“Aşk; Fransa’da bir komedi, İngiltere’de bir trajedi, İtalya’da bir opera, Almanya’da bir melodramdır.” – Marguerite Blessington
Bu yazıda; ilk makalemde Avrupa kültürü, Avrupa Birliği olgusu ve “Avrupalı” kimliği üzerinde tarihsel ve toplumsal ilişkiler bazında değindiğim konuları daha da derinleştirerek, Orta Avrupa, Batı Avrupa ve Doğu Avrupa ülkelerinin birbirleri ile olan ilişkilerini derinlemesine değerlendireceğim.
Batı Avrupa Birliği (BAB) ve ülkeleri arasındaki ilişkiler
Avrupa kıtasının güvenliğinin sağlanması konusundaki çabalar; Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT), Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) gibi Avrupa kurumlarının oluşumundan daha eski bir takım girişimlerle somutlaşmıştır. İkinci Büyük Savaşı sonrası girişimlerden ilki, hiç kuşkusuz Batı Avrupa Birliği’dir (BAB). Bilindiği üzere, BAB’ın kökeni İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un taraf olduğu 17 Mart 1948 tarihli Brüksel Antlaşması ile kurulan Batı Birliği’ne (Union Occidentale) ya da diğer ismiyle Brüksel Antlaşması Örgütü’ne (Organisation du Traite de Bruxelles) kadar uzanır.[1]
BAB’ın kuruluş amacı
İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra dünyada iki süper güç oluştu Bunlardan birisi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), diğeri ise Atlantik bloğunu oluşturan Anglo-Sakson ABD-Birleşik Kralık bloğu idi. Savaşta önce Orta Avrupa’da Nazi Almanya’sı ve Onun batısında Franco İspanya’sı bulunmaktaydı. Savaştan sonra oluşan yeni politik sistemde Almanya ikiye bölünmüş, İspanya Franco faktöründen dolayı müttefikler tarafından baskı altına alınmış ve Orta Avrupa’da ciddi anlamda büyük bir Sovyet etkisi baş göstermiştir.
İşte bu dönemde değişen dengeler ve iki büyük süper gücün oluşması ile Soğuk Savaş dönemine doğru gidecek olayların tohumları atılmış oldu. Savaştan önce Nazi Almanya’sı karşısında müttefik olan bu iki zıt ideoloji, savaşın bitimiyle hemen görüş ayrılıklarını ve yayılmacı politikalarını uygulamaya sistemli bir şekilde koymuştur. Bu durum ve yeni süreç, özellikle Batı Avrupa’da büyük bir güvenlik ağı ve işbirliğini doğurmuştur. Sovyet Rusya’nın Orta Avrupa’ya kadar yerleşmesi, Balkanları ve Doğu Avrupa’nın tamamını savaştan sonra yutması ve kendi birliği içine katması Trans-Atlantik bloğundaki Kıta Avrupa’sı devletlerini ciddi anlamda endişelendirmiştir. İşte bu yüzden BAB (Batı Avrupa Birliği) bu dönemde kurulmuştur. Amaç nettir; Sovyet Rusya’sı karşısında bir tür ekonomik ve askeri güç birliği oluşturmaktır. Resmin bütününe bakıldığında, kıta Avrupa’sının güvenliğini sağlamak BAB ile sınırlı kalmamış, ilerleyen yıllarda NATO-OTAN (Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü) kurularak, Sovyet bloğuna karşı askeri bir savunma yapılanması da inşa edilmiştir. NATO’nun gerekliliğinin en bariz göstergesi ise Kore Savaşı olacaktır. Sovyet yayılmacılığı karşısında durmak gerekliliği Avrupa ve ABD’de kabul görmüş ve gelişmeler bunu doğrulamıştır.
