Malezya Havayolları’na ait MH17 sefer sayılı Amsterdam-Kuala Lumpur uçağının düşürülmesi ve 298 kişinin hayatını kaybetmesinin ardından Ukrayna krizi yeniden alevlenmişe benzemektedir. Ancak gidişat çok ilginç gelişmelere gebe gibi görünmektedir. Zira bu kriz ekseninde Rusya ile ABD arasında jeopolitik vurguya dayalı siyasal/küresel rekabet gözler önüne serilirken, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden itibaren Avro-Atlantik Dünyası’nda belireceği söylenen ayrışma da yavaş da olsa kendisini göstermeye başlamış gibi durmaktadır. Hiç şüphesiz, bu durum en çok Rus lider Putin’i memnun edecektir.
Ukrayna’daki kriz başladığından bu yana Rusya’nın tutumu konusunda çok fazla soru işareti belirmiş değildir. Nitekim Rusya, bu ülkedeki iktidar değişimini kabul etmemiş ve öncelikle kendisi için çok önemli bir askeri üs konumunda olan ve Rus kökenlilerin çoğunluğu oluşturduğu Kırım’ı ilhak etmiştir. Moskova’da oldukça ihtişamlı bir törenle kutlanan bu ilhak girişimi dünya medyasında önemli bir yer edinmiş olsa da, ne ABD ne de AB, açık bir saldırı olan bu girişime karşı çıkmamış ve yalnızca cılız eleştiriler ile yetinmişlerdir. Bu durum, Avro-Atlantik Dünyası’nın, Kırım’ı, Rusya’ya verilecek bir sus payı olarak değerlendirdikleri ve bu ilhakın ardından Ukrayna’nın geri kalan topraklarıyla birlikte Batı’ya eklemlenebileceğine dair bir algı oluşturdukları şeklinde yorumlanmıştır. Ne var ki, Rusya, Kırım’ı kendisine bağlamasına karşın Ukrayna’dan vazgeçmemiş ve Ukrayna’nın doğusunda kendisini Rus kimliğine ya da kültürüne ait hissedenlerin çoğunluğu oluşturdukları Donetsk ve Luhansk eyaletlerindeki ayrılıkçı hareketlere istihbari, askeri, lojistik ve ekonomik destek vererek Ukrayna özelindeki toplumsal/siyasal rekabeti süreklilik içeren bir küresel anlaşmazlık haline getirmiştir. Rusya’nın böyle bir anlayış geliştirmesinin en önemli nedeni, “arka bahçesinin en nadide çiçeği” olarak gördüğü Ukrayna’yı yabancı bir virüsün (AB/ABD) etkisine girmekten alıkoymak istemesidir. Zira Rusya’nın arka bahçesi öyle bir jeopolitiğe sahiptir ki, bu bahçedeki en nadide çiçeğe bulaşabilecek bir virüs her an tüm çiçeklere yayılabilir. Arka bahçedeki çiçeklerin yabancı bir virüsün etkisine girmesi halinde bu virüsün son olarak kapısını çalacağı aktör ise o çiçeklerin sahibi olacaktır. Yani Rusya, Ukrayna’nın AB ve NATO üyeliğini sahiplenip kendisiden kopması halinde, aynı coğrafyada yer alan Moldova ve Belarus ile Güney Kafkasya’daki Azerbaycan, Ermenistan ve hatta Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin de kontrolünden çıkması endişesini taşımaktadır. Bu gerçeklik ortada iken, Rusya’nın, ciddi bir garanti anlaşmasına varmadan Ukrayna’daki ayrılıkçılara destek olmaktan vazgeçmesi mümkün görünmemektedir.
İşte, Batılı aktörler arasındaki ayrışma tam olarak bu noktada belirmektedir. ABD, Rusya’ya karşı çok daha sert ve cezalandırıcı bir tutum takınılmasını tercih ederken, AB, daha tedbirli, Rusya’nın şartlarını/stratejilerini göz önünde bulunduran ve diplomasiyi ön plana alan bir yaklaşımı tercih etmektedir. Bu yaklaşım farkının oluşmasında, AB’nin Rusya ile olan ticari, finansal ve enerji tabanlı ilişkilerinin oldukça derinlere kök salmış olması ve Avrupalıların yeni bir Soğuk Savaş iklimine eklemlenmek istememesi etkilidir. Nitekim böyle bir durumun oluşması halinde, Avrupa’nın küresel etkinlik arayışı bir kez daha sekteye uğrayacak ve Batı’nın ifade ettiği siyasal/kültürel içerik Amerikan hegemonyasına dayalı olarak şekillendirilirken, ABD’nin jeopolitik/siyasal çıkarları Avrupa’yı da pençesine alacaktır. Mevcut şartlar içerisinde ABD’nin ekonomik, askeri ya da enerji odaklı olarak Rusya’ya bağımlı olması gibi bir gerçeklik söz konusu değildir. Bu durum, Obama Yönetimi’nin, Rusya’yı cezalandırma ve bu ülkenin coğrafi, tarihsel ve askeri üstünlüğüne dayalı olarak biçimlenen Avrasya’da, Rusya’ya karşı mevzi elde etme yönünde bir tavır takınmasına yol açmaktadır.
