TÜRK DIŞ POLİTİKASI’NIN 2014 YILI BİLANÇOSU

upa-admin 17 Aralık 2014 2.671 Okunma 0
TÜRK DIŞ POLİTİKASI’NIN 2014 YILI BİLANÇOSU

2014 yılının son günlerini yaşarken, Türk Dış Politikası’nın bu yıl içerisindeki performansıyla ilgili nesnel bir değerlendirme yapmak yerinde olacaktır. Geçtiğimiz yıl; Türk Dış Politikası açısından bazı alanlarda başarılı, bazı alanlarda ise yetersiz hatta başarısız geçti. Ancak bu yetersizlik ve başarısızlıklara karşın, 2000’li yılların başından beri yaşanan aktifliğin artarak devam etmesi ve dünyada Türkiye’nin adının daha sık duyulur olması, gelecek adına ümitlerin korunmasına olanak sağladı. Şimdi Türk Dış Politikası’nın 2014 yılı içerisinde yaşadığı, başarılı ve başarısız olarak adlandırılabilecek gelişmelere daha yakından göz atalım.

Başarılar:

2014 yılında Türk Dış Politikası’nın en başarılı olduğu alan, kuşkusuz Azerbaycan ile gelişmeye devam eden ikili ilişkiler oldu. Şu bir gerçek ki, halklarının birbirini kardeş olarak gördüğü iki ülkenin, dış politikalarında birbirlerinden ayrı düşmeleri pek de olanaklı değil. Nitekim geçmişte işgalci Ermenistan devleti ile AB ve ABD’nin baskısıyla imzalanan protokoller ve Bursa’da oynanan Türkiye-Ermenistan maçına Azerbaycan bayraklarının sokulmaması gibi bazı talihsiz olaylar nedeniyle gerilen ilişkiler, her iki ülkedeki kamuoylarının baskısıyla kısa sürede yeniden rayına oturdu. Trans Anadolu Projesi (TANAP) ve Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı ile enerji politikaları anlamında stratejik bir hüviyet kazanan ilişkiler, bu yıl içerisinde savunma sanayiindeki işbirliği ve Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projesinin hayata geçirilmesiyle en üst seviyeye yükseltildi. Gürcistan’ın bölgenin bir diğer önemli aktörü olarak bu yıl içerisinde bu ikili ortaklığa dâhil edilmesi, Güney Kafkasya’daki istikrarın korunması adına önemli bir artı değer oldu. Artık Batılı devletler de, iki Türk devleti arasındaki bu özel ilişkiyi anlamış ve buna göre yeni pozisyon alacak gibi görünüyorlar. Ancak Türkiye’nin NATO üyesi olması ve AB tam üyeliğini zorlaması, Azerbaycan’ın ise daha tarafsız ve bağımsız bir dış politika izliyor olması, gelecekte ikili ilişkilerde kimi sorunlar yaratabilir. Burada kilit nokta; tarafların önceliklerini birbirlerinden yana kullanmaları ve diğer ülkelerle olan ilişkilerinde de bunu asla unutmamalarıdır. Geçtiğimiz yıl içerisinde Azerbaycan Devlet Başkanı Sayın İlham Aliyev’in, Türkiye aleyhine gerçek dışı sözler kullanan Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a karşı Türkiye’yi savunması gibi jestler, bu güçlenmesi muhtemel ikili stratejik işbirliğinin öncü sinyalleridir. Türkiye Azerbaycan’ın çıkarlarını NATO ve Batı bloğunda, Azerbaycan ise Türkiye’nin çıkarlarını Rusya nezdinde savunduğu sürece, bu ikili işbirliği ilerleyen yıllarda güçlenerek devam edecektir. Her iki ülkede karşılıklı ekonomik yatırımların artması ve üniversiteler, düşünce kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve halklar arasındaki etkileşimin daha üst noktalara getirilmesi, bu iki ülkeyi ilerleyen yıllarda sarsılmaz şekilde birbirine bağlayabilir.

Türk Dış Politikası’nın 2014 yılında bir diğer başarılı olduğu alan Kıbrıs oldu. Dünya kamuoyu ve Birleşmiş Milletler nezdinde Kıbrıs Sorunu’nda çözüme daha yakın duran taraf olarak Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin görülmeye başlanması, bu yıl içerisinde yaşanılan önemli bir kazanç olarak karşımıza çıktı. Buna ilaveten, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adada bir çözüme ulaşmadan başlattığı sondaj faaliyetlerine karşı, Türkiye’nin Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma gemisi ve savaş gemilerini Akdeniz açıklarına göndermesi, Türkiye’nin sert gücü ve askeri caydırıcılığının hissettirilmesi (hatırlatılması) açısından doğru ve yerinde bir adım oldu. Türkiye’nin bu politikasını doğrular şekilde, enerji piyasasında da bu hamlenin etkili olduğuna dair çeşitli duyumlar daha şimdiden kulağımıza geliyor. Bu konuda ilerleyen günlerde yaşanabilecek gelişmelere hazırlıklı olmak gerekir.