Savaştan sonra ilk görüş ayrılıkları Batı Avrupa bloğu içerisinde yaşanmıştır ki o dönemde Fransa’nın, ABD’nin de desteklediği 27 Mayıs 1952 tarihinde Paris’de imzalanan antlaşmayla kurulan ve kurucu devletlerin ulusal ordularının üzerinde bir “Avrupa Savunma Gücü” hedefleyen, ancak Fransız Ulusal Meclisi’nin 30 Ağustos 1954 tarihli vetosu sonucu hayata geçirilemeyen Avrupa Savunma Topluluğu’nu (Communaute Europeenne de Defense) anmak gerekir.[2] Sonraki süreçte 1961 tarihli Fouchet Planı’ndan söz etmek yerinde olacaktır. Ancak Fransız kökenli bu teklif, Almanya dışında diğer hiçbir ülkeden olumlu tepki alamamıştır ve bunun sonucu olarak Fransız işbirliğini öngören 22 Ocak 1963 tarihli Elyseé Antlaşması imzalanabilmiştir. (Fransız-Alman işbirliği üzerine bkz, Collet, 1992: 22-24) Aslında Avrupa Tek Senedi, “savunma” sözcüğünü kullanmasa da, 30. maddesinin 6. paragrafının a bendinde (bkz Van Ackere, 1995, 19-65); “Aktif taraflar Avrupa güvenlik sorunları üzerinde daha sıkı bir işbirliğinin, dış politika konusunda Avrupa kimliğinin gelişimine esaslı bir biçimde katkıda bulunacak nitelikte olduğu görüşündedirler; bu çerçevede güvenlik konusunun siyasi ve ekonomik yönleri üzerindeki görüşlerini daha da yakınlaştırmaya hazırdırlar.” ibaresine yer vermiştir.
Batı Avrupa’da ülkeler bazında ilişkiler, olumlu ve olumsuz özellikler
Batı Avrupa Ülkeleri
İngiltere
Büyük Britanya, diğer adıyla “üzerinde güneş batmayan” büyük Anglo-Sakson İmparatorluğu; Kıta Avrupa’sı tarihinde Antik Roma döneminden günümüze kadar dünyada kendini küresel bir güç olarak ispat eden ve zaman içerisinde sembolikleşse de, monarşi ile yönetilen Avrupalı devletlerinden birisidir. İngiltere; İtalya’da başlayan Rönesans hareketi ile Orta Çağ’da harmanlanmış, Fransa ile Yüzyıl Savaşları’nı yapmış ve yine o dönemin süper deniz gücü devletlerinden İspanyayı yenerek, oradan aldığı güçle tarih sahnesine bir daha batmayacak bir güneş olarak ismini altın harfler ile yazdırmıştır.
15 ve 16. yüzyıllarda Orta Avrupa ülkeleri, kendileri için büyük bir şark tehdidi olan Osmanlı İmparatorluğu ile yaptıkları savaşlar ve mücadeleler ile uğraşa dursun, yağmur ve sisin eksik olmadığı İngiltere Kıta Avrupası’ndaki her olayı her durumu dikkatlice ve yeri geldiğinde sessizce izlemiştir. 18 yüzyıl Sanayi Devrimi’nden sonra ise büyük bir süper güç olarak Kıta Avrupası’nda yerini almıştır. Avrupa tarihini bilmeden günümüz koşulları ve politik sistemleri anlamakta güçlük çekebileceğimiz için, özellikle İngiltere’nin kaderini değiştiren iki önemli olayı çok iyi kavramamız gerekli. Bunlar; İspanya Savaşı[3] ile birlikte gelişen Coğrafi Keşifler ve Sanayi Devrimi’dir.[4]
İspanya Savaşı sonrasında denizlerdeki üstünlüğün İngiltere’ye geçmesi ve yeni dünyanın keşfinde Amerika kıtasında Anglo-Sakson döneminin başlaması ile birlikte, İngiltere yayılmacı politikalarını organik şekilde bağlayan bir sistem kurarak, düzenini kalıcı olarak yer bırakacak temellere oturmuştur. Sanayi Devrimi’nde ise, işin can alıcı kısmı gerçekleşmiş olup, siyasal ve ekonomik sistemin güçlenmesiyle askeri vesayetin büyümesi ülkeyi muazzam bir güce çevirmiştir. Sonraki dönemde, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve bu savaşın ikisinden de galip çıkması, Trans-Atlantik bloğunda güvenilir bir partner ve NATO-OTAN gibi stratejik argümanların kilit ülkelerinden birisi olmasına devam etmesiyle sonuçlanacaktır. Ancak İkinci Dünya Savaşı’na bir süper güç olarak giren İngiltere’nin savaştan bu özelliğini ABD ve Sovyet Rusya’ya kaybederek çıktığını da belirtmek gerekir.
İngiltere ile Fransa-Almanya Hattındaki İlişkiler
Euro (avro) krizi ile son dönemde iyice gerilen AB ilişkileri, Yunanistan’da patlayan ekonomik kriz ve yakın zamanda gerçekleşen Rusya-Ukrayna krizi ile, homojen bir birliktelik olmaya çalışan Avrupa Birliği’nin ülkeleri özellikle ekonomik ve mali sorunlar nedeniyle farklı argümanlara yönelmeye başlamışlardır. Adı anılan üç ülkenin kendi arasındaki rekabet ise, sadece bu kriz sonrasında değil, aslında Kıta Avrupa’sında her daim gündemde belirli ölçü ve rekabet düzeyinde yaşanan büyük bir tarihi mücadeledir.
Özellikle Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra, bu ülkelerin kendi aralarındaki çekişme gittikçe artacak ve BAB’dan AB’ye geçiş sürecinde de benzer durumlar yaşanacaktı. AB’nin kurucu bu büyük üç devletini, aslında bu buhranlara rağmen bir arada tutan bağlar güvenlik ve ekonomik pazardan başka bir şey değildir. Bir nevi “zorunlu” birliktelik olduğu için, ekonomik krizin başlamasıyla birlikte birbirlerine olan güvensizliğin aslında tekrar gün yüzüne çıkmış olduğunu söyleyebiliriz.
Almanya ile Fransa, İngiltere’nin Amerika Birleşik Devletleri ile imtiyazlı ilişkilere ve ortak yürüttükleri sömürü politikalarına hem kızmışlar, hem de bu ilişkilerin derinliğini daima kıskanmışlardır. Fransa, Avrupa’da Almanya’dan sonra kıtanın ikinci büyük ekonomisi olma özelliği yanında, Afrika başta olmak üzere yoğun uluslararası ilişkileri ile kendisine dünya siyasetinde önemli bir yer edinmiştir. Ancak son on yıldan bu tarafa, artık Avrupa’nın ikinci büyük ekonomisi olmaktan çıkmış ve yerini İngiltere’ye terk etmek zorunda kalmıştır. Soğuk Savaş sonrası Fransa’nın eski sömürgeleri ve dostları yeni uluslararası ilişkiler fırsatları yakalayarak daha avantajlı partnerler bulmuşlardır. Özellikle Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkeler, Fransa’nın da iyi ilişkiler içinde bulunduğu üçüncü dünya ülkeleri ile yoğun bir ilişki içine girmişlerdir. Dolaysıyla Fransa eski ticari ve ekonomik ilişkilerini devam ettirememektedir. Fransa Avrupa’nın üçüncü güçlü ülkesi olmayı ve uluslararası ilişkilerde geri planda kalmayı içine sindiremese de, bu durumu yaşamak zorunda kalmıştır.[5]
İki Almanya’nın birleşmesi konusu ile ilgili İngiliz Devlet Arşivlerinin açılması ve 1989 yılında İngiltere ile Fransa’nın resmi tutumlarının ortaya çıkmasının, bu üç ülke ilişkilerini bir kez daha olumsuz etkileyeceği görülmektedir. 1989’da resmen bilinmese de iki Almanya’nın birleşmesine İngiltere’nin karşı çıktığı, ancak Fransa’nın aktif taraf tutmadığı söylentileri vardı. Oysaki 11 Eylül 2009 da açılan İngiliz arşivlerinin, zamanın Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand ve İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’in birçok defa bir araya geldiği ve Mitterand’ın da iki Almanya’nın birleşmesine karşı çıktığı ve önlemek için girişim yaptığını göstermektedir. Zamanın Fransız yetkilileri, bunun doğru olmadığını söyleyerek İngilizlere olan kızgınlıklarını saklamamaktadırlar. Mitterand’ın SSCB’nin son devlet başkanı Gorbaçov’a, iki Almanya’nın birleşmesinin Sovyetler Birliği’ni dengesizleştireceğini söyleyerek, dolaylı olarak Ruslardan birleşmeyi önlemelerini beklemiştir. Ancak Rusların büyük bir para karşılığında iki Almanya’nın birleşmesine “evet” dediği dedikoduları yayılmıştır.[6]
Burada şu tespit yapılabilir; Trans-Atlantik hattı ile Alman hattı arasındaki sıkıntı aslında hep vardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın güvenliğini İngiltere-ABD eksenindeki Anglo-Sakson hattı koruduğu için, Orta Avrupa’da ekonomik pazar anlamında Alman ağırlığının artması İngiltere’yi rahatsız etmiştir. İngiltere Başbakanı David Cameron, 2012’de Nobel Barış Ödülü’ne layık görülünce “Bu ödül AB’nin değil, NATO’nun hakkıydı. Avrupa’da barışı İkinciDünya Savaşı’ndan bu yana NATO korudu.” cümleleriyle aslında Almanya’dan duyduğu büyük rahatsızlığı ifade etmiş oluyordu.[7] İngiltere, ABD ile AB arasındaki her zaman en büyük denge unsuru olmaya devam etti. Bu yüzden Kıta Avrupa’sındaki her türlü İngiltere lehine olmayacak girişime karşı çıktı. Bunu yaparken hem AB birliğini içinde olmayı yeğledi, hem de birlikten Fransa ve Almanya nazarında daha bağımsız hareket ve manevra kabiliyeti elde etme arzusu içinde oldu.[8] David Cameron’ın diğer Fransız-Alman hattıyla anlaşamadığı konu ise Yunanistan ekonomik krizi olmuştur. Mali kriz içinde olan Yunanistan’ın, ekonomik yükünü İngiltere’nin yüklenmesi konusundaki argümanlardan her seferinden eleştiri konusu olarak gündeme getirmiştir.
