CHP’DEKİ ULUSALCI-SOSYAL DEMOKRAT ÇATIŞMASI VE LATİN AMERİKA SOLU-TÜRKİYE SOLU BENZERLİKLERİ

upa-admin 28 Ağustos 2014 3.391 Okunma 0
CHP’DEKİ ULUSALCI-SOSYAL DEMOKRAT ÇATIŞMASI VE LATİN AMERİKA SOLU-TÜRKİYE SOLU BENZERLİKLERİ

1998’den önce Küba hariç bütün Latin Amerika ülkelerinde ABD merkezli politikalar hüküm sürmekteydi. Soğuk Savaş döneminde Sovyetleri tehdit olarak gören ABD, Latin Amerika’da herhangi bir sol yükselişi darbeler, suikastlar, operasyonlar ve ekonomik müdahaleler ile pasifleştirmekteydi. Bu dönem içinde ülke demokrasilerinde kendilerine yer bulamayan sol kesim, genel olarak gerilla grupları oluşturmuş ve silahlı mücadeleye başlamışlardı. Ancak bazı gruplar ise küçük partiler şeklinde varlıklarını devam ettirerek günümüze kadar gelmişlerdir.

Bölgede yaşanan gelişmeler bölge ülkelerindeki sol grupların çeşitli fraksiyonlara yönelmesine neden olmuştur. Örnek olarak Venezuela’da sosyalist politikalar savunulurken, Bolivya’da kapitalizmin kontrol altına alındığı ancak sosyalist değerlere de önem verilen politikalar uygulanmaktadır. Brezilya’da ise kontrol altına alınmış bir kapitalist sistem uygulanmaktadır. Ülkelerdeki bu sol fraksiyon farklılığının temel nedenleri; ülkelerin yaşadıkları tarihsel tecrübeler, ülkelerin toplumsal yapısı, ülkelerde ilk sol yükselişin hangi fraksiyon aracılığı ile gerçekleştiği ve ABD karşıtlığının hangi aşamada olduğu olarak sıralanabilir.

Sovyetlerin çökmesinden sonra liberal demokrasi içinde evrimleşen ya da liberal demokrasiye adapte olan bölge ülkelerindeki sol gruplar, yıllarca sağ partiler tarafından uygulanan liberal ekonomik politikalar ve 1980 sonrası uygulanmaya başlanılan neoliberal politikalar nedeniyle geri kalan, ayrışan, sindirilen ve sömürülen gruplar için bir alternatif olma özelliği kazanmıştır. Türkiye’de ise yapılan askeri darbeler, sağcı hükümetler, operasyonlar ile ülkenin sol grupları sindirilmeye ve parçalanmaya çalışılmıştır. 1980 darbesi ile birlikte Türkiye’deki sol artık Türk solu ve Kürt solu diye ikiye ayrılmıştır. Türk solu, kendi içinde birçok konuda farklılık gösterirken çeşitli fraksiyonlara ayrılmıştır. Bu süreç içinde kendisini sol grup içinde sınıflandıran CHP ülkedeki en büyük sol parti olmuştur. Kürt solu ise 30 yıllık bir sürecin sonunda ayrılıkçı terör örgütü PKK’nın etrafında toplanmıştır. Ancak son zamanlarda Marksist-Leninist söylemlerle yola çıkan PKK ve PKK ile dirsek temasında bulunan BDP/HDP’de, -sol üzerine söylemlerde bulunulsa da- aslında soldan sağa doğru bir kayma gözlemlenmektedir. Özellikle etnik politikalar izleyen bu grup, ülkedeki AKP iktidarını neoliberal politikaları nedeniyle eleştirmemektedir.

Türkiye’deki sol ile Latin Amerika’daki solun bulundukları şartlar farklılık göstermesine rağmen benzer politikalara cephe almış durumdadır. Bu politikalar;

– Yabancı sermayeye koşulsuz izin verilmesi,

– Batı merkezli neoliberal politikalar,

– Devletin belirli bir etnik veya mezhepsel anlayışta yönetilmesi,

– Etnik temellerde yaşanacak ayrılmalar,

– Devrimci düşünceye sahip tarihi şahsiyetlerin unutturulmak istenmesi,

– Ekonomik kalkınmada devletçi politikaların terk edilmesidir.

