Türkiye, gündemin kolaylıkla değiştiği, bir önceki ay bir sonrakinin tahmin edilmesinde güçlük yaşandığı bir ülke. 7 Haziran 2015 genel seçimlerinin üzerinden neredeyse 2 ay geçecek… Parlamentoda hiçbir siyasal parti salt çoğunluğu ele geçiremediğinden dolayı, teknik olarak ‘koalisyon hükümeti’ kurulması, bir başka deyimle, tek bir partinin değil, en az iki siyasal partinin işbirliğiyle bir kabinenin oluşturulması gerekiyor. AKP’nin 2002’den beri devam eden siyasal iktidarında, 3 genel seçim, 3 yerel seçim, 2 referandum, 1 Cumhurbaşkanlığı seçimi başarısı bulunuyordu. Bu çerçevede AKP, 2 Cumhurbaşkanı, 3 Başbakan seçtirdi.
AKP’nin ‘Siyasal İslam’da, ‘Milli Görüş’ten ayrılan siyaseti, özellikle 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Ortadoğu’ya dönük, Osmanlıcı, bölgesel nüfuzu planlayan bir dış politika ile belirlendi. ABD’nin 2001’deki ’11 Eylül saldırıları’ndan sonraki siyasetiyle örtüşen piyasa ekonomisi, biçimsel demokrasi ve ABD çıkarlarıyla barışık ‘Ilımlı İslam’ siyasası, AKP açısından 2011 sonrası Suriye özelindeki kaos ve Mısır’daki kısa dönemli İhvan siyasetiyle bir ivme kazandı. Ne var ki, Mısır’daki askeri darbe ve Suriye’de 4.5 yıldan beri direnen Esad iktidarı, bölgedeki iddialı AKP siyaseti için, bir kabusa dönüşmeye başladı.
‘7 Haziran sonrası’nın ‘AKP sonrası’na dönüşememesi, HDP’nin parlamentodaki varlığının hem AKP’nin ‘tek başına iktidarı’na ve ‘başkanlık hayali’ne set çekmesi, hem de siyasal iktidarın, bürokrasi aracılığıyla, PKK terör örgütü başı Öcalan’la İmralı cezaevinde yürüttüğü ve adına ‘çözüm süreci’ verilen müzakereler, işleri bir ‘siyasal çıkmaz’a sürükledi. Seçim öncesinde, ‘Dolmabahçe mutabakatı’ diye ifade edilen AKP-HDP’nin ‘kurumsal kimlikleri’nde pekiştirilen ‘süreç’, 21 Mart 2015’te Diyarbakır’daki Nevruz kutlamaları’nda ‘anayasal değişimi’ de kapsayan bir ‘öneriler paketi’yle ilerleyecekti. Tüm hesaplar, AKP-HDP arasında ‘başkanlık-federasyon’ pazarlığı zemininde vurgulanıyordu. Gelgelelim, Erdoğan, Mart 2015’te hem ‘Dolmabahçe mutabakatı’nı reddeti, hem Nevruz beklentilerini boşa çıkardı, hem de seçim öncesinde ‘milliyetçi bir söylem’ kullandı. Erdoğan, AKP dönemindeki ‘reformların’ yeterli olduğunu belirterek, “Kürt sorunu yoktur’ çizgisine geldi. Böylece 2005’ten itibaren, “Kürt sorunundaki ezberleri bozma” yolunda süren ‘AKP’nin Kürt açılımları”, bir on yılın sonunda, klasik bakış açısına döndü.
Bir başka çerçevede, AKP’nin ‘Suriye politikası’, Suriye’deki İslamcı gruplara verilen destek, IŞİD’in Suriye’deki kazanımlarına karşı sessizlik ve Irak’taki Kürt bölgesinde Barzani’yle yaşanan işbirliğinin tersine, Suriye’de PKK’nın uzantısı PYD’den duyulan rahatsızlık, PYD’nin Afrin’le, Kobani ve Cizire kantonlarının devletleşmeye başlaması, AKP’nin politikalarında bir birikim yarattı.
