Yıllar içerisinde Amerikan sinema endüstrisini ifade eden bir terim haline gelen Hollywood, aslında California eyaletindeki Los Angeles kentinin kuzey batısında yer alan bir bölgedir. Bu bölgenin Amerikan sinema endüstrisi ile özdeşleşmesinin sebebi, büyük sinema stüdyolarının burada yer alması ve birçok ünlü sinema yıldızının bu bölgede yaşamasıdır. Aslında Amerikan sinema endüstrisi, kurulma aşamasında daha çok New York merkezli iken, 1900’lerin başından itibaren daha iyi iklim koşulları nedeniyle Los Angeles’a doğru bir yönelme başlamış ve yıllar içerisinde Hollywood bölgesi bu konuda ABD’de neredeyse bir tekel haline gelmiştir. On yıllardır milyar dolarlık önemli bir endüstri halindeki Hollywood, ekonomik getirileri yanında özellikle Soğuk Savaş döneminde önemli bir ideolojik-politik işlev de görmüştür. Bu yazıda, Tony Shaw’un[1] Hollywood’s Cold War[2] kitabı ışığında Hollywood’un Soğuk Savaş dönemindeki yapısını özetle anlatmaya çalışacağım.
Lee Dağı’ndaki Hollywood yazısı
Tony Shaw’a göre; Amerika Birleşik Devletleri’ne Soğuk Savaş süresince hakim olan anti-komünist ruh, sinema endüstrisinin önemini çok önceden fark etmiş ve dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanların kalplerini kazanmak ve düşünce kalıplarını şekillendirmek için, Hollywood filmlerini araç olarak kullanmaya çalışmıştır. Bu nedenle, Amerikan karar alıcıları açısından Hollywood, ABD’nin askeri, ekonomik ve siyasi güç unsurları dışında, cephaneliğinin dördüncü büyük gücünü oluşturmuştur.[3] Harry Truman’dan başlayarak, Soğuk Savaş dönemi boyunca tüm ABD hükümetleri, “total savaş” mantığı içerisinde, başta Sovyet Rusya olmak üzere kendisine düşman ülkeleri kötü gösteren ve kendisine dost ve müttefik ülkeleri yücelten birçok filme senaryo yazımı anlamında katkı vermiş, finansal açıdan sponsor olmuş ve bu ülkelerin dünya genelindeki imajlarının oluşmasına yön vermiştir. Dahası, ABD kendi rejimini de yine bu filmler aracılığıyla çok güzel pazarlayarak, Amerikan demokrasisini ABD’nin en önemli ihraç maddesi haline getirmiş ve dünyada Amerikan sempatisinin doğmasını sağlamıştır.
Amerikan sinema endüstrisinin Sovyet Rusya ve Bolşevizm karşıtı duruşunun yansımaları, aslında 1917 Ekim Devrimi’nden hemen sonra hissedilmeye başlamıştır. Harley Knoles imzalı “Bolshevism on Trial” (1919), Alan Houbar imzalı ve anti-Semitik öğeler de barındıran “The Right to Happiness” (1919), D.W. Griffith imzalı “Orphans of the Storm” (1922), George Zimmer imzalı “Red Russia Revealed” (1923), Sidney Lanfield imzalı “Red Salute” (1935) ve Ernst Lubitsch imzalı “Ninotchka” (1939), bu ilk eleştirilere örnek olarak gösterilebilir.[4] Özellikle Ninotchka’nın[5], sinema tarihinde oldukça önemli bir yeri vardır. Kimilerine göre, Greta Garbo’nun başrolde olduğu bu anti-komünist yapım, ilerleyen yıllarda daha organize ve sert hale gelecek Soğuk Savaş sinemasının öncüsü durumundaki bir film olmuştur.[6] Ancak Soğuk Savaş’ın resmi olarak başlayacağı 1945 yılına kadar, bu konudaki çabalar büyük ölçüde dağınık ve o kadar da bilinçli değildir. Hatta İkinci Dünya Savaşı döneminde çekilen Amerikan filmlerinde, Nazilere karşı savaşan Bolşevik Ruslar iyi karakterler olarak dahi gösterilmiştir. Albert Herman’ın “Miss V. from Moscow” (1942) filmi, Edward Dmytryk imzalı “Tender Comrade” (1943), Michael Curtiz’in “Mission to Moscow”u (1943) ve Gregory Ratoff imzalı “Song of Russia” (1943), Bolşevikleri sempatik gösteren bu filmlere örnek olarak verilebilir.[7]
Soğuk Savaş’ın başlamasıyla birlikteyse, ABD hükümetleri ve istihbaratı (CIA), bu konuda son derece bilinçli bir politika izlemeye başlamış ve film endüstrisine çeşitli yöntemlerle müdahil olmuştur. Amerikan devletinin bunu yapabilmesinin ilk aracı, sinema endüstrisinde oligopol sistemine dayalı bir yapı oluşmasına izin vermesidir. Nitekim Amerikan sinema endüstrisine, uzun yıllar yalnızca 8 büyük film şirketi yön vermiştir. Bu şirketler; MGM/Loews, Paramount, Warner Bros., Twentieth Century-Fox, RKO, Columbia, Universal ve United Artists’dir.[8] Bu şirketlerle üst düzey ilişki içerisindeki Amerikan devleti, senaryo yazımından kullanılacak psikolojik öğelere kadar birçok konuda sinema endüstrisine yön verebilmiştir.
ABD’nin Soğuk Savaş döneminde sinema endüstrisine müdahil olmasını sağlayan ikinci önemli araç, “Hays Code” olarak da bilinen ve 1930-1968 yılları arasında geçerli olmuş Motion Picture Production Code adlı bir filtreleme sistemi ile[9], filmlerde gösterilecek ve gösterilmeyecek sahnelerin seçimlerinde yol gösterecek ahlaki bir kılavuzun hazırlanması ve uygulanması olmuştur.[10] Bu sayede, örgütlü işçi sınıfı hareketleri, halk isyanı, yolsuzluk teması, cinsel içerikli sahneler, uyuşturucu ve suç sahneleri tehlikeli unsurlar olarak belirlenmiş ve bunların gösterilmesi büyük ölçüde engellenmiştir.
Amerikan devletinin sinema endüstrisi üzerindeki kontrolünü sağlayan üçüncü önemli araç ise, 1948 tarihli Smith-Mundt Yasası ile[11] başka devletlerin propagandalarını amaçlayan film veya diğer materyallerin ABD içerisinde yayılmasını engellemek olmuştur. Böylelikle ABD, kendi propagandasını yurtdışında yaparken, kendi topraklarında yabancı ülkelerin propagandasına da set çekmiştir. Elbette anlamsız derecede katı olan bu politikayı, Soğuk Savaş dönemi koşulları içerisinde değerlendirmek, ama yine de eleştirmek gerekir.
ABD’nin Soğuk Savaş döneminde Hollywood’u araçsallaştırmasına dayanak olan dördüncü ve en anti-demokratik unsur ise, McCarthy döneminde[12] estirilen sert anti-komünist hava ve buna uygun baskı yöntemleriyle, sektörün ve genel olarak Amerikan toplumunun hizaya sokulması girişimleridir. Bu dönemde, bazı sola meyilli Hollywood sektörü çalışanları (örneğin Elia Kazan)[13], anti-komünist Amerikan devleti ile işbirliği yaparken, Charlie Chaplin gibi inançlı sol görüşlülere ise, Amerikan devleti tarafından resmen eziyet edilmiştir.[14] FBI’ın başında bulunan J. Edgar Hoover da[15], bu dönemin bir diğer sembol ismi olmuştur. Bu sert yöntemlerle, ABD, Soğuk Savaş dönemi boyunca kendi demokrasi seviyesini oldukça aşağı çekmiş ve dünyada kötü bir imaj oluşturmuş, ancak sinema endüstrisine yön verebilir hale gelmiştir.
Kitabında Hollywood’un Soğuk Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri tarafından Sovyetler Birliği’ne karşı propaganda yapmak amacıyla nasıl operasyonelleştirildiğini açıklamaya çalışan Shaw, düşüncelerini filmlerden örneklerle zenginleştirmektedir. Shaw’a göre; İngiliz prömiyeri Winston Churchill’in ünlü ifadesinden esinlenen William Wellman’ın “The Iron Curtain” (1948) filmi[16], Ninotchka sayılmazsa, Amerikan sinema endüstrisinin Soğuk Savaş özelliklerini taşıyan ilk önemli filmdir. Igor Gouzenko adlı Batı’ya kaçan bir Sovyet ajanının anılarından oluşturulan film, Soğuk Savaş dönemi propaganda filmleri tipolojisini oluşturan önemli bir yapımdır.
