Gerçekten de kafalar çok karışık… 30 Eylül 2012’de AKP Büyük Kongresi, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı ve Irak Kürdistan Demokrat Partisi lideri Barzani’yi ağırlar ve kendisine konuşma yaptırırken, bu davranışın bir siyasal istisna olmadığını anlamak gerekiyordu. İktidar partisi, Barzani’yi Büyük Kongresi’nde konuştururken, özellikle Ortadoğu’ya yönelik “bölgesel vesayet” anlayışını pekiştirmeye çalışıyordu. Bu, bir bakıma Osmanlıcı bakışın yansımasıydı. “Kürt sorunu”nu ulus-devletin bir hastalığı olarak gören AKP, imparatorluk mirası ve İslami kimlikle, biraz da Nakşibendi akımının yardımıyla, muhafazakar Sünni Kürtler’i kendince asimile etmeye çalıştı. Bu, genel bir bakışın ete kemiğe bürünmesiydi.
27 Aralık 2014’te, AKP’nin Erdoğan sonrasi lideri ve Başbakan Davutoğlu’nun seçim bölgesi AKP Konya’nın İl Kongresi vardı. Davutoğlu’nun Meşal’i kendi seçim bölgesinde ağırlaması bir rastlantı değildi. Başbakan Danışmanlığı ve Dışişleri Bakanlığı görevlerinden beri Osmanlıcı bölgesel vesayetin mimarı olan Davutoğlu için, Meşal’in bizzat kendi “siyasi evi”nde ağırlanması, siyasal ütopyaları açısından anlamlıydı. Ne var ki, AKP-Davutoğlu çizgisinde bırakın İsrail’i, Filistin Kurtuluş Örgütü ve onun en büyük bileşeni El Fetih ve 1993 Oslo Süreci sonrası kurulan ve fiilen sadece Batı Şeria’da hükmeden Filistin Otoritesi, hep arka planda kaldı. Zira bu anlayış, -İslamcı bir perspektifle- sadece Hamas’ı kendine muhatap aldı. Zaten Gazze’ye yönlendirilen Mavi Marmara da, tam olarak bu konuyla ilgiliydi. 2007 Haziran’ında Filistin Otoritesi’nden darbeyla ayrılan Hamas’ın Gazze yönetimi, Batı sistemi ve uluslararası düzen açısından adeta tanınmayan bir siyasal varlığa (antite)ye dönüştü. Sadece Hamas’a dönük bir Filistin siyasetinin, Türkiye’nin gittikçe uzaklaştığı Batı dünyasıyla oluşturduğu tezatlar aşikarken, Avrupa Adalet Divanı’nın Hamas’ı “terörist ülkeler listesi”nden çıkartması, Avrupa Parlamentosu’nda “iki devletli çözüm” çerçevesinde “Filistin”in devlet olma hakkını güçlendiren” niyet kararlarının çıkması, değişik bir atmosfer oluştırdu.
2011’e kadar Suriye’de yaşayan Meşal’in, “gecikmiş Arap Baharı” adı altındaki kaosun ardından, bugünlerde Mısır’daki Sisi yönetimiyle arası düzelen Katar’a taşınması ve Katar’ın Batı ile iç içe ilişkiler içinde olması, bugünkü iktidar açısından artık bir dengeden ziyade, “savrulma” siyasetini ortaya koymaktadır.
Rusya’ya Doğu Akdeniz’de “nükleer tesis” kazandıran günümüz iktidarı, Suriye’deki Rusya’ya ait Tartus deniz üssü düşünüldüğünde, adeta Ruslar’ın “sıcak denizlere inme” rüyasına altyapı hazırlamaktadır. Üstelik Akkuyu, İncirlik’e de çok yakındır. Esad müttefiki Rusya, Esad karşıtı Türkiye aracılığıyla Doğu Akdeniz’e ilerlerken, bundan kuşkusuz en büyük rahatsızlığı İsrail ve ABD duymaktadır. Son 1 yılda, ikili dış ticaret hacmi %25 artsa da, İsrail’e yönelik ideolojik kinin temelinde Ortadoğu’ya “ağabeylik” yapma hevesi yatmaktadır. Öte yandan İsrail, hazırladığı “milliyet yasası” ile, “Yahudi devleti” olma özelliğini yasalaştırarak, tüm dünya Yahudileri’nin temsilcisi olma savıyla “göçü özendirme” siyasalarını vurgulamakta ve kendi yurttaşı olan Araplar’ı “resmi azınlık” statüsüne geçirerek, Avrupa devletlerinin “Filistin” politikasını kadük hale getimeye gayret etmektedir.
Siyasal iktidar, ideolojik körlükle, 200 yıllık modernleşme birikimini tasfiye etmeye neden olacak hamleler yapsa da, real politik karşısında bu hamleler hem etkisiz kalacak, hem de kaybeden ülkemiz olacaktır. Meşal-Barzani ve Putin yüzeyinde ilerleyen “AKP dış politikası”, 2015’te yaklaşan ekonomik krizle birlikte, Türkiye’yi, Batı medyasının deyimiyle, uçuruma sürüklemektedir.
Kaostan sonra düzenin doğması dileğiyle…
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ
Bu Kaos elbet bitecektir, Suriyelilere care bulunmali, böyle olmaz memleket 1980larin dilenci durumuna tekrar ger döndü