Latin Amerika’daki solun bu politikalara olan bakış açısı fraksiyona göre değişiklik gösterse de, genel olarak neoliberal politikalara ve ABD’ye karşıt bir bakış söz konusudur. Türkiye’de en güçlü sol parti olan CHP, ülkenin kurucu partisi olması ve yaklaşık olarak 25 yıl boyunca ülkede tek parti olması nedeniyle diğer partilerin büyük bir kısmının kökeni CHP’ye dayanmaktadır. Belirli dönemlerde kurulan koalisyonların başında bulunan CHP, 1980 darbesi sonrasında bir daha yönetime geçememiştir. Bu dönem ülkedeki sol, çok karmaşık bir süreçten geçmiştir. 1970’li yıllardaki stratejisi sayesinde önemli bir lider olan DSP başkanı Bülent Ecevit, 1999 seçimleri sonrasında MHP ve ANAP ile koalisyon kurmuştur. Bu dönem CHP’nin başında bulunan Deniz Baykal, CHP’nin % 10 barajını aşamamasının sorumluluğunu üstlenerek istifa etmiş ve yerine Altan Öymen geçmiştir. Ancak 2000’de Deniz Baykal tekrar CHP genel başkanı olmuştur. 2001 yılında ülkede ekonomik kriz yaşanmış ve koalisyon partileri büyük bir prestij kaybına uğramıştır. Bu dönem Kemal Derviş ABD’den getirtilerek ülke ekonomisi neoliberal politikalar ile düzeltilmeye çalışılmıştır. 2002 yılında yapılan seçimleri ise sağcı bir parti olan AKP kazanmıştır.

AKP’nin seçimleri kazanmasından sonra Kemal Derviş’in ekonomik politikalarına devam edilmiştir. İktidar tarafından sadece IMF’ye karşı bir cephe alınmaktaydı. Çünkü yıllarca halka Türkiye’yi IMF’nin sömürdüğü benimsetilmişti. 2002 yılından itibaren ülkenin ana muhalefet partisi olan CHP, AKP’yi birçok konuda eleştirmiştir. CHP ülke içindeki AKP karşıtı grupları bir arada toplamaya çalışmıştır. Ayrıca parti yönetimi Atatürk ilkelerine bağlı olduğunu dile getirmekteydi. Bu dönem içinde CHP’yi izlediği çizgiden dolay eleştiren Mustafa Sarıgül partiden ihraç edilmiştir. Haluk Koç ise genel başkanlığa aday olarak Deniz Baykal’ın karşısına çıkmıştır. Ancak yeterli imzayı toplayamamıştır. 2007’den itibaren parti içinde bir isim Türk siyasetinde sıklıkla gündeme gelmekteydi. Bu isim Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Sakinliği ve AKP’li siyasetçilerin yolsuzluklarını ortaya çıkarması ile halkın gönlünde taht kurmuştu. 2010 yılında Deniz Baykal’ın kaset olayı nedeniyle istifa etmesinden sonra, yine Deniz Baykal’ın da destekleriyle partinin genel başkanlığına aday olmuştur. Mayıs 2010’da yapılan kurultay sonucunda CHP’nin 7. genel başkanı seçilmiştir. Bu kurultayda yaptığı konuşmada birçok kesimin takdirini kazanmıştır.

2010’dan sonra CHP’de bir değişim rüzgarları esmeye başlamıştır. Bu süreçte partiye yıllarca emek veren ve partinin Kemalist çizgide kalması gerektiğini savunan isimlerin tasfiye süreci başlamıştır. Bu dönem bazı Kemalist grupların eleştirisine maruz kalan Kemal Kılıçdaroğlu, kaybettiği her seçim sonrasında partiyi daha çok liberalleştirmeye başlamıştır. CHP artık sol bir partiden çok, liberal-sol bir parti olarak anılmaya başlanacaktı. Bu durum parti içindeki bazı milletvekillerinin bu politikalara cephe almasına neden olmuştur. Ayrıca halk arasında da partinin sağcılaşmaya başladığına dair eleştiri sesleri yükselmekteydi. Halktan oy almak için sağ siyasetten gelen isimlere yönelen CHP, Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP ile sıkı bir ilişkisi bulunan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermiştir. İhsanoğlu’nun aday göstermesinden sonra parti içindeki birçok milletvekili buna tepki göstermiştir. Yapılan seçimler sonrasında Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ve İhsanoğlu hezimeti CHP’yi ikiye bölmüştür.