Türk Dış Politikası’nın bir diğer başarılı olduğu alan ise Suriye’de yaşanan insanlık trajedisine karşı gösterilen yüce gönüllü tavır oldu. Bugün topraklarında 2 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan ve ihtiyaçlarını karşılayan Türkiye, dünyanın en sorumlu ülkelerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Ne yazık ki, Türkiye yöneticilerinin olumsuz imajları nedeniyle, bu gibi güçlü bir unsur bile dış politikada yeterince etkili kullanılamadı. Oysa bugün herhangi bir Avrupa ülkesi 2 milyon mülteciye bakmayı kabul etse, inanın bu ülkenin Devlet Başkanı Nobel Barış Ödülü’ne layık görülürdü.

Türkiye’nin, son günlerde Batı ile Ukrayna krizi nedeniyle sıkıntılar yaşayan ve Batı’nın ekonomik yaptırımları altında zor günler geçiren Rusya ile de ilişkilerini bu yıl içerisinde iyi götürdüğü söylenebilir. Öyle ki, iki ülke Suriye konusunda taban tabana zıt durumda olmalarına karşın, ekonomik ilişkilerini güçlendirmek yönünde kalıcı adımlar atmayı başarmışlardır. Birkaç gün önce Vladimir Putin’in Türkiye’ye yaptığı ziyaret sonucunda Güney Akım Projesi’nin iptal edilerek, Türkiye ve Yunanistan üzerinden geçecek yeni bir boru hattı projesinde anlaşılması, Türkiye’nin “enerji merkezi” olma hedefini güçlendiren olumlu bir gelişme olarak tarihe geçti. Ancak bir NATO üyesi olan Türkiye’nin Rusya’ya doğalgaz anlamında yüzde 60 oranında bağımlı olması, kuşkusuz ilerleyen yıllar için çok riskli bir durum. Türkiye’nin gelecekte bu oranı mutlaka daha aşağılara çekebilmesi ve enerji alternatiflerini çoğaltması gerekiyor. Aksi takdirde, Batı-Rusya ilişkileri ilerleyen aylarda daha da gerilir ve kopma noktasına gelirse, NATO üyesi olan Türkiye’yi enerji ihtiyacının sağlanması açısından zor günler bekleyebilir.

Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinde bu yıl içerisinde çok önemli bir gelişme kaydedilmezken, yine de temasların önceki yıllara göre çok artması pozitif yönde bir gelişme olarak okunabilir. Nitekim Türk devlet adamları bu yıl içerisinde John Kerry ve Joe Biden gibi üst düzey Amerikalı siyasetçilerle defalarca bir araya gelmiş ve genelde olumlu temaslar yapmışlardır. IŞİD karşısındaki kısmi işbirliği ve Kıbrıs konusundaki yakın duruş, iki ülke ilişkilerindeki en önemli ortak noktalar olarak 2014’te öne çıkmıştır. Bu noktada Türkiye’nin kendi demokrasisini güçlendirmesi ve ABD’ye malzeme olabilecek siyasi hamleler yapmaması (basın özgürlüğü ve ifade hürriyeti konularında), Türkiye’nin bu ülke karşısında daha güçlü olmasını ve bu sayede daha bağımsız bir dış politika izleyebilmesini sağlayacaktır. Yine Türkiye yöneticilerinin, ülkenin laik ve demokratik rejimine uygun söylemler tercih etmeleri de Türkiye’yi daha güçlü kılacaktır.

Bunların dışında Irak merkezi hükümeti ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Nuri el Maliki’nin iktidardan düşmesinin ardından tekrar rayına oturtulan ilişkiler ve Afrika ve Asya ülkeleriyle artan siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler, Türk Dış Politikası’nın 2014 yılı bilançosuna başarılı unsurlar olarak kaydedildi.

Başarısızlıklar:

2014 yılı içerisinde Türk Dış Politikası’nda çeşitli eksiklik ve başarısızlıklar da yaşandı. Öncelikle ülkenin demokratik ve laik sistemden uzaklaştığı yönünde bir görüntü verilmesi, Türkiye’nin Batı nezdindeki imajını sarstı ve bu ülkelerin medya kuruluşlarında Türkiye aleyhine çeşitli kampanyaların düzenlenmesine neden oldu. Oysa Türkiye’yi geçmişte ve bugün hala dünyada güçlü kılan unsur, İslam dünyasındaki çok az sayıdaki demokratik ve laik devletlerden biri olmasıdır. Yine Türkiye yöneticilerinin kimi zaman çeşitli gaflar yapmaları ve dışlayıcı söylemler kullanmaları, Türkiye aleyhine bir istismar unsuruna dönüştürüldü. Örneğin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ermenileri küçük gören bir sözü, bu ülkenin sözde soykırım iddialarına dayanarak yapılarak Batı basınında Türkiye aleyhine kullanıldı. Bu noktada Türk idarecilerinde bir söylem ve imaj sorunu olduğu gerçeği, bir kez daha karşımıza acı bir şekilde çıktı.

