Suriye Krizi’nin başından bu yana Esad yönetimine askeri, diplomatik ve siyasal destek veren Rusya, geçtiğimiz hafta itibariyle, bu ülke özelinde Suriye Ordusu ile koordineli bir şekilde hava operasyonları düzenlemeye başlamıştır. Bu durum, çok sayıda aktörün müdahil olduğu kriz çerçevesinde dengeleri değiştirebilecek önemli bir konjonktür yaratmıştır. Zira Rusya, Suriye’yi aynı zamanda kendi Doğu Akdeniz-Ortadoğu stratejisinin en önemli ayağı olarak görmektedir.
Rusya, Suriye özelinde “IŞİD’e karşı operasyon” gerekçesiyle başlattığı operasyon öncesinde, gerek BM özelinde, gerekse de diğer ikili ve çok taraflı müzakereler bağlamında her daim Esad yönetiminin yanında durmuştur. Bunun en önemli nedeni, iki ülke arasında Hafız Esad döneminde kurgulanmış olan askeri/siyasal bağların devamlılığının Moskova’nın Ortadoğu-Doğu Akdeniz’deki nüfuzunu/varlığını yansıtabilme açısından önemli olması ve yine Suriye topraklarında, Tartus’ta, bir Rus deniz üssünün yer almasıdır. Tartus’taki üs, Rusya’nın Ortadoğu-Doğu Akdeniz coğrafyasındaki tek askeri varlığı olarak bilinmektedir. Bu açıdan, Moskova, buraya çok büyük bir önem atfetmektedir. Rusya, Tartus’taki deniz üssünün varlığının teminatı olarak da Esad yönetiminin devamlılığını görmektedir. Doğu Akdeniz, gerek doğubatı yönlü ticaret ve ulaştırma hatlarının üzerinde olması ve Ortadoğu petrol/doğalgazının Batı’ya ulaştırılması anlamında bir terminal işlevi göreceği için, tüm küresel/bölgesel aktörlerin kontrol altında tutmak istediği ya da etkin olmayı arzuladığı bir bölgeyi ifade etmektedir. Üstelik bu bölge, Kıbrıs ve İsrail açıklarında keşfedilen zengin doğalgaz sahalarından sonra (TamarLeviathan ve Afrodit) daha da önem kazanmıştır. Nitekim bu doğalgazın AB pazarına ulaştırılması anlamında kullanılabilecek muhtemel güzergâhlardan biri de Suriye toprakları ya da Suriye karasuları/kıta sahanlığıdır. İşte, Rusya, Suriye’nin orta ve uzun vadede çok önemli bir ülke olacağını gördüğü için, bu ülke özelindeki askeri varlığını hem korumak ve güçlendirmek hem de ülke yönetiminin kendisi ile işbirliği içerisinde olacak bir ismin elinde olmasını istemektedir.
Rusya, hava operasyonlarına başlamadan hemen önce, Tartus Üssü’nü genişletmek ve Rus donanmasına ait gemilerin yanaşabileceği bir altyapıya sahip kılmak amacıyla çalışmalara başlamıştır. Bunun yanı sıra, aynı zamanda Esad Ailesi’nin memleketi olan Lazkiye’de yer alan Basil Esad Uluslararası Havaalanı’nı Rusya’ya ait bir hava üssüne çevirme yönünde harekete geçmiştir. Rus askeri uzmanların yerleşeceği binalar, üssün koordine edileceği elektronik kontrol merkezinin kurulması ve askeri uçakların rahatlıkla inip kalkabileceği pistlerin oluşturulması, bu çerçevede başlatılan çalışmalar arasındadır. Rusya’nın bu eylemliliğinin özellikle ABD, Türkiye ve Batı Dünyası’nda çok büyük bir rahatsızlık yarattığı anda, “Suriye Hükümeti’nin talebiyle”, Moskova, IŞİD’e karşı mücadele çerçevesinde Suriye özelinde hava operasyonları başlatmıştır.
Rusya, başlattığı operasyonu hukuki anlamda “geçerli” ve siyasal olarak da “meşru” gösterebilmek için, Suriye Hükümeti’nin (Esad yönetimi) kendisinden resmen yardım istediğini belirtmektedir. Tabii ki, bu bir bahanedir. Zira Rusya, kendi varlığını Suriye özelinde “fiilen” ortaya koymanın vaktinin geldiğini düşünmüş ve bunun ardından da kendisini Suriye Hükümeti üzerinden, “IŞİD ile mücadele gerekçesiyle “davet ettirmiştir”. IŞİD’in Suriye ve Irak özelindeki eylemliliğinin bütün dünyada rahatsızlık yaratan ve önlenmesi/bitirilmesi gereken bir sorun olarak görüldüğü ve zaten ABD ile müttefiklerinin de bu örgütle mücadele çerçevesinde hava operasyonları yaptığı düşünüldüğünde, Rusya’yı Suriye’ye sokabilecek en uygun bahanenin “IŞİD ile mücadele” olduğu Rusya, bu operasyonu başlatmadan önce, operasyon kapsamında hassasiyet gösterebilecek Müslüman dünyasını etkileyebilmek ve özellikle Rusya Müslümanlarına mesaj verebilmek için, Türkiye Cumhurbaşkanı ve Filistin Otoritesi liderinin de katıldığı bir törenle, Moskova’da büyük ve ihtişamlı bir cami açmıştır. Bu, tamamıyla Müslüman dünyadaki Rusya algısını olumlu yönde etkileyebilmek için yapılmış bir gösteriydi. İşte, bu hareketin hemen ardından ise Suriye özelindeki hava operasyonunu başlatmış ve bu yönde de artık bir “nefret sembolü” haline gelmiş olan IŞİD ile mücadele gerçekliğine sığınmıştır. Ne var ki, Rusya’nın hava operasyonlarına göz attığımızda, gerek kapsam, gerekse de hedefler bağlamında “IŞİD