Ortadoğu’nun Arap – Müslüman devletleri arasında son zamanlarda ihtilafların güçlendiği hakkında medya bilgiler yayıyor. Uzmanlar bu sürecin birçok yönlerini tahlil etmeye çalışıyorlar. Karşılaştırmalar göstermektedir ki, olaylar çok tehlikeli yön almaya başladı. Hatta Fars körfezinde yeni savaş olasılığı arttı. Bunun arka planda bölgesel ve küresel güçlerin atacağı adımlar ilginçtir. Genel olarak Avrasya mekanını nelerin beklediği aciliyet taşımaktadır.
Arap Dünyasının İhtilafları: Neden Nedir?
Dünya Ukrayna etrafında oluşmuş tehlikeden kurtulmadan çoktandır ki, alev içinde olan Ortadoğu’da yeni tehlike oluşmaya başladı. Bölgenin Arap devletleri arasında belli çelişkiler hayli zamandır ki, mevcut idi. Suriye ve Mısır meselesi ise daha derinde görüş ayrılıkları yarattı. Bunu inkar etmek gerçek durumu doğru değerlendirmemek ve Ortadoğu’yu daha korkunç senaryoların kucağına atmak demektir.
Aslında, Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin yeni içerik arz etmesinin temel nedeni Suriye’de meydana gelen olaylara farklı yaklaşımların varoluşu. Önceden Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölge devletleri Suriye’de muhalefete aktif destek verdi. Burada strateji açıktı: B. Esad rejimini silah yoluyla devirmek. Çünkü Şam aslında İran ve Rusya’nın etkisi altındaydı. Onu Batı ve Suudi Arabistan, Katar ve başka Sünni devletlerin nüfuz alanlarına dahil etmek arzusu vardı.
Bu senaryo alınmadı. Daha doğrusu, silahla B. Esad rejimini devirmek mümkün olmadı. Ana neden ise Rusya ve Çin’in Şam yönetimini desteklemesi oldu. Olayların bu tür değişimi Ortadoğu’nun tüm ülkelerini yeni terör dalgası ile yüz yüze koydu. Aynı şekilde, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn ve diğerleri, mecazi ifadeyle, “Suriye’nin durumuna düşmemek” için çıkış yolları aradılar.
Bu sürece Mısır olayları da ciddi etkisini gösterdi. Kahire’de yaşananlar bütün Ortadoğu’da siyasi İslam’ın kaderi meselesini gündeme getirdi. “Müslüman kardeşler”, “El – Kaide”, “El Nusra cephesi”, “Hizbullah”, “Hamas” ve s. dini grupların siyasi – ideolojik hattı sekteye uğradı. Onların daha çok terör olayları ile ilişkilendirilmesi halleri yoğunlaştı. Şimdi aslında öyle bir Arap devleti yoktur ki, onun dine dayanan ve dünyada normal kabul edilen ideolojik yönü mevcut olsun. Bu, genellikle, İslam alemine ciddi siyasi darbedir.
Durumun böyle değişmesi bölgede liderlik iddiası olan Arap devletleri arasında entrikalara yol açmalı idi. Çünkü onlar suçluyu dışarıda aramaya başladılar. Birbirini itham etmekle daha derin ayrışmaların temelini attılar (Bkz.: örn., Мехди Джоукар, Асгар Юсефи. Обострение противоречий на заседании Совета сотрудничества арабских государств Персидского залива / “İnosmi.ru”, 13 Mart 2014).
Arap devletleri arasında ihtilaflar yaratan diğer bir etken İran’dır. İran’ın Şiiliği tebliğ etmesi Sünni Arapları kışkırtıyor. Buna rağmen, birkaç Arap devleti Tahran’la işbirliğine can atıyorlar. Bu ise Suudi Arabistan’ı tatmin etmiyor. Son zamanlarda ise Sünni-Şii çatışması düzleminde durumu daha dramatik eden süreçler kendini göstermeye başladı. Bağdat yönetimi iki Arap devletini – Katar ve Suudi Arabistan’ı ülkede iç savaş yaratmakta suçladı. Irak Başbakanı Nuri el – Maliki Doha ve Riyad’ı açık suçladı (Bkz.: Петр Львов.Кто будет тушить пожар в Персидском заливе? / “Новое Восточное Обозрение”, 12 Mart 2014).
Uzmanlar bunu bir tür Suriye’de Şiilerin faaliyetine cevap olarak değerlendiriyorlar. Irak İran’la Suriye arasında önemli bir bölgedir. Bağdat hem de Tahran’ın jeopolitik anlamda “arka bahçesi”. Nuri el – Maliki İran’a yakınlığı ile tanınıyor. Bu nedenlerden Irak’ta Riyad’a ve Doha`ya yakın silahlı gruplaşmaların faalleşmesi Bağdat yönetimini rahatsız ediyor. Şimdi orada Sünniler aktif biçimde silahlı çatışmalara gidiyorlar. Şimdilik Irak ordusu onları nötralize edemiyor.
Ortadoğu’dan Uzak Doğu’ya: Yollar Körfezden Geçiyor
İlk bakışta net izlenim oluşturan bu manzaranın bazı karışık tarafları da var. Mesele şu ki, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Katar`dan büyükelçilerini geri çağırmışlar (Bkz.: önceki kaynağa). Bunun arkasında ise Suudilerle Katarlıların Suriye’deki gelişmelere farklı yaklaşımı duruyor. Suudi Arabistan “Müslüman Kardeşler” gibi “Nusra cephesi”, “Irak ve Levant İslam devleti” örgütlerini terörist gruplaşma olarak tanıdı. Onlara herhangi desteği durdu. Katar ise bu gruplara yardımlarını sürdürüyor. Irak’a olan saldırıları işte Suriye’deki Katar`a yakın grupların düzenlediği bildirildi. Bu olaylar oldukça karmaşık bir manzara oluşturuyor ve bölgede gerginliğin devam edeceği izlenimi yaratıyor.
Bu bağlamda Riyad’ın yeni adımlar atmaya hazırlandığı hakkında bilgiler yayılıyor. Somut olarak Suudi Arabistan Katar ile sınırları kapatmak istiyor. Bununla o, hem İran eğilimli Arap devletlerini uyarıyor, hem de radikal dini gruplardan kendini korumaya çalışıyor (Bkz.: önceki kaynağa). Sır değil ki, Suudi Arabistan’ın kendisinde bölücülüğün alevlenmesi tahmin ediliyor. Sorunun başka bir yönü ise küresel jeosiyasetle ilişkilidir.
Mesele şu ki, Ortadoğu’da “Şii kavisi”nin (İran-Irak-Suriye) oluşmasına engel oldular. Bunun arka planında Irak’ta iç durum gerginleşti. Burada süreçlerin normalleşmesini beklemiyorlar. Tahran cevap olarak bir takım Sünni devletlerde bölücü ruhu güçlendirmek siyaseti yürütüyor. Böylece Suriye’de istediklerini elde edemeyen terör grupları “suçlu” olarak Suudi Arabistan ve Katar`ı hedef seçebilirler.
Bundan Washington rahatsızdır. Fakat onun başı Ukrayna’ya karıştığından aktif biçimde olaylara müdahale edemiyor. Meydanda tek kalan Suudi Arabistan da bazen radikal adımlar atıyor. Bu tür durum Ortadoğu’da Arap devletleri arasında savaşın çıkması ihtimalini artırıyor. Uzmanlar bunu oldukça tehlikeli husus olarak nitelendiriyor.
Gerçekten Körfez’de yeni savaşın başlamasında Amerika ve İsrail de belli derecede meraklıdırlar. Böylece onlar birkaç jeopolitik hedefe nail olabilirler. Birincisi, Arap – Müslüman devletleri arasına ciddi ihtilaf düşüyor. Böyle durumda Müslümanların İsrail’e karşı birleşik cephe yaratması mümkün değildir.
İkincisi, Ortadoğu’da hiçbir Müslüman ülkesi bölgesel lider olamıyor. Onlar bu şansı kendi aralarında savaş dolayısıyla kaybederler. Çünkü bu seçenekte bölgenin tüm devletlerinin kabul edebileceği Müslüman devleti olmuyor.
Üçüncüsü, Batı yeni Körfez savaşı ile İran’ı uzun süren savaşa çekmek şansı elde ediyor. Şüphesiz, Tahran kendi sınırları yakınında yaşanan süreçlere duyarsız kalamaz. Son zamanlarda onun Körfeze çok sayıda asker yerleştirdiği hakkında bilgiler yayılıyor. Hatta bazı Batılı analistler Tahran’ın orada çok güçlendiğini diyorlar. Böyle anlaşılıyor ki, Arap – Müslüman devletleri arasında savaşın oluşması dolayısıyla İran’a da darbe vurmaya esas verir. Bu gidişatın oldukça riskli olduğunu gizlemek mümkün değildir.
Biraz geniş bağlamda ise daha düşündürücü planların varlığından konuşmak gerekir. Avrasya mekanının coğrafyasına genel dikkat edersek, kuzeyden Ukrayna cephesi, güneyden İran hattı Çin’e ikili çıkışa yol açıyor. Avrupa yönünde Rusya da dahil olmak üzere büyük bir kaotik bölge oluşuyor. Yeni Körfez savaşı ile aynı manzara Güney Asya doğrultusunda oluşuyor. Çin aslında “kaos çatalı” arasında kalıyor. Bunun hangi felaketlere yol açabileceğini tahmin etmek mümkündür.
Her halde Müslüman devletleri kapsayan ve riskle dolu bir jeopolitik manzaranın oluşmakta olduğunun farkına varılmalıdır. Fakat gariptir ki, insanlar bunu bildikleri halde süreçlerin önünü alamıyorlar. Sanki dev bir dehşet mekanizması çalışmaya başlatılmış ve o, karşısına çıkan her şeyi yok ediyor. Bundan bütün insanlığın zarar göreceği neden akla gelmiyor?
Kaynak: Newtimes.az