türkiye uluslararası hukuka göre hareket etmiştir.
Uluslararası hukuk kaidelerine göre, her ülkenin diğer ülkeler ile arasında ihlal edilemez kara sınırı olduğu gibi, hava ve deniz sınırı da bulunmaktadır. Yabancı bir devletin izinsiz olarak bu sınırların herhangi birini ihlal etmesi ve uyarıları dikkate almayıp ihlale devam etmesi durumunda, karşı ülkenin askeri güç kullanma hakkı saklıdır. Dolayısıyla Türkiye Suriye askeri uçağının düşürülmesinde angajman kuralları çerçevesinde hareket etmiştir. Bu mesele gayet açıktır.
Öyleyse gündemi bir anda Türkiye ile Suriye üzerine yoğunlaştıran sebep neydi? Daha önceki yazılarımda da defalarca bahsettiğim gibi, Türkiye konumu gereği yıllardır güç mücadelelerinin ve yangın bölgelerinin tam merkezinde yer almıştır. Bu ona coğrafyasının yüklediği bedelin verdiği ağır bir sorumluluktur. Neticede Türkiye hem iç, hem de dış siyasette zor bir dönemden geçiyor. Her zaman olduğu gibi iç politika, dış politika ile paralellik arz etmeye devam ediyor.
Türkiye’nin Suriye sınırı güvenliksizleşiyor.
Suriye’de iç savaş ucunda ışığın görülmediği bir tünelde ilerlercesine devam ediyor. Ülke coğrafyası terör örgütlerinin yuvalanmasına öylesine müsait hale geldi ki, bölge çoktan Suriye’nin demokratikleşmesini savunan haklı grupların kontrolünden çıkmış vaziyette. Şimdi ortada El-Kaide ve onunla işbirliğinde olan “Irak-Şam İslam Devleti” (IŞİD) örgütleri kol geziyor. Suriye’nin siyasi olmasa da, fiilen bölündüğü fark etmek pek de güç değil. Örneğin, ülkenin kuzeyi ve doğusunda Esad muhalifi grupların kontrolünde olan bölgeler yaygın olarak mevcut. Binlerce Suriyeli iç savaşın başladığı ilk günden beri Türkiye topraklarına göç etmeye devam ediyor. Böylece Türkiye’nin Suriye sınırı her geçen gün güvenliksizleşiyor. Güvenlik zafiyetinin artması ise Türkiye’yi terör saldırılarına açık hale getiriyor.
IŞİD Süleyman Şah Türbesi üzerinden Türkiye’yi bataklığa çekmeye çalışıyor.
Bunun bilincinde olan El-Kaide ve IŞİD gibi terör grupları Türkiye’nin olası zafiyetlerinden faydalanmak isterken, bunun için fırsat buldukça taciz saldırılarında bulunmaya devam ediyorlar. Son olarak IŞİD’in yayınladığı video kaydında Türkiye’nin koruyuculuğunu yaptığı Süleyman Şah Türbesi’nin terk edilmemesi durumunda buraya silahlı müdahalede bulunacakları tehdidini savurduğu görülüyor.
Süleyman Şah Türbesi Türkiye ve Fransa arasında 1921 yılında imzalanan Ankara Anlaşması ile Türkiye’ye bırakılmıştı. Yani bu bölge hukuki olarak Türkiye toprakları içinde yer alıyor. Türbeye herhangi bir terör saldırısı durumunda Türkiye’nin anlaşma uyarınca bölgeyi savunma hakkı bulunuyor. Elbette tehdidi savuran terör grupları da bunun bilincinde, fakat esas amaç Türkiye’yi Suriye bataklığına biraz daha çekebilmek.
Türkiye-Suriye savaşı İran için tehlike
Rusya, Kırım’ın ilhakı konusuyla meşgul olurken, bölgedeki gelişmeleri İran yakından takip ediyor. Türkiye ile Suriye’nin savaşmasını en son isteyecek ülkelerin başında İran’ın geldiği unutulmamalı. Çünkü böylesi bir durumda taraf olma zorunluluğu içine girecek olan İran, Türkiye veya Suriye’yi kaybetmeyi göze almak zorunda kalacak ki bu İran’ın yeni dış politika stratejilerine uyum sağlamıyor.
Türkiye Suriye ateşinin içine girmemeli.
Dolayısıyla Türkiye, bazı güçlerin Suriye meselesinde ateşin içine çekmeye çalışanlara karşı dirayetli bir yol takip etmelidir. Elbette burada dayanak noktası uluslararası hukukun göstermiş olduğu kaideler olmalıdır. Suriye’nin Türkiye topraklarına veya hava kuvvetlerine saldırıda bulunması durumunda NATO’nun devreye girmesi topyekûn bir savaşa yol açacağından böyle bir senaryonun gerçekleşmesi beklenmemeli. Soğukkanlı fakat misli ile mukabele edecek düzeyde bir politika takip edilmesi Türkiye’nin menfaatinedir.
Haftanın Sözü: “Her rüzgârda otlar gibi eğilip bükülürsen, dağ kadar bile olsan bir ota değmezsin” – Mevlana
Furkan KAYA