Ukrayna ve Suriye’de yaşanan gelişmeler ve özellikle son dönemde Batı Dünyası ile Rusya arasında beliren siyasal/sistemsel gerginlik, uluslararası ilişkilere dair yeni bir dönüm noktasına ulaştığımızı gösteriyor. Batı’nın Rusya ve Çin’in yakın çevresine yapmaya çalıştığı müdahaleler ile kendi sistemsel hegemonyasını konsolide etmeye ve bu iki devleti bölgesel birer güç pozisyonuna indirgemeye yönelik stratejisi, bu iki küresel gücün özellikle milenyum sonrası dönemde sahiplendikleri çok kutupluluk söyleminin içerisini dolduracak bir eylemlilik içerisine girmelerine neden olmuş ve bu konjonktür içerisinde işbirliğini baskılayabilecek bir çatışma gerçekliği açıkça gözler önüne serilmiştir.
Ukrayna Krizi, yeni nesil Soğuk Savaş’ın altının çizildiği ilk ciddi gelişme olmuştur. Nitekim Suriye’de ve Ortadoğu’nun genelinde Arap ayaklanmaları ile başlayan süreç ekseninde oluşan kamplaşmalar, Batı’nın Ortadoğu’ya ilişkin bilgisizliği, bölge devletlerinin Batı’nın arzuladığı tarzda “ılımlı İslam” anlayışına dayalı ve siyasal çoğulculuğu az veya çok yansıtabilecek bir yönetim tarzına eklemlenebilme konusundaki isteksizliği/yetersizliği, artan toplumsal/siyasal radikalizm ve Batılı aktörlerin Ortadoğu’da beraber çalıştıkları ya da çalışmayı arzuladıkları ülkelerin genel itibarıyla yetersiz bir profil çizmeleri sonucunda, Batı ile Rusya Ortadoğu bağlamında krizi tırmandırmama yönünde bir irade ortaya koymuştur. Ne var ki, aynı durum Ukrayna Krizi’nde söz konusu olmamıştır.
Ukrayna’da ve genel itibarıyla Karadeniz Havzası’nda yaşanan gelişmeleri dikkatle irdelediğimizde, bu bölgenin tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi sistemsel bir sınır olarak algılandığını ve özellikle Rusya’nın, bu bölgeyi, kendisinin küresel bir güç olabilmesi anlamında vazgeçilmez ve devredilmez bir coğrafya olarak betimlediğini görüyoruz. Batı ise Rusya’nın bu bölgeyi vazgeçilmez olarak addettiğini bilmesine karşın, kendi sistemsel hegemonyasının sınırları olmadığını kanıtlayabilmenin ve Rusya’nın Çin ile birlikte altını çizdiği çok kutupluluk anlayışının coğrafi yansımalarını daha tam anlamıyla belirmeden ortadan kaldırmanın peşindedir. Ne var ki, Batı’nın bu hamlesi, Karadeniz Havzası ile eski SSCB topraklarının ve genel manada Avrasya anakarasının Rusya tarafından asla geri adım atılamayacak bir bölge olarak güvenlikleştirilmesini beraberinde getirmektedir. Ukrayna’da yaşanan krize paralel olarak, güvenlikleştirilmiş bir bölge olan Karadeniz Havzası’nın batısında Moldova’da, doğusunda da Gürcistan’da yeni hareketlenmelerin ortaya çıkmış olması hiç de sürpriz değildir ve Batı ile Rusya arasındaki bahsetmiş olduğumuz mücadelenin bir yansımasıdır. Nitekim Moldova’dan ayrılmak isteyen Transdinyester bir kez daha Rusya’ya kendisini ilhak etmesi çağrısında bulunurken, Gürcistan’da ise Batı ile Rusya arasında dengeyi gözetmeye çalışan “Gürcü Rüyası” koalisyonunun çatırdamaya başlamasına paralel olarak yeni bir “Gül Devrimi”nin yaşanabileceğine yönelik söylemler/kaygılar belirmiştir. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Rusya, kendi bölgesel/sistemsel hegemonyasını kurgulama yönünde bir “yumuşak güç” uygulaması olan Avrasya Ekonomik Birliği Projesi’ni hayata geçirmeye çalışmakta ve Moldova’da dahi halkın % 38’inin Rusya’nın önerdiği bu projeye yakın durduğu (% 35’i AB ile imzalanan Serbest Ticaret Antlaşmasını savunuyor, bu ankete, Rusya yanlısı Transdinyester dahil edilmemiştir) anketlerle ortaya çıkmaktadır.
Yeni nesil Soğuk Savaş esasen iki kırılma noktası üzerinden şekilleneceğe benziyor. Bu kırılma noktalarından birisi Avrasya (Doğu Avrupa, Karadeniz, Kafkasya, Hazar) ise diğeri ise Güneydoğu Asya’dır. Bugün itibarıyla mücadele daha çok Rusya’ya odaklanmış olarak Avrasya’nın batısı ve güneyi üzerinde yürütülmektedir. Ne var ki, Gordion’un Düğümü’nü çözmesi beklenen esas kırılma noktası Güneydoğu Asya’dır. Nitekim Avrasya özelinde Rusya ve Batı arasında bir çatışma yaşanırken, Güneydoğu Asya’da bu mücadeleye Çin ve Hindistan gibi iki dev ülkeyle, Batı ile birlikte hareket eden (etmesi beklenen) ve her biri çok büyük ekonomik/demografik potansiyele sahip bölgesel güçler Japonya, Güney Kore, Endonezya, Filipinler, Malezya ve Tayland gibi ülkeler de dahil olmaktadır. Bu bölgedeki mücadele, Batı ile Rusya arasında Avrasya’nın batısı ve Karadeniz Havzası özelinde süregelen krizin sonlanması ya da tarafları tatmin edecek belli bir anlaşmayla sonuçlanması durumunda açıkça gözler önüne serilecektir. Şimdilik kaydıyla, taraflar, bölge devletleri üzerinden yürütülen bir “vekalet mücadelesi” içerisine girmiş durumdadır. Özellikle enerji aktarımını kontrol eden Malakka Boğazı ile Güney Çin Denizi bölgesi etrafındaki ülkelerin birbirleriyle ve Çin ile olan münasebetleri dikkatle izlenmelidir.
Mevcut mücadele ekseninde genel olarak etnik/dinsel farklılıkların siyasal ayrılıkçılık haline dönüştürülmesi, ekonomik ve ticari kısıtlama tedbirleri ile siber saldırı gibi yeni nesil araçlar kullanılmaktadır. Böylece Batı hegemonyasının sistemsel ön kabulünü sağlayan küreselleşme akımının inşa ettiği simetrik/asimetrik bağımlılık ağlarının ne denli etkin olduğu kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Rusya’nın Avrasya geneli ve eski SSCB topraklarındaki ülkeler bağlamında devreye soktuğu etnik/dinsel ayrılıkçılık girişimlerini kendi yararına kullanma stratejisine Batı’nın verdiği cevap olan ekonomik/ticari tedbirlere karşı ne kadar dayanabileceği şu an en fazla üzerinde durulan hususlardan biridir. Nitekim Rus rublesi Ukrayna Krizi esnasında Batılı aktörler tarafından yürürlüğe sokulan ekonomik kısıtlamalar neticesinde % 70 oranında değer yitirmiş durumdadır. Bunun yanı sıra, Rusya’nın en önemli silahı olan enerji fiyatlarında ABD’nin Ortadoğu’daki enerji üreticisi ülkelere baskısı neticesinde ortaya çıkmış olan dramatik düşüş de Rusya’yı ciddi anlamda yormuş durumdadır. Öyle ki, son 1 yıl içerisinde Rusya’nın ekonomik rezervlerinde yaklaşık 60 milyar dolarlık bir azalma olduğu yönünde bir haber de yayınlanmıştır. Rusya ise, bu yeni nesil Soğuk Savaş’a hazır olduğunu ve geri adım atmayacağını kanıtlayabilmek için Ukrayna özelinde ayrılıkçılara destek vermeyi sürdürmekte, Transdinyester, Abhazya ve Güney Osetya gibi bölgelere destek verdiğini sürekli olarak göstermekte, sistemsel anlamda Çin ile ortak paydada buluştuklarını gösterebilmek için bu ülkeyle ederi 3 milyar doları aşan bir askeri antlaşmaya imza atmakta ve özellikle Doğu’ya (yani Asya’ya) yöneleceğine dair söylemlerde bulunmaktadır. Avrasya Ekonomik Birliği’nin gelişimi noktasında atılan adımlar ve Putin’in Özbekistan’a yaptığı ziyaret ekseninde görüldüğü üzere, Rusya’nın, Orta Asya’daki Türki Cumhuriyetleri de birliğin kapsamına alma yönünde eylemlilik içerisinde olması önemlidir.