ile mücadele anlayışının bir parçasını oluşturduğu”, ancak Kürtler dışında, neredeyse tüm Esad muhaliflerini kapsamına alan bir saldırı planının kurgulandığını görüyoruz. Zira başta El Kaide’nin Suriye kolu olarak görülen El Nusra, son dönemde İdlib, Cisr El Şuğur, Halep ekseninde etkinliğini arttıran ve Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’ın da desteklediği belirtilen “Fetih Ordusu” ve bileşenleri ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nun da hava operasyonları kapsamında vurulduğunu görüyoruz. Hava operasyonları Hama, Humus, Halep kırsalı ile İdlib ve Cisr El Şuğur gibi bölgeleri de hedef almaktadır. Yani, Moskova, kendisine Suriye özelinde hava operasyonu düzenleme motivasyonu veren IŞİD’in yanı sıra, ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın Suriye özelinde destek verdiği (El Nusra dışında) aktörleri de vurarak, Esad yönetiminin elini kuvvetlendiren ve sahadaki durumu da tamamıyla muhalefetin aleyhine çevirecek bir girişimde bulunmaktadır. Özgür Suriye Ordusu’nun hiçbir zaman çok güçlü ve etkin olmadığı ve uzayan savaşın da etkisiyle “muhalif” olarak görülen kesimlerin silah bıraktığı, mülteci olarak ülkeyi terk ettiği, hatta Suriye yönetimiyle uzlaştığı düşünüldüğünde, Rusya’nın bu manevrası ile muhalif kanattaki dağınıklığın artacağı ve hatta muhalif olarak adlandırılan grupların, yalnızca “Selefilik” anlayışını içselleştirmiş, dünyanın birçok bölgesinden/ülkesinden gelmiş “yabancı” ve kendisini “Cihatçı” olarak adlandıran aktörlere indirgenebileceği görülebilmektedir. Hiç kuşkusuz, bu durum, Esad’ın “ehveni şer” olarak bütün dünya tarafından yeniden kabul edilmesini sağlayabilecek, Rusya’nın prestijini arttırabilecek ve buna karşılık olarak da Rus askeri unsurlarının Suriye özelindeki varlığının güçlü, etkin ve meşru bir görünüme kavuşmasını sağlayabilecektir.
Görüldüğü üzere, Rusya’nın bu hareketi, Moskova’nın Ortadoğu ve özellikle Doğu Akdeniz özelindeki gücünü ve görünürlüğünü arttıracak ve Rus askeri unsurlarının yurtdışındaki varlığının altını çizerek, Rusya’nın çok kutuplu bir sistemsel yapı arayışına destek olabilecek bir girişimdir. Hiç şüphesiz, bu manevra Suriye’deki gidişatı Rusya ve Esad yönetimi lehine çevirecek bir hamledir. Bu minvalde, Türkiye’nin de Suriye’de değişen konjonktüre uygun bir hamlede bulunması gerekmektedir. Nitekim ideolojik saplantılar ile hiçbir zaman başarı kazanamayacağı ortada olan grupları desteklemek, ön koşullar ileri sürerek Rusya ve İran gibi aktörleri dışlamak, Esad’ı görmezden gelmek ve PYD/YPG’yi “iç siyasal kaygılarla” değerlendirerek muhtemel bir müttefiki elinin tersiyle itmek Türkiye için olumlu sonuçlar doğurmamıştır/doğurmayacaktır. Üstelik izlenen politika, Türkiye’yi “Selefi” grupları “muhalif” adı altında kabul eden ve muhalefetin meşruiyetini de azaltan bir görünüm yaratmıştır/yaratmaktadır. Türkiye, Suriye stratejisini değiştirmediği takdirde, Rusya’nın müdahalesiyle Suriye topraklarından kaçmak ya da lojistik destek aramak zorunda kalacak olan “cihatçı” unsurların, Türkiye’ye kaçmaları ve hatta Türkiye’yi kendilerine askeri destek vermek için “bombalı saldırılar” ile terörize etmeleri dahi mümkündür. Özellikle sınır hattındaki şehirler ve İstanbul başta büyük şehirler bu tarz saldırılarla karşılaşabilir. Türkiye’nin, Suriye stratejisini değiştirmemesi halinde, bu ülkeden gelen “mültecilerin” sayısı da azalmayacak ve hatta artabilecektir. Bu durumun, ülkemizde ne tür toplumsal, ekonomik ve siyasal tartışmalara yol açtığı da ortadadır. Bu anlamda durumun daha da kötüye gitmesi söz konusu olabilecektir. Suriye stratejisi değiştirilmediği takdirde, Türkiye, her geçen gün bu ülkedeki gelişmeleri yönlendirme ya da bu ülkeye etki edebilme kapasitesini yitirecektir. Üstelik Suriye özelinde, Rusya ile farklı kamplarda yer alındığı için, gelişmelerin daha da gerginleşmesi halinde, TürkiyeRusya İlişkileri’nin de olumsuzluğa eklemlenmesi söz konusu olabilecektir. Bu ülkeye olan enerji bağımlığı ve hatta Türkiye’nin ilk nükleer santralini (Mersin-Akkuyu Nükleer Santrali) Rusya’nın inşa ettiği değerlendirildiğinde, iki ülke ilişkilerinin Suriye nedeniyle bozulmasının önemli yansımaları olabileceği ortadadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin soğukkanlı ve duygulardan/ideolojilerden uzak bir şekilde, Suriye politikasını reel bir değerlendirmeden geçirmesi ve hatta bu politikayı değiştirmesi gerekmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU