İran ile “altı ülke” (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin) arasında İran’ın nükleer programı ile ilgili devam eden görüşmelerde bu yılın mart ayının sonlarına kadar anlaşmanın genel hatlarının belirlenmesi, Haziran ayına kadar ise nihai anlaşmanın sağlanması planlanıyordu. Ancak son veriler ilk anlaşmanın sağlanmasının düşünüldüğü kadar erken olmayacağını gösterir. Nitekim Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) verilerine göre, İran’la Ajans yetkilileri arasındaki gelecek görüşme nisan ayının ortalarında olacak. ABD ve Avrupalı yetkililere göre, İran’la “altı ülke” arasında herhangi bir anlaşmanın elde edilmesi için, UAEA ile yürütülen müzakerelerde ilerleme olmalıdır (Bkz.: İran, UAEK Exchange Data in Nuclear Talks, Plan Next Toplantı / “The Wall Street Journal”, 10 Mart 2015). Bu demektir ki, mart ayında ilk uzlaşı mümkün olmayacak, İran’la UAEA arasında nisan ortalarında gerçekleşecek görüşmenin ise nasıl sonuçlanacağı belli değil.
İsrail İran’la Anlaşmanın Elde Edilmesine Karşıdır
Elbette ki, İran’ın nükleer programı ile ilgili görüşmelerin uzaması asıl İsrail yönetimini sevindiriyor. Çünkü belli olduğu gibi, İran’ın nükleer programıyla ilgili uyuşmazlığı çözme niyetinde olan Obama yönetimi, İran’da 2013 başkanlık seçimlerinde galip gelen ılımlı politikacı Hasan Ruhani ile görüşmelerin sonuçlarından büyük umut besliyor (Bkz.: Буря в стакане воды / “Российский совет по международным делам “(РСМД), 2 Mart 2015). İsrail ise İran’ın tutumuna şüpheci yaklaşımını sürdürüyor. Buna rağmen, İran nükleer programının enerji ve tıbbi amaçlara hizmet ettiğinde, hiçbir askeri tehlike taşımadığında ısrarlıdır.
Böylece, Obama yönetimiyle İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasındaki görüş ayrılığı, son zamanlarda kendini daha net gösterir. Öyle ki, görüşmelerde ABD ve ortakları, İran’ın nükleer enerji üretim tesislerinde ciddi denetleme sağlanması, uranyum zenginleştirilmesinde kullanılan santrifüjlerin sayısının kısıtlanması ve bu alanda İran’ın mevcut yakıt kaynaklarının bir kısmının ortadan kaldırılması görüşündedir. Anlaşma sağlanması takdirde, İran’ın nükleer programına uygulanan sınırlamaların en az 10 yıl devam etmesi bekleniyor. ABD uzmanları düşünür ki, öngörülen sınırlamalar sonucunda sözleşmenin koşullarını bozması takdirde, İran’ın nükleer silah için gerekli miktarda yakıt elde etmesi bir yıla kadar gecikebilir.
3 Mart’ta İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun ABD Kongresi’ndeki üçüncü ve son konuşması, mevcut İsrail yönetiminin bu konuda oldukça sert konumunu bir kez daha gösterdi. Netanyahu konuşmasında, İran’ın nükleer enerji projesinin İsrail devletine ve tüm dünyaya tehdit olduğunu belirterek, elde edilecek anlaşmanın İran’ı bu niyetinden vazgeçirmeyeceğini söyledi. Onun fikrince, nükleer tesislerine kontrol edecek uzmanlar sadece gözlem yapabiliyor olacak, onlar nükleer silah üretimine engel olmayacaktır. Öte yandan, İsrail emindir ki, İran nükleer tesislerinin bir kısmını uluslararası kamuoyundan gizli tutar ve bu tesislerde nükleer silah hazırlanması yönünde çalışmalar yapılır. Öte yandan, Netanyahu anlaşmanın elde olunması takdirde, İran’ın nükleer programının sadece 10 yıl boyunca sınırlanmasının çok kısa bir süre olduğunu belirterek, böyle bir anlaşmanın emniyete teminat vermeyeceğini vurguladı. Ayrıca, o, böyle bir anlaşmanın bölgede nükleer yarışı alevlendireceğine de inanır. Bu konuda ABD hükümeti ile İsrail yönetimi arasında oluşan başka bir fikir ayrılığı da İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması ile ilgilidir. Obama beyan etti ki, İran nükleer programını sınırlarsa, yaptırımlar iptal edilebilir. Netanyahu ise yaptırımların iptalinin İran’ı daha da tehlikeli hale getireceğine inanır. Bütün bunları gerekçe gösteren Netanyahu, İran’ın nükleer yakıt üretimine izin veren herhangi bir anlaşmanın aleyhine olduğunu söyledi (Bkz.: The complete transkript of Netanyahu’s address to Congress / “The Washington Post”, 3 Mart 2015).