Öte yandan geçtiğimiz Haziran ayında Çin Başbakanı Li Keqiang’ın yaptığı İngiltere ziyaretinde verdiği demeçler de İngiltere-Almanya hattındaki çekişmenin ne boyutta olduğunu farklı bir açıdan göstermektedir. Bu üç günlük ziyaret kapsamında Çinli uzmanlar, İngiltere’nin Çin’in Avrupa’daki en büyük ortağı olan Almanya’nın yerini alabileceğinden bahsettiler. Bu görüşe İngiltere’den de destek geldi.[9] İngiltere, resmin bütününe bakıldığında Trans-Atlantik bloğunun AB’deki “jeopolitik kaldıraç” ayağını oluşturuyor varsayımında da bulunulabilinir.
Belçika Sorunu
Belçika, Latince “Belgica” adıyla anılan Kelt ve Cermen karışımı bir halk Germenic (Volks) Belgae’lerinyaşadığı, Roma eyaleti Gaul’ün en kuzeyindeki Gallia Beligabölgesinde kurulmuş bir ülkedir. Nüfus olarak 10,8 milyon kişidir.[10] Nüfus ağırlığı olarak Flaman ve Valonlar olarak ikiye ayrılmış olan ve Avrupa bürokrasisinin kalbinin attığı bu devlet, tarih boyunca Fransa ve Almanya arasında iç çekişmelere ve savaşlara sahne olmuştur. Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel ve NATO gibi büyük bir kurumun komutanlığının da bulunduğu bu devlet, yakın zamana kadar iç siyasi krizleri ve hesapları ile sessizliğini korurken, üniter ve ulus devlet modelini bırakıp federal sisteme geçmiştir. [11]
Siyasi buhranlar ile çalkalanan bu devlet, özellikle 2000’li yıllarda dünyada bu krizler ile anılmaya başlanmıştır. AB gazete manşetlerinde Flamanların ayrılık talepleri ile başlayan süreç, hükümet krizleri ve ülkenin bölünmesi gibi senaryoların oluşturduğu argümanlar ile AB içinde şaşırtıcı bir durum oluşturmuştur. Bu iki grup (Flaman-Valon) arasındaki kronikleşmiş sorunların bu kadar ciddi olarak gün yüzüne çıkmasının nedeni, iki toplumun bir türlü uzlaşı sağlayamamasıdır. Bunun için ilk önce bu iki toplumu tarihleri ve kültürlerini incelemek gereklidir. Valon ve Flaman toplumların nereden geldikleri, nasıl bir kültürel yapıya ve dinsel özelliklere sahip olduklarını analiz etmek gereklidir. Çünkü ulus devlet olarak kurulan bu devletin bugün ayrışmaya gitmesinin sebeplerini bu şekilde daha iyi anlayabiliriz.
Kuzey Flaman- Güney Valon
Bugün nüfusun % 30’unu oluşturan Valonlar, Latince kökenli Fransızca ile ülkenin güneyinde, % 70’ini oluşturan Flamanlar ise Flamanca konuşarak ülkenin kuzeyinde yaşamaktadırlar. Başkent Brüksel’de ise her iki dil konuşulmakta olup, Fransızca daha ağırlıklıdır. Belçika’da bu siyasi krizler ve ayrışma varken, özellikle büyük Batılı aktörlerin bu duruma seyirci kalması ve sanki destekler gibi görünmesi ise bir hayli ilginç ve düşündürücüdür. Burada şu önemli soru akla gelmektedir; Belçika’nın ayrışması ya da Flaman ve Valon bölgesinin ayrılarak iki ayrı devlet sistemine dönüşmesi kimin hangi çıkarına ne şekilde hizmet etmektedir?
Hükümet Krizleri
Haziran 2007’de yapılan seçimlerde merkez sağda yer alan Flaman Hıristiyan Demokratlar (Christian Democratcs and Flemish, CD&V) ve Yeni Flaman İttifakı (New Flemish Alliance, N-VA) birleşerek büyük bir çıkış yapmış ve kurdukları iki partili Temsilciler Meclisi’nde en yüksek sandalye sayısına ulaşmışlardır. Seçimlerden önceki Liberal-Sosyalist koalisyon Başbakanı Guy Verhofstadt uğradığı yenilginin ardından istifasını vermek zorunda kalmıştır.[13]
Hükümeti kurmakla görevlendirilen Flaman Hıristiyan Demokrat Parti lideri Yves Leterme’nin seçimlerden önce Belçika’yı “tarihi kaza” olarak nitelendirmesi ve seçim kampanyalarında Flamanya’nın Belçika’dan ayrılması gerektiği yönünde beyanlarda bulunması neticesinde, Leterme koalisyon hükümeti kurma konusunda başarı sağlayamamış ve seçimlerden altı ay sonra 2007 Aralık ayında hükümeti kurma görevini iade etmiştir. Bu krizi çözmek için Belçika Kralı II. Albert devreye girmiş ve bir önceki Başbakan Verhofstadt liderliğinde geçici bir hükümet kurulmuştur.[14] Dokuz aylık süren Başbakanlık görevi sırasında Fortisbank skandalı nedeniyle Aralık 2008’de Leterme istifa etmiştir. Belçika kralı II. Albert, banka skandalı nedeniyle baskı altındaki hükümetin istifasını kabul etmiş ve Leterme bankacılık devi Fortis’in kurtarılma sürecinde yargıyı etkilemek suçlarıyla suçlanmış ve istifa etmiştir.[15] Leterme’nin istifası sonucunda Kral II. Albert, Temsilciler Meclisi Başkanı Herman Van Rompuy’u Başbakan olarak atamıştır. Van Rompuy, Avrupa Birliği Başkanı olarak seçildiği Kasım 2009’a kadar bu görevde kalmıştır.[16]
Van Rompuy kabinesinde Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Leterme, Van Rompuy hükümetini muhafaza ederek ikinci koalisyon hükümetinin başında da 5 ay kalmıştır. Nisan 2010’da Flaman Liberaller ve Demokratlar Partisi (VLD), BHV seçim bölgesinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle hükümetten çekilmiş ve ülkede Haziran 2010’da genel seçimlere gidilmiştir. Seçim sonucunda Yeni Flaman İttifakı (N-VA), Flaman Hristiyan Demokratlar’ın önünde büyük zafer kazanmış ve Valon bölgesinde Sosyalistler birinci parti olmuştur. Valon bölgesinin galibi Sosyalist Parti (PS) Başkanı Elio Di Rupo’yu Kral II. Albert hükümeti kurmak üzere görevlendirmiştir. Ancak Elio Di Rupo’nun tüm çabalarına rağmen koalisyon hükümeti kurulamamış ve hükümeti kurmak için görev Flaman bölgesinin galibi Bart De Wever’a verilmiştir. Belçika’yı “Avrupa’nın hasta adamı” olarak tanımlayan Wever da, hükümeti kurma görevinde başarısız olmuş ve görevi Kral’a iade etmiştir. Üçüncü görevlendirilen kişi, bu defa partilerden iki siyasi kişiliğe Andre Flahaut (PS) ile Danny Pieters’a (N-VA) verilmiş ancak gene başarı sağlanamamıştır. Hüklümeti kurmak için dördüncü defa görevlendirme Flaman Sosyalist Parti temsilcisi Johan Vande Lanotte’ye verilmiş, ancak o da 26 Ocak 2011’de görevi iade etmiştir. Kriz o kadar büyümüştür ki, hükümeti kurma görevi koalisyon hükümetinin oluşturulması için on binlerce kişi Brüksel’e yürümüştür.[17] Krizin bu kadar derinleşmesindeki en önemli neden ise Flamanlar ile Valonlar arasındaki ekonomik uçurum ve Flamanların ayrılmak istemesidir.