Bir diğer önemli sorun, Irak ve Suriye’de ortalığı kana bulayan Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı terör örgütü karşısında yeterince aktif bir görüntü sergilenmeyişi oldu. Şüphesiz ki, Türkiye’nin bu soruna tek başına müdahil olması beklenemez. Ancak Türkiye’nin sınır güvenliğini daha iyi sağlaması ve içeride yaşanabilecek olaylara karşı daha dikkatli olması kendisinden pekâlâ beklenebilir. Burada da aslında bir algı yönetimi sorunu olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Dünyada hiçbir devlet Suriye krizi nedeniyle Türkiye gibi ağır bir yük üstlenmemişken (2 milyon mülteciye bakmak), IŞİD terörü karşısında Türkiye’nin tek başına bir hamle içerisine girmek istememesi, ilginç bir şekilde bu ülkeye fatura edilebiliyor. Ancak burada Türkiye’nin Beşar Esad rejimine karşı olan tavrının da, artık gerçekçi-rasyonel temellerden ziyade düşmanlık hislerine dayanmaya başladığı açıkça görülüyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, ancak ve ancak Esad rejimine karşı bir askeri müdahale yapılması durumunda IŞİD’le aktif şekilde mücadele edileceğini açıklaması, bu açıdan Türkiye’yi ilerleyen zamanlarda çok zor durumda bırakabilir.

Türkiye açısından bir diğer yetersizlik, Ermeni soykırımı iddialarıyla mücadele konusunda yeterince aktif çabanın gösterilmemesi oldu. 2015 yılında 100. yıldönümü yaşanacak olan 1915 tehcirine dayanarak, dünyada Türkiye’yi ve tüm Türkleri karalamak için aktif kampanyalar yürüten Ermenistan ve Ermeni diasporasına karşı, Türkiye bu sene içerisinde 2014 yılına göre çok daha aktif olmak zorundadır. Ermeniler 2015 yılı için birçok filme ve belgesele imza atarken, Türkiye’nin bu yönde hiçbir profesyonel çalışması olmamıştır. Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da her yıl binlerce insanın öldüğü bir ortamda, 100 yıl öncesinde ve bugün yaşayan kimselerin hayatta olmadığı bir ortamda yaşanan talihsiz olaylar nedeniyle bugün halkları birbirine düşman yapmaya çalışmak, kuşkusuz Ermenistan gibi fanatik milliyetçi ve geri kalmış bir devlete yakışır ilkel bir tavırdır. Ancak Türkiye’nin bu düşmanca tavır karşısında sessiz kalması ve dünyadaki barış yanlısı halkların desteğini yanına çekememesi de önemli bir eksikliktir. Tarihten düşmanlıklar yaratmak kolaydır, zor olan ise halkları birbirine dost yapabilmektir. İşte Türkiye’nin bu duruşunu tüm dünyaya daha iyi anlatması gerekir. Bugün tamamen bir Rusya uydusu görünümündeki Ermenistan karşısında, Türkiye’nin Batı’nın desteğini alamaması inanılabilecek bir durum değildir. Bu noktada elbette Türkiye kadar hatalı olan bir diğer aktör de AB’dir. 100 yıl önceki düşmanlıkları canlı tutmaya çalışan Avrupalı dostlarımız, tarihe bu kadar meraklılarsa işe Paris’e giren Nazi askerleriyle ya da 1960’lara kadar dünyanın dört bir yanındaki kolonilerinde katlettikleri masum insanlarla başlayabilirler… Bu noktada kuşkusuz İngiltere’nin yapıcı tavrı, diğer Avrupa ülkelerine de (özellikle Fransa) örnek olmalıdır.

Her ne kadar önceki birkaç yıla göre etkisi azalsa da, Türkiye’nin 2014 yılı içerisinde Şii bloğundaki ülkelerle ilişkilerini yeterince iyi noktaya getirememesi de önemli bir eksiklik olarak karşımıza çıktı. Türkiye, Sünni Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu ancak demokratik ve laik sistemini korumaya çalışan bir ülke olarak, bu konuda çok daha dikkatli olmalıdır. Şii nüfusu yoğun ülkelerin mezhepçi politikalar izlemesi, Türkiye’yi buna karşıt bir Sünni politika eksenine sürüklememelidir. Su-i misal, emsal olmaz… Türkiye, insan haklarına ve demokrasiye dayalı laik sistemini korumalı ve dış politikasında da mezhep önceliklerine göre bir tercih sistemi kullanmamalıdır. Bu açıdan Azerbaycan’ın yanında, Batı ile nükleer programı konusunda anlaşma yoluna giren İran’la da ilişkiler kuvvetlendirilebilir. Bugün İran’ın Hasan Ruhani liderliğinde seçmiş olduğu siyasa, Batı kamuoyunda da takdir toplayan doğru bir yoldur. Bu nedenle Türkiye’nin İran’la IŞİD’le mücadele gibi konularda daha yakın işbirliğine yönelmesi yerinde olabilir.

