4-5 Eylül 2014 tarihlerinde Galler’de gerçekleştirilen NATO zirvesi, belki de NATO tarihindeki en kapsamlı toplantılardan biri olarak değerlendirilmelidir. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Kuzey Atlantik Savunma Örgütü ya da yaygın bilinen kısa ismiyle NATO, Sovyetler Birliği’nin çevre ülkelerine, özellikle de Batı ittifakı içinde yer alan devletlere yönelik ihraç etmeye çalıştığı komünizm ideolojisine karşı oluşturulan, askeri ve siyasi temelli bir Batı ittifakı örgütüdür. NATO’ya üye ülkeler, dışarıdan gelebilecek bu tip askeri ve ideolojik tehditlere karşı kolektif güvenlik içinde yer alır ve dayanışma içerisinde hareket ederler. Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar kuruluş amacına hizmet eden bu örgüt, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte temel kuruluş politikasından çıkarak, daha çok uluslararası terör, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı ile mücadeleyi kendisine yeni misyon edinmiştir.
Türkiye, NATO nazarında önemini koruyor.
Türkiye’nin de Soğuk Savaş döneminde içerisinde yer aldığı savunma ittifakındaki yeri, neredeyse direk sınır çizgisine sahip olduğu Sovyet tehdidine karşı Türkiye’nin ve Batı Avrupa’nın mutlak güvenliğinin sağlanmasıydı. Her ne kadar Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin NATO nezdinde öneminin azaldığı görüşü hâkim olsa da, Doğu Avrupa, Orta Doğu ve Orta Asya’daki güncel gelişmeler perspektifinde Türkiye’nin NATO’nun savunma politikası bağlamındaki önemi halen büyük ve aşikârdır.
Galler’deki toplantı NATO’nun yeniden yapılandırılmasında önemli adım olmalı.
4-5 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen NATO zirvesinin bu manada önemi büyüktür. Bu nedenle NATO’nun yeniden yapılandırılması noktasında Galler’deki toplantıda somut adımlar atılmalıdır. Çünkü, tıpkı Birleşmiş Milletler gibi NATO’nun da uluslararası bir örgüt olarak küresel barışa hizmet etmek konusunda ciddi eksiklikleri olduğu fark ediliyor. Kuşkusuz bundaki en büyük neden; NATO’nun bölgesel sorunlardaki yaptırım eksikliği ve çözüm sunmadaki yetersizliğidir. 2001 Afganistan ve 2003 Irak savaşlarının demokrasi ve insan hakları adına başlatılıp, bugün bu bölgeleri en büyük etnik ve mezhepsel savaşların yaşandığı kanlı bir coğrafyaya dönüştürmesi ve 2011 yılında başlayan Arap Baharı döneminde yıkılan rejimlerin yerine yasa dışı terör gruplarının ve örgütlerinin kol gezmeye başlamasında, ne yazık ki NATO’nun pasif tutumunun ve yanlış politikalarının rol oynadığı görülmekte ve bu da örgütün yeniden yapılandırılması gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Rusya dış politika hamleleri ile üzerindeki dikkati başka yönlere çekiyor.
NATO’nun geleneksel rakibi olan Rusya Federasyonu’nun, Batı’nın NATO ittifakına karşı kendi savunma ağını Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve Avrasya Ekonomik Birliği projesi ile sağlama çalışmaları aslına bakılırsa NATO’nun ve BM’nin kendini yeniden yapılandırma sürecinden çok daha hızlı ilerlemektedir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye’de Esad rejimine karşı başlatılan ayaklanmalarda en başından beri Esad yönetimini desteklemiş ve sonuçta bu rejimi ayakta tutmuştur. Peki neden? Bunun en bilinen sebeplerinden biri; Suriye’nin, Rusya’nın Akdeniz’de yer alan tek müttefiki olması ve Tartus limanında yer alan Rus donanmasıdır. Bir başka önemli neden ise; Rusya’nın, Esad’ın bir başka önemli destekçisi olan İran’a olan bağımlılığının sürmesini sağlayarak, ABD’nin üzerinde yoğunlaşan dikkatini bir nebze olsun İran üzerine çekerek dış politika hamlelerinde rahatlamaktır. Aslında Rusya bu stratejisinde başarılı sayılabilir. Çünkü Ukrayna meselesinde elini Batı bloğuna karşı güçlü tutması ve eski Sovyet coğrafyasındaki ülkeler ile ve bilhassa Çin ile yüksek düzeyli işbirliği içinde bulunması, hedef şaşırtma yolunun başarılı bir ürünü sayılabilir.
ABD fiziksel olarak hiçbir devletten tehdit almamasına karşın, neden bu kadar silaha ihtiyaç duyuyor?
Bugün uluslararası örgütlerin en büyük finansörünün ABD olduğu herkes tarafından biliniyor. Dolayısıyla “en çok parayı veren en çok konuşur” zihniyetiyle yönetilen kurum ve örgütlerin güvenilirliği ve iş yapabilirliği aynı ölçüde azalıyor. Bir kıta devleti olan ABD’nin, fiziksel olarak hiçbir devletten tehdit almamasına karşın neden bu kadar silaha ihtiyaç duyduğu sorusunu yanıtlamak oldukça zor. Bir bölgede savaş çıktığında, bilindiği gibi silah tüccarları para kazanacak, insanlar yaralanacak veya ölecek ve sağlık tüccarları para kazanacaktır. Sonuçta para hep aynı keseye akacaktır. Bu paralarla da uluslararası örgütler finanse edilecek ve onlardan barışın tesisi ve korunması beklenecektir. Bunun gerçekleşmesi elbette imkânsızdır.
Yeni “Büyük Oyun”da oyuncu olabilmek
Sonuç olarak, Soğuk Savaş kurumları ile yeni uluslararası sistemin idaresi mümkün değil. Bu dönemin en büyük özelliği; bölgesel örgütlerin daha etkili ve söz sahibi olduğu bir düzenin tesis edilmesidir. Çünkü, bölge ülkelerinin içinde yer alacağı bu tip bir oluşumun mekanizmasının işleyişi daha hızlı ve sonuç alınabilir olacak. Elbette uluslararası ve uluslarüstü kuruluşların varlığı devam etmeli, fakat işlevlerinden biri de bu bölgesel örgütlenmelerin birbirleri ile olan iletişimi ve istişarelerini sağlamak olmalıdır. Bu oluşum içinde olacak olan devletlerin istikrarını koruyacak şey ise, herhangi bir büyük devletin kontrol altına alamayacağı geniş bloklar tesis ederek, yeni “Büyük Oyun”da oyuncular olabilmektir. Aksi takdirde, NATO ve BM deneyimlerinde olduğu gibi, hantal mekanizmanın getirisi sadece İsrail örneğinde olduğu gibi yazılı ve sözlü kınamadan ibaret olacaktır.
Haftanın Sözü: “Büyük sistemleri inşa etmeden önce, gelin tuğlaların neden imal edildiğinden emin olalım.”
Furkan KAYA