Ortadoğu dillerini iyi konuşan, örgüt adlarını ezbere bilip, tarihi gelişimlerini bir çırpıda sayıveren uzmanlar; IŞİD’in, “Irak El Kaidesi” olmasından El Nusra’yla Suriye’deki ayrışmasına, IŞİD’in El Kaide ile bağının kopmasına kadar olan ayrıntıları bölgedeki deneyimleri ile rahatlıkla anlatabilirler. Hatta, “şuralarda bulunmuştum bölgeyi iyi bilirim” diyerek, her tür siyasal analize dudak bükerek bakabilir, konuyu kendi tekellerinde bırakmayı düşünebilirler. Ancak, uzmanların kaprislerini bir tarafa bırakarak, en son Lübnan’a da sıçrayan, Doğu Akdeniz’den Bağdat’a kadar uzanan geniş bir alanda, yeni bir nüfuz alanı kuran IŞİD’in, ne tür bir amaca hizmet ettiğini gerçekten iyi irdelemek gerekir.
Örgütün, ideolojik kaynağını Selefilik olarak açıklamak, Teymiye’nin hayatını anlatmakla bitmiyor bu iş. Can alıcı soruları cesaretle sormak ve yanıtlamak gerekir. Düşünebiliyor musunuz, Suriye ve Irak’taki otorite boşluğundan yararlanan örgüt, pek çok yeri, kamyonlarla işgal etti. Ancak buradaki algı operasyonuna kanmamak önemlidir. Zira IŞİD ya da yeni adıyla İD, El Nusra, ÖSO, YPG gibi farklı militan yapılarla, ağır silahlar vasıtasıyla çarpışıyor. Bu çerçevede en kolay sorular nedense unutturuluyor.
1- IŞİD, parayı nereden buluyor?
2- IŞİD, silahı nereden buluyor?
3- IŞİD, insan kaynağını nasıl yaratıyor?
4- IŞİD, çatışma talimlerini nerede, hangi güçlerin aracılığıyla yaptırıyor?
Aslında sorular çok daha fazla üretilebilir. Çeşitli yorumlar gündeme geldiğinde, “devletsiz alanda”, petrol kaçakçılığı ve uyuşturucu işlerinden, örgütün gelir kazandığı söyleniyor. Ne var ki, IŞİD’in sahip olduğu avantajlar açısından, sözkonusu açıklamalar yetersiz kalıyor. IŞİD, kime lazım? Mevcut kaosun aşılmasından sonra, gerçekte neye hizmet ettiği anlaşılacak. Yalnız, bazı ipuçlarını gerçekten dikkatlice incelemeliyiz.
IŞİD için militan devşirmeye en uygun ülkelerden biri hiç kuşkusuz Ürdün olarak gözüküyor. Hatta İsrail, bu zeminde Golan Tepeleri’nden Eliat’a uzanan bir uzun duvarı, Ürdün’le arasına çekmeyi düşündü. IŞİD’e karşı, Ürdün’le işbirliği görüşmeleri yaptı. Ancak IŞİD, Ürdün değil Lübnan’a sıçramayı tercih etti. Gazze’deki Cund-el Ensar yapılanması, El Kaide bağlantılı olmakla birlikte, Gazze’de Hamas’a destek vermeyi tercih etmedi. Hareketsiz kaldı. Zaten yıllar önce de, Hamas’ı “laiklikle” suçlamıştı! Peki, şimdilik İsrail’e bulaşmayan, Irak-Suriye-Lübnan arasındaki geniş sahada, alan hakimiyeti kuran IŞİD, neye hizmet ediyor? ABD sermayesiyle içli dışlı olan Katar, neden bu örgüte sempatik bakıyor? Türkiye’yle ilgili iddialar, neden bu çerçevede dile getiriliyor? En önemlisi IŞİD, gerçekten de Batı’ya rağmen hareket eden bir İslamcı örgüt mü?
90 yıl sonra “hilafet” ilan ettiğini bildiren, bünyesinde pek çok asker kaçağı ve çapulcu besleyen IŞİD, bana nedense, Nisan-Haziran 1920 arasında faaliyet gösteren Kuvay-ı İnzibatiye’yi anımsattı. Vahdettin ve Damat Ferit tarafından, Kuvay-ı Milliye’ye karşı kurdurulan 4 bin kişilik sözde orduda, hapishane kaçkınlarından, asker kaçaklarından oluşuyor, İzmit ve Adapazarı’nda pek çok yeri yağmalıyordu. Kuvay-ı İnzibatiye mensuplarının maaşını İngilizler veriyor, kendilerini “Hilafet Ordusu” olarak isimlendiriyorlardı. Başlarında da Anzavur vardı. Bu hain örgüt, Kuvay-ı Milliye tarafından bastırıldı.
IŞİD’in ise karşısında bir Kuvay-ı Milliye yok. Devletsiz bir Ortadoğu var. İşin kötüsü, Ömerli’de talim yapıyorlar, Gaziosmanpaşa’da halka saldırıyorlar, Güngören ve Bağcılar’dan “cihad” seferleri düzenliyor, belediyelerin tahsis ettiği salonlarda, “cihada çağrı” toplantıları yapıyorlar. Suriye çölü ya da Musul’da ararken, IŞİD’i, ne yazık ki, içimizde buluyoruz. Hala IŞİD tarafından rehin alınan Musul konsolosluğu görevlilerimiz, “seçim öncesi jest”in insafına kalmış durumdalar. Tüm bunlar değerlendirildiğinde, Esad’ın karşısındaki Sünni Arap çoğunluğu ve Maliki’nin karşısındaki Sünni Arap azınlığının, IŞİD “ortak paydası” altında birleşmesi, acaba İran-Suriye-Hizbullah eksenine karşı, bir “Sünni ekseni” arayışı mı?
İşte o zaman Kuvay-ı İnzibatiye durumu daha belirginleşmiş hale geliyor. Bölge ülkelerinin, Batı’nın, hatta Esad’ın bir süre göz yumduğu IŞİD, kalıcı bir düzen kurma sevdasında olsa da, “devletsiz geniş koridora”, baskıcı yöntemlerine rağmen egemen olabilecek mi? Kürtler’le Irak-Suriye hattında çarpışan örgüt, Kürtler-Şii Araplar zemininde, Irak’taki siyasal rekabetin bir parçası gibi gözükse de, Suriye bağlamında Sünni Arap çoğunluğun ÖSO, El Nusra gibi farklı yapılanmalarını tasfiye etme arayışında savaşıyor. Ele alınan analizler yüzeyinde, IŞİD’in kendisi bir olgu mu, yoksa başka bir “büyük proje”nin “koçbaşı” görevini mi ortaya koyuyor?
Sanırım, denklemin çözülmesi, tam da bu soruya bağlı bir açıklamaya dayalı. Önümüzdeki günlerde “ak koyun, kara koyun” belli olur…
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