Türk Dış Politikası’nın 2014 yılı içerisinde en başarısız olduğu alanlar ise, Mısır ve İsrail’le ilişkiler oldu. Türkiye, Mısır konusunda demokrasi yanlısı duruşunu gerçekçi dış politika çizgisinden ayırdığı için, bu ülke ile olan ilişkiler kolay kolay düzelmeyecek şekilde bozuldu. Mısır’la ilişkilerin bozulması, Türkiye’ye sadece ikili ilişkilerde değil, Arap dünyasındaki itibarı ve hatta Kıbrıs Sorunu’nda bile olumsuz olarak geri dönebilecektir. Türkiye, bu noktada fazla aceleci ve keskin davranmış ve bu işten zararlı çıkmıştır. Yine İsrail’le olan ilişkilerde de, Türkiye’nin ahlaki duruşunun genel anlamda doğru olduğu, ancak çıkar odaklı realist siyaset bakımından ülkenin bu işten zararlı çıktığı görülmelidir. Türkiye’nin Filistin davasına tüm Arap devletlerinden bile daha çok sahip çıkması, maalesef pratikte Türkiye’ye somut hiçbir kazanç (KKTC’nin tanınması, Ermeni soykırımı iddialarıyla mücadele konusunda Arap devletlerinin desteği vs.) getirmemiştir. O yüzden, artık Türkiye’nin önceliklerini kendi halkından yana yapması ve ilk olarak kendi ulusal çıkarlarını savunması şarttır. Bu noktada İsrail’le daha yakın işbirliği, Türkiye’ye birçok alanda avantajlar sağlayabilir. Ancak Netanyahu-Erdoğan (Davutoğlu) denkleminde, bu yönde ilerleme kaydedilmesi hiç de kolay gözükmemektedir.

Son olarak, Türkiye-AB ilişkileri açısından da 2014 yılının başarılı olarak nitelendirilmesinin oldukça zor olduğu vurgulanmalıdır. Her ne kadar François Hollande’ın seçilmesiyle beraber Fransa’dan Türkiye’nin AB üyeliği konusunda daha olumlu sinyaller gelmeye başlasa da, Türkiye’nin Almanya ile çok iyi olan ekonomik ilişkilerini siyasi düzleme bir türlü yansıtamadığı ve özellikle bu ülkedeki Angela Merkel iktidarını AB üyeliği konusunda yeterince ikna edemediği görülmektedir. Türkiye’nin AB üyeliği belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek zor bir hedef olsa da, Türkiye’nin bu konuda ilerleme kaydetmesi dünyadaki prestji açısından önemli bir unsurdur ve bu nedenle bu hususta daha çok efor sarfedilmelidir. Elbette bu hedef izlenirken, dış politikada tavizler vermeden bu konuda ilerleme kaydetmeye çalışmak daha doğru olacaktır.

Sonuç:

Sonuç olarak, Türkiye’nin 2014 yılı içerisinde kimi noktalarda başarılı, kimi noktalarda başarısız ve eksik bir dış politika izlediği sonucu karşımıza çıkmaktadır. Bu minvalde,  son dönemde AK Parti hükümetinin Türk Dış Politikası’nın çok boyutlu yapısına uygun şekilde, adeta bir görev/rol dağılımı yapması da dikkat çekmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan son dönemde iyice Rusya’ya yakın duran bir devlet adamı olarak öne çıkarken, Başbakan Davutoğlu daha ABD eksenli siyaset yanlısı, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve AB Bakanı Volkan Bozkır ise daha Avrupa eksenli siyaset yanlısı politikacılar olarak algılanmaya başlamışlardır. Bu görev dağılımının da bilinçli bir tercih olduğu anlaşılmaktadır. Bu politika iyi kullanılabilirse, Türkiye’ye büyük faydalar sağlayabilir. Ancak bir cambaz ustalığı gerektiren bu politikanın başarısızlığı durumunda, ülkede maalesef ciddi sıkıntılar da yaşanabilir. Dileğimiz, Türkiye’nin 2015 yılında geçtiğimiz yıldan edindiği tecrübeleri daha iyi kullanarak, dünyada daha çok saygı duyulan bir devlet haline gelmesidir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.