The Iron Curtain (1948)
1957 yılında Rouben Mamoulian yönetmenliğinde çekilen Ninotchka yeniden çevrimi “Silk Stockings” de[17], bu tarz filmler arasında ciddi bir hayran kitlesi bulunan ve o dönemde çok etkili olmuş bir yapımdır. Filmin özelliği ise, emprovizasyona dayalı caz (jazz) müziğinin, Amerikan liberalizminin simgesi olarak bu filmden başlayarak yoğun bir biçimde Hollywood filmlerinde kullanılmasıdır.[18] Bu filmde de yer alan dönemin ünlü aktörü Fred Astaire, tasasız (light-hearted), hazırcevap (nimble-witted), vicdanlı (small of voice) ve ayakları hızlı (light footed) görüntüsüyle, Amerikan medeniyetinin en iyi temsilcisi olarak görülmüş ve yıldız rolleri genelde kendisine verilmiştir.[19] Jacques Torneur imzalı “The Fearmakers” (1958), Edward Dein imzalı “Shack Out on 101” (1955) gibi gerilim filmleri de, bu dönemde anti-komünist propagandanın yoğun olarak kullanıldığı yapımlardandır. Anti-komünist propagandanın en yoğun olarak kullanıldığı film türü ise kuşkusuz espiyonaj tarzı olmuştur. Harold Schuster’in “Security Risk” yapımı (1954) ve Fred T. Sears’in “Target Hong Kong”u (1953), bu türe iyi örnekler olarak belirtilebilir. Dönem filmlerinde anti-komünist propaganda öylesine yoğundur ki, Norman Z. McLeod’un “My Favorite Spy” (1951) gibi bir komedi filminde bile bu öğelere rastlanabilir.
İlerleyen yıllarda çekilen Hollywood filmlerindeyse, anti-komünist temaların yanısıra, nükleer felaket, ABD’ye yönelik abartılı terörist saldırılar ve benzeri temalar da yoğunlukla işlenmiştir. Bu filmlerde dikkat çeken bir özellik; -Matthew Alford’un da altını çizdiği gibi- kutuplaştırıcı bir anlatım dilinin benimsenmesi ve gri alanlar görmezden gelinerek, yaşanan durumların iyi ve kötü arasındaki amansız bir mücadele şeklinde izleyiciye sunulmasıdır.[20] Bu noktada ABD ve Batılı ülkeler “iyi”yi temsil ederken, komünistler ve köktendinci İslamcılar daima “kötü” olarak kurgulanmaktadır. Bu, elbette hatalı bir yaklaşımdır. Zira her toplumda iyi insanlar olduğu gibi, kötü insanlar da bulunmaktadır. Ayrıca bu tarz filmlerde işlenen askeri temaların, askeri-güvenlikçi bakış açılarını ve militarist düşünceleri güçlendirdiği iddia edilebilir. Zira çeşitli ülkelerde olduğu gibi, ABD’de de savunma sanayileri tarafından da desteklendiği iddia edilen bu tarz yapımlar, bu gibi konuları popülerleştirerek, daha sempatik hale getirebilmektedir.
Geçtiğimiz yıl içerisinde de, Hollywood’da çekilen filmlerde işlenen temalar oldukça dikkat çekicidir. Örneğin, 2015 Oscar Ödül Törenleri’nde 6 dalda adaylık ve bir dalda (en iyi ses kurgusu) Oscar heykeli kazanan 2014 yapımı bir Clint Eastwood filmi olan “American Sniper”, konusuyla oldukça dikkat çekici bir yapımdır.[21] Chris Kyle adlı İkinci Körfez Savaşı’nda Amerikan Ordusu’nda savaşmış ve keskin nişancı (sniper) olarak 160 onaylanmış cinayeti olan Navy Seals mensubu Amerikalı askerin, aynı adlı otobiyografisinden uyarlanmış olan film, Amerikan milliyetçiliğini ve militarist değerleri yücelten bir film olarak dikkat çekmektedir.
Hollywood’un günümüzdeki politikasını ve ilişkiler ağını başka bir yazıda daha kapsamlı değerlendirmek üzere, bu yazıyı ünlü aktör Ben Affleck’ten bir sözle bitirmek istiyorum: “If you think Hollywood is depressing and corrupt, politics is really depressing and corrupt — and fueled even more than Hollywood by money — if that’s possible.” (Hollywood’un kirli ve iç karartıcı olduğunu düşünüyorsanız, siyaset de gerçekten iç karartıcı ve kirlidir ve -eğer mümkünse- Hollywood’dan bile daha fazla ölçüde paradan etkilenir).