Seçim sonrasında, henüz koalisyon kurulmadan, ya da erken seçimin netleşmediği zeminde, verili zeminde baş döndürücü ve de ne yazık ki kanlı gelişmeler yaşanmaya başlandı. 11 Temmuz’da PKK terör örgütünün KCK yapılanması, ‘çözüm süreci’nin ve ‘sözde ateşkes’in bittiğini açıkladı. AKP-HDP’nin seçim sonrasındaki siyasal zıtlaşması, HDP-PKK yüzeyindeki siyasal beklentilerin karşılanamadığı gibi daha da geriye düşmesi, ‘terör’ün yeniden bir siyasi araç haline getirilmesi, başka siyasi stratejilerle karşılaştırıldı. Şöyle ki, siyasal iktidar ve Cumhurbaşkanlığının, 45 günlük süreçte hükümet kurulamaması durumunda, olası ‘tekrar seçim’de, PKK’nın yoğunlaşacak terör eylemleriyle HDP’nin baraj altında kalması ve AKP’nin yeniden iktidar olmasına endekslenen bir ‘kaos siyaseti’ dillendirildi.
Bu arada 20 Temmuz’da, Kobani’ye giden gençlerin, Suruç’taki basın açıklaması sırasında, canlı bombanın hedefi olmaları, 31 yurttaşımızın acı kaybı, IŞİD tehdidinin geldiği noktanın sergilenmesi açısından bir dönüm noktası oldu. IŞİD, 23 Temmuz’da Türk askerini şehit ederek, Libya’dan Afganistan’a uzanan ekseninde, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de çatıştığı güçlerin arasına kattı.
24 Temmuz sabahı Türk Hava Kuvvetleri’nin Suriye’de IŞİD ve Irak’t PKK mevzilerine başladığı bombardıman, Türk emniyetinin IŞİD ve PKK terör yapılanmalarına karşı gerçekleştirdiği operasyonlar, bir yandan da PKK’nın askerlerimizi ve polisimizi şehit eden saldırıları, işçi kaçırmalar, iş makinaları yakmalar, yol kesmeler, büyük şehirlerde de benzer terör eylemlerinin tekrarı, bir anda kamuoyunun paniğe sürüklenmesine neden oldu. Bir haftadan beri, ‘güvensizlik’ yaşayan yurttaşlar, yaşanan süreçle ilgili tatmin edici açıklamalara muhatap olamıyorlar.
ABD’nin 1. ve 2 Körfez Savaşları sonucunda Irak’ta tasfiye edilen ‘devlet otoritesi’, Suriye’de 2011’den beri yaşanan iç kargaşa, IŞİD’e geniş alanda bir yapılanma olanağı sağlarken, Hatay’dan Hakkari’ye uzanan 1300 km’lik sınırımızın kontrol edilemez bir yüzeye dönüşmesine neden oldu. Türkiye, devletsizleşen Ortadoğu coğrafyasında, Suriye’den sadece mülteci akını değil, gelen mültecilerin arasına karışan, farklı terör grup ve yöneticilerinin sızmasına neden olan bir durumla karşı karşıya geldi.
Ülkemiz, IŞİD ve PKK dahil, pek çok terör grubunun tehdidi altında. Uygulanan dış politika ve Suriye özelindeki yanlışların ağır faturası ödeniyor. Öte yandan, Türkiye’yi de aşan bir sürekli kaos ve kargaşa, bölünen coğrafyalar gerçeği var. Terörle mücadele ve demokratik rejimi bir arada yürütecek, yeni bir iradeye ihtiyaç var. ‘Terör sarmalı’, bir günlük değil, bölgeyi orta vadede belirsizlikle besleyecek bir potansiyeli içeriyor.
Kaos ve düzen, birbirleriyle zıt, aynı zamanda da karşılıklı olarak, kendi içlerinde birbirini belirleyen bir sürekli sarmalı işaret etmektedir. Her düzen, bir kaos sonrasıdır. Bugünkü dünya düzeni de, ikinci dünya savaşındaki kaos ve savaşın ardından yapılandırılmıştır. Yeni bir düzenden söz edebilmek için bir dizi soruya yanıt vermek gerekmektedir:
1. “Çözüm süreci”nin eleştisi ya da özeleştirisini kim verecek. Eğer doğru idiyse, bugün yaşananlar nedir? Yanlışsa hesabını demokratik zeminde kim verecek?
2. “Suriye politikası”nın hesabı nasıl verilecek? IŞİD’le ilgili ülkemizi işaret eden iddialara açıklık getirilebiliyor mu?
3. Yaşanan “terör sarmalı”nın geleceği nasıl olacak?
4. Yeni irade ve düzen, hangi yüzeyde kendisini ortaya koyacak?
Bu sorulara yanıt vermeden, mevcut siyasetin eleştirisi verilmeden uygulanacak politikalar, belirsiz bir geleceği işaret etmektedir. Sorunlarsa ivedi ve yaşamsaldır…
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