CHP Ankara milletvekili Emine Ülker Tarhan ve yanındaki Süheyl Batum, Nur Serter ve Birgül Ayman Güler’in de aralarında bulunduğu bir grup ulusalcı milletvekili, Kemal Kılıçdaroğlu’na istifa çağrısında bulunarak partinin AKP’ye benzediğini vurgulamışlardır. Tarhan, partinin izlemesi gerek stratejinin “devrimler ve altı ok, sosyal demokrasinin evrensel kuralları ve Anadolu ve Trakya’nın tarihsel ve felsefi birikimi” olması gerektiğini belirtmiştir. Parti içinde Kılıçdaroğlu’na muhalefet eden isimlerden biri de Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ydi. İnce, toplanacak olan kurultayda Kılıçdaroğlu’na rakip olduğunu dile getirmiştir.

CHP’nin günümüze kadar yaşadığı siyasi gelişmeler bu şekildedir. Bu süreç içinde bir tarafta “ulusalcı” diye adlandırılan ve Kemalist çizgiye dönülmesi gerektiğini savunanlar, diğer tarafta ise CHP’nin sosyal demokratikleşmesi gerektiğini savunarak partiyi liberalleştiren ve Avrupa’daki sosyal demokrat partilere benzetmeye çalışan kesim bulunmaktadır. Özellikle CHP İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak bu konuda düşüncelerini açıkça dile getirmiştir.

Öncelikle Avrupa’daki sosyal demokratlar ile CHP’yi karşılaştırmak gerekirse, bu kesim Avrupa’da kapitalist sisteme adapte olmuş ve bu sistemin çıkarları için çalışmaktadır. Örnek olarak İngiltere’deki İşçi Partisi ABD’nin Irak işgaline destek vermiştir. CHP ise yıllarca anti-emperyalist söylemlerle hareket etmekteydi. Kılıçdaroğlu’na bu konuda yapılan eleştiriler CHP’yi köklerinden kopararak sistemin çıkarı için çalışan bir parti yapmaya çalıştığı çerçevesinde şekillenmektedir. Özellikle son günlerde, geçmişte Atatürk’e hakaret ettiği iddia edilen ve İran’daki İslam Devrimi’ne benzer bir devrimi savunduğu dile getirilen Saadet Partisi eski Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu’nun, CHP yönetimine Kemal Kılıçdaroğlu tarafından davet edilmesi, CHP’nin Kılıçdaroğlu ile birlikte nasıl bir ideolojik değişim geçirdiğinin kanıtı olabilir.

Latin Amerika’da iktidara gelen sol gruplar incelendiğinde ise, bu grupların öncelikle “vahşi kapitalist” ekonomi anlayışına ve emperyalist yabancı sermayeye karşı çıktıkları görülür. Latin Amerika dünyanın hep geri kalmış ve sömürülen bir bölgesi olarak anılmaktaydı. Ancak günümüzde dünya ekonomik sistemi bir kriz ile boğuşurken, Latin Amerika’da ekonomik gelişme yaşanmaktadır. Bu da bölgede “devletçi kalkınma” ile gerçekleşmektedir. Türkiye’de “vahşi kapitalist” ekonomi anlayışına ve emperyalist yabancı sermayeye sosyalist gruplar ve ulusalcılar karşı çıkmaktadır. Devletçiliği ise ulusalcılar savunmaktadır. İkinci olarak Türkiye’de ulusalcılar, 90 yıl önceki politikalar çerçevesinde stratejiler izlemekle eleştirilirken, örnek olarak Hugo Chavez, 200 yıl önceki liderleri kendisine ideolojik kaynak olarak almıştır. Mustafa Kemal Atatürk ulusalcılar için, Latin Amerika’daki sol gruplar için de Simon Bolivar değişmez liderlerdir. Üçüncü olarak, Türkiye’de AKP ile beraber artan mezhepsel yönetim anlayışına ve muhafazakârlaşmaya CHP de oy kazanabilmek uğruna ayak uydurmaya başlamıştır. Bu durum ise bir girdap şeklinde bir parçasını kaptığı öğeyi daha çok içine çekmektedir. Ancak Latin Amerika’daki sol iktidarlar, laik siyasi yönetim anlayışını benimsemişlerdir. Dördüncü olarak, bölge ülkeleri dış politikada genel olarak ABD karşıtı politikalar izlerken, CHP’nin ise bu konuda açık bir stratejisi bulunmamaktadır. Ancak CHP içindeki ulusalcı kesim, ABD ve AB konusunda şüphelerini açıkça dile getirmektedir.

Sonuç olarak Muharrem İnce’nin Kemal Kılıçdaroğlu karşısına rakip olarak çıkacağı 5-6 Eylül olağanüstü kurultayında sadece isimler değil, farklı ideolojilerin de oylaması yapılacaktır. Bu süreçte birçok ihtimal ortaya çıkmaktadır. Bunlar;

1. İnce’nin kazanması,

1.1. İnce başkanlığında 2015 seçimlerinden başarıyla çıkılması,

1.2. İnce başkanlığında 2015 seçimlerinden hezimetle çıkılması.

2. Kılıçdaroğlu’nun kazanması,

2.1. Kılıçdaroğlu başkanlığında 2015 seçimlerinden başarıyla çıkılması,

2.2. Kılıçdaroğlu başkanlığında 2015 seçimlerinden hezimetle çıkılması.

Eğer başkanlık seçimlerini İnce kazanırsa, popülist söylemler ve karizmatik duruşu ile CHP içinde ve Türkiye genelinde güçlü bir rüzgar estirebilir. Ayrıca CHP, Kılıçdaroğlu döneminde izlediği pasif muhalefet özelliğini terk edip, AKP’ye karşı sert muhalefet politikası izleyecektir. Böylelikle AKP iktidarda bile kalsa, CHP’nin AKP planları için tehdit olma özelliği bulunacaktır. Eğer Kılıçdaroğlu kazanırsa, CHP sosyal demokratikleşme adı altında liberalleşmeye devam edecektir. Şahsi kanaatim bu süreç içinde pasif muhalefet stratejisini devam ettirecek olan CHP, şu anda bulunduğu oy oranının pek üstüne çıkamayacaktır. Çünkü birçok konuda AKP ile benzer politikalar izlemesi, CHP’nin yenilgiyi kabul ettiği algısını yaratarak, toplumda AKP’nin en iyi parti olduğu düşüncesiyle AKP’yi desteklemeye devam etme psikolojisi yaratmaktadır. Bu süreç içinde CHP, AKP’nin güçsüzleşmesi için bölünmesi ya da Türkiye’nin ağır bir ekonomik kriz geçirmesi konusunda beklenti içinde olacaktır. Unutulmamalıdır ki, Türk toplumunda muhalefete getirilen en büyük eleştiri Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında sağlam bir liderin bulunmaması ve bu nedenle Erdoğan’ın alternatifsizleşmesi üzerine yapılmaktadır. Elbette 2015 seçimleri için şimdiden bir tespitte bulunmak pek sağlıklı olmayabilir. Ancak seçim kazanılırsa, o dönem görevde bulunan parti başkanı kazandığı zaferin mutluluğunu ve haklı olmanın gurunu yaşayacaktır. Ancak seçim kaybedilirse, diğer kesim tarafından suçlanma ihtimali yüksektir. Eğer bu dönem Kılıçdaroğlu başkanlık görevine devam ediyor olursa, seçimin kaybedilmesi halinde istifa etme ihtimali yüksektir.

Son olarak CHP’deki yaşanan çatışmalara tabandan bakacak olursak; karşımızda Cumhurbaşkanlığı seçimlerini protesto eden büyük bir kesim, Mustafa Sarıgül’e ve diğer liberal çizgideki sosyal demokratlara tepki gösteren CHP’liler, uzun zamandan beri adayları beğenmemesine rağmen zorunluluktan CHP’ye oy veren partililer ve “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganını yasaklayan bir yönetime rağmen Mustafa Kemal’in askerleri olduğunu haykıran bir gençlik bulunmaktadır. Bu nedenle Kurultay’ı kim kazanırsa kazansın, CHP’de ilerleyen aylarda bir bütünleşme ve ideolojik uyum süreci gerektiği aşikardır.

 

Emrah KAYA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.