Ukrayna Krizi’nin başından bu yana, ABD’nin Rusya’ya olan yaklaşımı, AB’ye oranla çok daha sert bir içeriğe sahiptir. Obama Yönetimi, birçok Rus devlet şirketine, şirket yöneticilerine, Rusya hükümeti temsilcisine ve Ukrayna’daki Rus ayrılıkçılara yönelik kısıtlama ve yasaklamalara giderken, AB’nin kısıtlama tedbirleri ancak Malezya Havayolları uçağının düşürülmesinin ardından, biraz da uluslararası baskı neticesinde gelmiştir. Uluslararası medya ve dünya kamuoyu tarafından uçak kazasının sorumluluğunun Ukrayna’daki ayrılıkçılara ve onun üzerinden de Rusya’ya ihale edilmiş olması, ABD’nin, AB üzerindeki baskısını arttırmasına ve sonuçta geniş kapsamlı (95 kişi ve çoğu askeri teçhizat/silah üretimi, finans ve enerji alanlarında çalışan 23 büyük Rus şirketi) bir ekonomik ve diplomatik sınırlamalar silsilesinin AB tarafından da kabul edilmesine yol açmıştır.
Malezya Uçağı düşürülmeden önceki günlerde, Almanya ile Rusya’nın, Ukrayna’daki krizin çözümüne ilişkin bir anlaşmayı olgunlaştırdıklarına dair bir haber de medyaya yansımıştır. Bu anlaşmaya göre, Ukrayna’nın sınır güvenliği sağlanacak, mali sıkıntı yaşayan bu ülkeye Rusya ve AB ülkeleri eliyle ekonomik destek sağlanacak, Rusya Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçılara destek vermeyi kesecek, buna karşılık Rus kökenlilerinin siyasal taleplerini yansıtacak şekilde etkin bir federalizm uygulamasına gidilecektir. Rusya’nın Kırım’ı ilhakının Ukrayna ve AB ülkeleri tarafından tanınması ve buna karşılık Rusya’nın Ukrayna’ya düşük fiyattan enerji sağlaması ve Kırım karşılığında da 1 milyar dolar ödemesi de anlaşma bağlamında kabul edildiği belirtilen hususlardır. Almanya, bu anlaşma çerçevesinde, Ukrayna’nın AB üyeliği konusunda Rusya ile anlaşma noktasına gelmiş olmasına karşın, bu ülkenin NATO üyeliği bağlamında Rusya’dan gelen kati itirazı anlayışla karşılamıştır. Bu görüşmelerin ABD’nin bilgisi dışında, gizli olarak gerçekleştirildiği ve Almanya’nın inisiyatif alarak Batı dünyası içerisinde bağımsız bir tutum sergilediği de ortaya çıkmıştır. Almanya’nın Rusya ile çok yakın ekonomik ve ticari ilişkilerinin bulunması, AB’nin motoru konumunda olması nedeniyle kendi liderliğinde ve bağımsız bir AB oluşumunu savunması ve ABD’nin Alman Şansölyesi Merkel’i dinlediğinin ortaya çıkmasının ardından ABD-Almanya ilişkilerinin gerilmesi, Almanya’yı, Ukrayna krizinde inisiyatif alma yönünde hareketlendirmiştir. Almanya’nın bu çabası, Avro-Atlantik İttifakı içerisindeki anlaşmazlığın ya da çıkar farklılaşmasının gözler önüne serilmesini sağlamıştır. ABD, Avrasya için Rusya ile kıyasıya bir mücadeleyi göze almış durumda iken, Almanya, kendisi ile Rusya arasında dengeyi gözetecek bir Avrasya seçeneğini kabul etmeye razı durumdadır.
Rusya’daki ekonomik durgunluğun ve kriz riskinin artmasının ülkede ciddi bir hoşnutsuzluğa neden olduğu ve Batılı ülkelerin Ukrayna nedeniyle uygulama alanına koydukları yeni kısıtlamalar ile birlikte Putin ve Batı ile daha yakın ilişkiler kurulması yanlısı bir ekonomist olarak bilinen Medvedev arasındaki ilişkilerin dahi bozulmasına yol açacağına dair bir beklenti oluşmuştur. Hatta önümüzdeki dönemde kabine içi değişimleri de dâhil siyasal/ekonomik tasfiyelerin de gündeme gelebileceği söylenmektedir. Ancak Almanya ile ABD arasında, Ukrayna Krizi’ne ve Rusya’ya olan yaklaşım noktasında beliren anlaşmazlık, tıpkı Fransa’nın Soğuk Savaş esnasında NATO’nun askeri kanadından çekilmesine benzemektedir. ABD ile Almanya arasındaki gerginlik, AB’nin edilgen politikalarına son verebileceğine ve daha özerk bir tutum sergileyebileceğine dair tartışmaları beraberinde getirirken, Rusya’nın Ukrayna özelinde sergilediği ısrarın kendisi açısında ciddi ekonomik riskleri beraberinde getiren, ancak, Batı Dünyası’nı bölme yönünde etkin bir strateji uygulaması olduğu yönünde bir görüntü de doğurmuştur. Rusya’nın bu yönde elde edebileceği bir başarı, kendisi açısından çok büyük bir başarı olabileceği gibi, uluslararası sistemin çok kutupluluğa doğru kayması anlamında da dramatik bir değişim olarak addedilecektir. Kısacası, ABD, Ukrayna eliyle Rusya’nın cebine elini atmışken; Rusya, bir eli ABD’nin cebinde olan Almanya’nın cebine elini sokmuş durumdadır. Bu bağlamda, Ukrayna’daki kriz, etno-kültürel ve yönetimsel/siyasal yansımaları olan yerel bir anlaşmazlık değil, uluslararası sistemin geleceğini şekillendirecek kırılma noktalarından biri olan Avrasya anakarasının ve Rusya ile Çin’in sürekli olarak altını çizdikleri sistemsel çok kutupluluğun geleceğine etki edecek jeopolitik bir düğüm haline gelmiştir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU