Ortadoğu’nun güçlü devletlerinden sayılan Suudi Arabistan Suriye konusunda zorluklarla karşılaştı. Şimdi Şam’a etki imkanları hayli azaldı. Riyad hatta Suriye’de savaşan terör gruplarına yardım etmekten vazgeçti. Üstelik, savaşa katılmak üzere yurtdışına çıkanları cezalandırmaya başladı. Uzmanlar, Suudi Arabistan’ın kendisinin artık terörden korktuğunu düşünür. O, yeni stratejiye yönelir.
Bölgesel Politikanın Başarısızlıkları: Suçlu Kim?
Riyad sessizliğini bozdu. Şimdi uzmanlar Suudi Arabistan’ın dış politikada değişiklikler yapacağı hakkında tartışır. Somut olarak, hangi adımların atılacağı vurgulanmıyor. Çeşitli olasılıklar ve tahminler var. Hatta Suriye muhalefetinin bazı temsilcileri “Suudiler ikili oynuyor” gibi fikirler dile getiriyor. (Bkz.: örn., Conférence pour la Paix en Syrie: le double jeu de l’ Arabie Saoudite / “Atlantico”, 31 Ocak 2014).
Tüm durumlarda uzmanlar Suudi Arabistan’ın Suriye’de durumun değişmesi ile farklı bir duruş sergilemeye hazırlandığını vurguluyorlar. Bunun ilk belirtisi olarak ülkenin istihbarat ve güvenlik servisinin başındaki Bender bin Sultan’ın konumunun zayıflamasını gösterirler (Bkz.: Асгар Юсефи. Саудовская Аравия: смена стратегии или кадровая перестановка? / ”IRNA”, 19 Şubat 2014).
Mesele şu ki, B. bin Sultan sadece istihbarat ve güvenlikle değil, dış politikanın temel sorunları ile de ilgileniyordu. Onun dünyanın çeşitli ülkelerinde yaptığı görüşmeler ve elde ettiği anlaşmalar doğrudan Başkent Riyad’ın diplomatik gündemini etkiliyordu. Şimdi işte bu böyle değildir. Böyle anlaşılıyor ki, B. bin Sultan ülke için ciddi sonuçlar veren bir başarısızlıkla suçlanıyor. Uzmanlar da onun yetkilerinin önemli bölümünün alınmasının arkasında işte bu unsuru arıyorlar (Örn., Виктор Михин. Саудовская Аравия: изменение внешней политики? / “Новое Восточное Обозрение”, 28 Şubat 2014).
Rus uzman, B. bin Sultan’ın 2013 yılında Rusya’ya gezi düzenlediği zaman V. Putin’i “ikna etmeye” çalıştığını, ancak bunu başamadığını yazıyor (Bkz.: önceki kaynağa). Diğer argüman olarak Suudi Arabistan’ın Suriye politikasının iflas etmesi gösterilir. İranlı uzman A. Yusefi düşünür ki, ”Bender bin Sultan’ın mağlubiyeti onun bölge politikasının başarısızlığı ve ülkenin tecrit durumuna düşebilir bilmesi korkusu ile bağlantılıdır” (Bkz.: Асгар Юсефи. Gösterilen makalesi).
Suriye’nin ”Al Watan” gazetesine göre ise, Prens’in siyasi sahneden çekilmesinin temel sebebi, onun tutumunun Amerika’nın bölgedeki stratejik amaçları ile çelişki teşkil etmesi ve ayrıca B. Obama’yı keskin dille eleştirmesidir. Bununla birlikte, Moskova Riyad’ı Suriye ve Rusya’da terör eylemleri işlemekle itham etmişti ve bu durumu B. bin Sultan Kremlin’de yaptığı görüşmeler sırasında düzeltememişti (Bkz.: önceki kaynağa).
Listelenen olgular gösteriyor ki, B. bin Sultan’ın görevden uzaklaştırılması Riyad için çok ciddi jeopolitik değeri olan konularla ilgilidir. Buradan, gerçekte şu sonuca varabiliriz: Suudi Arabistan dış politikasında köklü değişiklikler yapmaya hazırlanıyor. Bu açıdan ne gibi ”sürprizler” yapabilir?
Genel olarak bu ülkenin analistleri Suudilerin ”bölgenin en önemli aktörü olarak kabul edildiğini” vurguluyorlar (Bkz.: Dilek Yiğit. Suudi Arabistan ve Katar Arasındaki Rekabetin Ortadoğu’ya Yansımaları / ”Stratejik Düşünce Enstitüsü”, 12 Şubat 2014). Riyad’ın bu durumu almasında Washington’un büyük rol oynadığını inkar etmek olmaz.
Böyle bir durum Suudi Arabistan’ı ikilemde bıraktı. Birincisi, o, kendini bölgenin belirleyici, söz sahibi devleti gibi hisseder. İkincisi, üzerinde ensesinde ABD’nin ”nefesini” duymak durumunda kalır. Tüm ilkesel jeopolitik konularda Riyad Washington’a danışmalıdır. Tesadüfi değil ki, B. bin Sultan İçişleri Bakanı Muhammad bin Nayef’in Washington’a temaslarının ardından görevden uzaklaştırıldı. Şu anda Suriye politikasına Muhammed bin Nayef’in kontrol ettiği hakkında bilgiler yayılıyor. Demek, Amerika Suudi Arabistan’ın Ortadoğu politikasını yeniden, ciddiyetle mercek altına alıyor.
Yeni Jeopolitik Çizginin Belirtileri
Yukarıda belirttiğimiz iki faktör Suudi Arabistan’ın dış politikasında yeni tonları anlamaya temel verebilir. Öyle görünüyor ki, Riyad sadece bölgesel ölçekte değil küresel düzeyde de dış politika değişikliği yapıyor. Bununla onun Mısır, Katar, İran, Türkiye, İsrail, Lübnan, Suriye, Irak gibi bölge devletleri ile olduğu gibi ABD, Çin, Rusya ve AB ile ilişkilerinde de değişiklikler beklenebilir. Bu bağlamda Suudi Arabistan’ın bölgede jeopolitik nüfuzunu geri kazanma girişimlerini yoğunlaştıracağını tahmin etmek mümkündür. Bunun için Riyad’ın birkaç hususa dikkat edebileceğinden bahsedilebilir.
Öncelikle, Suudi Arabistan, ABD ile ilişkilerini düzeltmeye çalışabilir. Deneyimler gösterdi ki, Suudiler Washington olmadan çok da güçlü değiller. O zaman otomatik olarak İsrail’le ilişkilerin karakteri yenilenmelidir. Mesele şudur ki, son yıllarda Riyad, Tel Aviv ile Suriye ve Filistin meselelerine ilişkin bazı anlaşmazlıklar yaşadı. Bunun aksine, Çin’le yakınlaşma kendini gösteriyordu. Özellikle, askeri alanda iki ülke arasında iş birliği genişliyordu (Bkz.: Eyüp Ersoy. Çin Dış Politikasında Ortadoğu: Temkin Diplomasisi Üzerine Bir İnceleme / ”Uluslararası Hukuk ve Politika”, 2012, Cilt: 8, Sayı: 31, s. 37-55).
İkincisi, Ukrayna’da yaşanan olaylardan sonra Riyad’ın Moskova ile ilişkilerini genişletme meselesinin birçok şartlara bağlı olacağını tahmin etmek mümkün. Çok büyük olasılıkla, Suriye faktörü de burada ciddi bir rol oynayacak. Çünkü Kiev etrafındaki Batı-Rusya gerginliği Ortadoğu’ya etkisini gösterir. Suudi Arabistan’ın bu açıdan Washington ve AB iradesine karşı gideceğini beklemek zordur.
Onu da dikkate alalım ki, Riyad-Moskova hattında terörle ilgili gerginlik sürer. Kremlin Suudileri ülkede terör eylemleri düzenlemekle itham ediyor. Afganistan’dan Amerikan birliklerinin çıkarılması ile bu konunun daha da güncelleneceği beklenebilir. Moskova’nın Ukrayna ve Suriye konularında konumunun güçlenmesi ise, Suudi Arabistan’ı farklı konum almaya sevk edebilir. Bu nedenle şimdilik Riyad’ın Rusya yönünde net tavır almayacağı denebilir.
Çin hakkında biraz farklı süreçler oluşabilir. Analist Naser El Tamimi iki ülke arasındaki ilişkileri ”politik-stratejik” değil, ”enerji ve ekonomi ortaklığı” olarak niteliyor (Bkz.: Naser Al-Tamimi. China-Saudi Arabia Relations: Economic Partnership or Strategic Alliance? HH Sheikh Nasser Al Mohammad Al Sabah Publication Series, 2012, № 2, s. 19). Fakat Başkent Pekin’in ekonomik iş birliği ile jeopolitik kazanım elde etme amacı gizli değildir. Kuşkusuz, Washington bunu kıskanır. Dolayısıyla Suudi Arabistan ile Çin’in ortaklığının şimdilik belirsizliğini koruyacağı söylenebilir.
Üçüncüsü, Suudi Arabistan’ın bölgenin büyük devletleri ile jeopolitik nüfuz uğruna rekabetinin güçleneceği tahmin olunur. Artık onun Katar ile görüş ayrılıkları hakkında konuşulur (Bkz.: Dilek Yiğit. Gösterilen makale). Bu, Suriye, İran ve Mısır konusunda kendini daha fazla gösteriyor. Örneğin, Katar Suriye’de muhaliflerin savaşan grupları arasında daha güçlüdür, Suudi Arabistan ise siyasi kesim arasında nüfuza sahiptir. Bu nedenle, uzmanlar her birinin ”kendi muhalefeti”ni yetiştirdiğini diyor.
İran’la ilişkilerde Riyad daha radikal ve uzlaşmaz bir tutum sergiliyor. Hatta onların arasında savaş çıkması da muhtemeldir. Tesadüfi değil ki, Başkent Riyad Amerika’nın İran’la yakınlaşmasını felaket olarak gördü. Bundan sonra iki devlet arasında bölgesel liderlik uğruna mücadelenin sertleşmesi bekleniyor. Türkiye konusunda Suudi Arabistan şimdilik fazla etkinlik göstermiyor. Fakat jeopolitik nüfuz uğruna Riyad ile Ankara arasında rekabetin gittikçe güçleneceği tahmin edilir.
Bütün bunlar göstermektedir ki, Suudi Arabistan dış politikasının tüm yönlerinde yeniliklere başlamıştır. Bu, onun bölgede jeopolitik nüfuzunu koruma niyetinden ileri geldiğinden, bazı zorluklar yaratır. Riyad henüz yolun başındadır. Onun seçtiği yolun başarılı olup olmayacağını yakın zamanda bölgede yaşanan süreçler gösterecek.
Kaynak: Newtimes.az