Hiç kuşkusuz ülkemizin bu mücadele içerisinde nerede durduğu/duracağı da önemlidir. Türkiye’nin son dönemde, özellikle Suriye ve Ortadoğu’ya bakış konusunda başta ABD olmak üzere Batı Dünyası ile ters düşüyor olması ve AB üyelik süreci bağlamında yaşanan tıkanıklık, Türk Hükümeti’ni Batı’ya yönelik eleştirel bir duruş sergilemeye itmiştir. Öyle ki, Türkiye, alçak bir tonla da olsa NATO üyeliğinin dahi tartışıldığı bir ülke haline gelmiş durumdadır. Bu sorgulamaya paralel olarak, Batı başkentlerinde de Türkiye’nin Batı aidiyeti, NATO üyeliği ve hedeflerine yönelik benzer bir sorgulama yapılmaktadır. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Putin’in Ankara’ya yaptığı ziyaret önemli bir gelişme olmuştur. Zira Putin, Türkiye ile Batı arasındaki gerginliğin farkında olduğunu gösterircesine Türkiye’yi yeni enerji partneri olarak gördüğünü ifade etmiş, Türkiye’nin son dönemde izlediği eleştirel tutumu övmüş ve kendisine uygulanan ekonomik kısıtlamalara katılmayan Türkiye ile ekonomik ilişkilerini ilerletmek istediği mesajını vermiştir. ABD ise Putin’in Ankara Ziyareti’nin hemen ardından, duyduğu rahatsızlığı iletmek üzere, Kongre’den çıkardığı 758 numaralı karar ile açıkça isim vermemesine karşın, Türkiye’yi, Batı’nın Rusya’ya karşı uyguladığı ekonomik/ticari kısıtlamalara uymaya davet etmiş ve Rusya ile yapmayı planladığı işbirliğine karşı olduğunu derhal hissettirmiştir. Bu çerçevede değerlendirirsek, Türkiye, tıpkı Soğuk Savaş’ta olduğu gibi, bir kez daha sistemsel bir cephe ülkesi haline gelmiş durumdadır.
Yeni nesil Soğuk Savaş etnik/dinsel ayrılıkçılık ve ticari-ekonomik kısıtlama tedbirleri özelinde Avrasya’nın batısı ve Karadeniz özelinde başlamıştır. Uzun bir süre bölge ülkelerinde yaşanan siyasal değişimler bağlamında (Gürcistan, Ukrayna) vekaleten sürdürülen bu mücadele, 2014 itibarıyla Ukrayna özelinde Batı ile Rusya’yı tam manasıyla karşı karşıya getirmiştir. Bu mücadelenin Güneydoğu Asya versiyonu ise şimdilik kaydıyla alevlenmiş değildir. Bu nedenle, özellikle Rusya ile aynı sistemsel hedefi paylaşan Çin henüz tam manasıyla resme girmemiştir. Ancak, orta/uzun vadede bu mücadelenin Güneydoğu Asya’ya taşınması ve Çin’in de sürece müdahil olması beklenebilir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
One Comment »