Senatörlerin Mektubu Acı Gerçeği Ortaya Çıkardı
Netanyahu’nun konuşması kongre üyeleri tarafından büyük destekle karşılandı. 2010 yılında Kongre’nin her iki kanadında da kazanan Cumhuriyetçi Parti üyeleri, İsrail yönetimi ile Obama yönetimi arasında oluşan fikir ayrılığından yararlanarak, İsrail devletine olan desteklerini daha kabarık belirtiyorlar. Bunun bir örneği olarak, Netanyahu’nun Kongre’deki konuşmasından birkaç gün sonra, 47 Cumhuriyetçi senatörün imzasıyla İran yönetimine yazılan açık mektup belirtilebilir. Mektupta Anayasanın hükümleri esas getirilerek bildirilir ki, ABD ile başka bir ülke arasında imzalanan anlaşma sadece Kongre’nin her iki kanadının da çoğunluğuyla onaylandıktan sonra yürürlüğe girer, yani bu ciddi hukuki önem taşıyor. Öte yandan, Cumhurbaşkanı sadece iki defa 4 yıllığına seçilebildiği halde, senatörler her 6 yılda olmak üzere sınırsız sayıda seçilebilirler. Mektupta şöyle denir: “Bugünkü duruma uyarlanırsa, örneğin, Başkan Obama 2017 yılının Ocak ayında görevden gidecek, bizim çoğumuz ise görevde daha uzun süre, belki de yıllar boyu kalacağız. Anayasa’nın bu iki şartı şu demektir: Biz, sizin nükleer silah programına dair anlaşmanızın, Kongre tarafından sadece Başkan Obama ile Ayetullah Hamaney arasındaki idari bir anlaşmadan başka bir şey olmamasına çalışacağız. Gelecek başkan böyle bir idari anlaşmayı bir kalem hareketiyle iptal edebilir ve gelecek Kongre toplantıları anlaşmanın koşullarını her zaman değiştirebilir” (Bkz.: Letter From Senate Republicans to the Leaders of Iran / “The New York Times”, 9 Mart 2015).
Obama yönetiminin mektubu imzalayan senatörleri sertçe eleştirmesine, İran tarafının ise diplomasi kurallarına uygun olmayan bu olguyu ciddiyetsiz bir adım olarak kabul ettiğini göstermesine rağmen, mektupta belirtilen birtakım hususlar ABD gerçeklerini ortaya çıkarır. Gerçekten de ABD senatörlerinin bir kısmı senatör görevindeyken ölmektedir. İkinci bir yandan, ABD’nin imzaladığı uluslararası anlaşmaların büyük kısmı onaylanmamaktadır. Oklahoma Üniversitesi profesörü Glen Krutz ve Clemson (Klemson) Üniversitesi profesörü Jeffrey Peake (Cefri Pik)’in araştırmasına göre, 1930’lu yıllardan beri ABD’nin başka devletlerle imzaladığı anlaşmaların sadece %6’sı Senato’da onaylandı (Bkz.: Politics and Tradition Collide Over Iran Nuclear Talks / “The New York Times “, 10 Mart 2015). Bu demektir ki, ABD’nin şimdiye kadar imzaladığı uluslararası anlaşmaların çoğunun bağlayıcılığı yoktur.
Böylece, senatörlerin mektubunun İran’ın nükleer görüşmelerine ciddi darbe vurması beklenmez. Fakat mektup, gelecekte herhangi bir anlaşma elde edilmesi takdirde, “altı ülke” arasında itici güç olan ABD’nin her zaman onun icrasını durdurabileceği ve Avrupa’daki ortaklarını da aynı adımı atmaya yöneltebileceği ihtimalini gündeme getirir. Bu ihtimali daha da güçlendiren bir faktör ise, malum mektuptan sonra ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin İran’la elde edilecek anlaşmanın “hukuken bağlayıcı” karakter taşımayacağını bildirmesi oldu (Bkz.: Iran Nuclear Deal, If reached, Would not Be ‘Legally Binding,’ Kerry Says / “The Wall Street Journal”, 11 Mart 2015).
Nükleer Görüşmelerinin Geleceği Karanlık Görünüyor
Öte yandan, İran’ın bölgedeki rakipleri sayılan Suudi Arabistan geçenlerde Kuzey Kore ile nükleer iş birliği anlaşması imzaladı. Kraliyet ailesinin üyesi ve Suudi Arabistan’ın güvenlik biriminin eski başkanı Türki el-Faysal bu adımı, mutabık olunacağı takdirde İran’ın kazanacağı nükleer yetenekler ile ülkesinin olanakları arasında denge oluşturma girişimi olarak değerlendirdi (Bkz.: Saudi Nuclear Deal Raises Stakes for Iran Talks / “The Wall Street Journal “, 11 Mart 2015). Dolayısıyla Netanyahu’nun bölgede nükleer yarışın artacağı uyarısı bir anlamda doğrulanmış oldu.
Böylece, İran’ın nükleer programı ile ilgili anlaşmanın elde edilmesi yönünde yakın zamanlarda ciddi ilerleme elde olunması çok şüphelidir. Hatta nihai anlaşmanın imzalanması takdirde, onun şartlarına tarafların sonuna kadar uyacağı, bölgede belirgin şekilde nükleer yarışın başlamayacağı ve durumun daha da gerginleşmeyeceği şüphelidir.