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Profesör Tony Shaw, University of Hertfordshire’da ders veren bir İngiliz tarihçidir. Leeds ve Oxford üniversitelerinden mezun olan Shaw, Soğuk Savaş ve Hollywood üzerine önemli çalışmalara imza atmıştır. Detaylı bilgi için; http://researchprofiles.herts.ac.uk/portal/en/persons/tony-shaw%28d6062eb5-b560-4803-b267-7b568a0b81e6%29.html.
[2] Tam adı Hollywood’s Cold War (Culture, Politics and the Cold War) olan kitabı buradan satın alabilirsiniz; http://www.amazon.com/Hollywoods-Cold-War-Culture-Politics/dp/1558496122. Kitabın künyesi ise şöyledir; Shaw, Tony (2007), Hollywood’s Cold War, Edinburgh: Edinburgh University Press.
[3] Shaw, Tony (2007), Hollywood’s Cold War, Edinburgh: Edinburgh University Press, s. 3.
[4] Shaw, Tony (2007), Hollywood’s Cold War, Edinburgh: Edinburgh University Press, ss. 13-14.
[5] Film hakkında bilgiler için; http://www.imdb.com/title/tt0031725/.
[6] Shaw, Tony (2007), Hollywood’s Cold War, Edinburgh: Edinburgh University Press, ss. 16-23.
[7] Shaw, Tony (2007), Hollywood’s Cold War, Edinburgh: Edinburgh University Press, s. 23.
[8] Shaw, Tony (2007), Hollywood’s Cold War, Edinburgh: Edinburgh University Press, s. 12.
[9] Detaylı bilgi için; http://en.wikipedia.org/wiki/Motion_Picture_Production_Code.
[10] Shaw, Tony (2007), Hollywood’s Cold War, Edinburgh: Edinburgh University Press, ss. 12-13.
[11] Detaylı bilgi için; http://en.wikipedia.org/wiki/Smith%E2%80%93Mundt_Act.
[12] Joseph Raymond McCarthy (1908-1957), 1947 ve 1957 yılları arasında Wisconsin eyaletinden Cumhuriyetçi Parti Senatörü olarak görev yapmış Amerikalı bir siyasetçidir. McCarthy’e şöhret kazandıran konu ise, Senato’daki 10 yıllık görev süresince, komünizm sempatizanları hakkında sorumsuz suçlamalar yapması ve ABD içerisindeki özgürlükçü liberal ve sol kesimler arasında büyük bir korku rüzgarı estirmesidir.
[13] Rum bir ailenin çocuğu olarak Kayseri’de doğan Elia Kazan’ı, McCarthy döneminde arkadaşlarını komünist oldukları gerekçesiyle ispiyonlaması nedeniyle bazı Hollywood yıldızları (Nick Nolte, Ed Harris, Ian McKellen) asla affetmemişler ve 1999’da Yaşam Boyu Başarı Oscar’ını kazandığında, onu alkışlamamışlardır. Bakınız; http://www.nytimes.com/1999/02/23/movies/kazan-honor-stirs-protest-by-blacklist-survivors.html.
[14] Bakınız; http://www.newrepublic.com/article/119468/graham-greene-writes-support-charlie-chaplin-against-mccarthyism.
[15] John Edgar Hoover (1895- 1972), 1924’ten ölümüne değin Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) Başkanlığını yapan ABD’li bir bürokrattır ve daha çok sert yöntemleriyle tanınmıştır.
[16] Film hakkında bilgiler için; http://www.imdb.com/title/tt0040478/.
[17] Film hakkında bilgiler için; http://www.imdb.com/title/tt0050972/.
[18] Shaw, Tony (2007), Hollywood’s Cold War, Edinburgh: Edinburgh University Press, s. 33.
[19] Shaw, Tony (2007), Hollywood’s Cold War, Edinburgh: Edinburgh University Press, s. 29.
[20] Alford, Matthew (2009), “The Propaganda Model for Hollywood”, Westminster Papers in Communication and Culture, 2009, Cilt 6 (2), ss. 144-156, Erişim Tarihi: 21.04.2015, Erişim Adresi: https://www.westminster.ac.uk/__data/assets/pdf_file/0016/35125/009WPCC-Vol6-No2-Matthew_Alford.pdf.
[21] Film hakkında detaylı bilgiler için; http://www.imdb.com/title/tt2179136/.
2 Comments »