Sonuç
Bu makalemde Batı, Orta ve Doğu olarak böldüğüm Kıta Avrupa’sının Batı Avrupa bölümünü değerlendirdim. İngiliz, Alman ve Fransız ilişkilerini tekrar üstünden geçilerek Trans-Atlantik Bölgesinde bulunan İngiltere ile Orta Avrupa demir başı Almanya-Fransa üçgeni ve Batı Avrupa’nın en sorunlu ülkesi olan Belçika’ya çok derinlemesine olmadan sorunlarının genel hatları üzerinden yaklaşımlarda bulundum. Bundan sonraki bölümde Orta Avrupa ve Doğu Avrupa ilişkileri, Rusya faktörü, Ukrayna krizi ve Baltık’ın sessiz ülkeleri üzerine yazılar gelecektir.
DEVAM EDECEK…
Saltuk Buğra BOZKURT
KAYNAKLAR
[1] “Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları Çerçevesinde Avrupa Birliği ve Batı Avrupa Birliği İlişkileri”, Kaynak: http://www.politics.ankara.edu.tr/dergi/pdf/54/1/10_ercument_tezcan.pdf.
[2] “Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları Çerçevesinde Avrupa Birliği ve Batı Avrupa Birliği İlişkileri”, Kaynak: http://www.politics.ankara.edu.tr/dergi/pdf/54/1/10_ercument_tezcan.pdf.
[3] “İspanya Veraset Savaşı”, Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0spanya_Veraset_Sava%C5%9F%C4%B1.
[4] “Sanayi Devrimi”, Kaynak: http://my.beykoz.edu.tr/serkang/files/2011/02/sanayi_devrimi.pdf.
[5] “Avrupa’nın üç atlısı”, Kaynak: http://www.sde.org.tr/tr/haberler/110/avrupanin-uc-atlisi.aspx.
[6] “Avrupa’nın üç atlısı”, Kaynak: http://www.sde.org.tr/tr/haberler/110/avrupanin-uc-atlisi.aspx.
[7] “David Cameron snubs chance to accept Nobel Peace Prize alongside fellow EU leaders”, Kaynak : http://www.dailymail.co.uk/news/article-2220109/David-Cameron-snubs-chance-accept-Nobel-Peace-Prize-alongside-fellow-EU-leaders.html.
[8] “Cameron ve Merkel, Ortak Zeminde Buluşamadı”, Kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/381970/Cameron_ve_Merkel__ortak_zeminde_bulusamadi.html.
[9] “Çin Radyosu: İngiltere Almanya’nın yerini alabilir!”, Kaynak: http://www.abhaber.com/cin-radyosuingiltere-almanyanin-yerini-alabilir/.
[10] “Belçika”, http://tr.wikipedia.org/wiki/Bel%C3%A7ika.
[11] “Dutch. A linguistic history of Holland and Belgium”, http://www.dbnl.org/tekst/dona001dutc02_01/dona001dutc02_01.pdf.
[12] “Legal history in Belgium”, http://www.cliothemis.com/IMG/pdf/Heirbaut_Dirk.pdf.
[13] “Belçika’da genel seçim”, http://www.dw.de/bel%C3%A7ikada-genel-se%C3%A7im/a-2583737.
[14] “VALON VE FLAMAN TOPLULUKLARI ARASINDA YAŞANAN SORUNUN BELÇİKA’NIN SİYASİ YAPISINA VE AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİNE ETKİLERİ”, Altan KARAER, ANKARA, 2010.
[15] “Belçika’ya yeni hükümet aranıyor”, http://www.dw.de/bel%C3%A7ikaya-yeni-h%C3%BCk%C3%BCmet-aran%C4%B1yor/a-3896400.
[16] “Herman Van Rompuy”, http://www.european-council.europa.eu/the-president/biography.
[17] “VALON VE FLAMAN TOPLULUKLARI ARASINDA YAŞANAN SORUNUN BELÇİKA’NIN SİYASİ YAPISINA VE AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİNE ETKİLERİ”, Altan KARAER, ANKARA, 2010.