Türkiye’de 1 Kasım 2015 tarihinde düzenlenen erken genel seçimlerden 13 yıldır iktidarda olan İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi büyük bir zaferle ayrıldı.[1] 7 Haziran’da düzenlenen genel seçimlerde yüzde 40,59 oyda kalan ve TBMM’de yalnızca 258 sandalye elde eden AKP, bu defa yüzde 49,4 oyla 317 milletvekili çıkarmayı başardı. Böylelikle, AKP, tek parti iktidarını birkaç aylık kısa bir aradan sonra yeniden kurmuş oldu. 7 Haziran’a kıyasla 4,8 milyon daha fazla oy alan AKP, HDP’nin barajı geçmesi nedeniyle TBMM’de 2/3 çoğunluğa ulaşma şansını az farkla kaçırdı. Anamuhalefet partisi konumundaki Cumhuriyet Halk Partisi, oylarında küçük bir artış sağlamasına ve 2 yeni milletvekili koltuğu kazanmasına karşın, iktidara alternatif bir güç olmayı başaramadı. Ayrıca 7 Haziran’da 10 ilde birinci parti olan CHP, 1 Kasım’da sadece 6 ilde en çok oyu alabildi. CHP, TBMM’de 134 vekile sahip olacak. Seçimde en büyük hayalkırıklığını ise milliyetçi partiler MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) ve HDP (Halkların Demokratik Partisi) yaşadılar. 7 Haziran’a kıyasla 2 milyona yakın seçmenini yitiren MHP’nin oy oranı, yüzde 16,3’ten yüzde 11,9’a geriledi. 7 Haziran’da 80 milletvekili çıkaran MHP, bu kez 40 vekil kazanarak meclisteki en küçük parti grubu oldu. Kürt siyasal hareketinin temsilcisi HDP ise, 7 Haziran’da yakaladığı yüzde 13’ün epey altına düşerek, yüzde 10 seçim barajının çok az üzerinde, yüzde 10,75 oyda kaldı. Doğu’da da önemli oy kaybı yaşayan HDP, yaklaşık 1 milyon seçmeni kaybetti. Partinin vekil sayısı ise 80’den 59’a geriledi. Ancak parti, yine de meclisteki en büyük üçüncü parti grubu konumunda.
Seçim sonuçları istatistiksel anlamda bu verileri ortaya koyarken, asıl önemli konu, 5 ay içerisinde yaşanan bu hızlı oy kaymalarını yorumlamaktır. Burada şu temel tespitler yapılabilir;
Muhalefet Partileri İktidar Alternatifi Ortaya Koyamıyor: Türkiye’de başta anamuhalefet partisi CHP olmak üzere muhalefet partilerinin halka bir iktidar alternatifi sunmaması, AKP’yi sistemde alternatifsiz hale getirmektedir. 7 Haziran sonrasında CHP-MHP-HDP koalisyonu ile AKP’yi 13 yıl aradan sonra iktidardan indirme şansı yakalayan muhalefet, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin tavrı nedeniyle bu fırsatı tepmiştir. Oysa böyle bir koalisyon kurulabilse, HDP sisteme daha entegre olacak ve muhtemelen radikal siyasal söylemini yumuşatacak, dahası Gezi Parkı protestolarında ortaya çıkan birleştirici ruhun devamı niteliğinde çok renkli bir hükümet kurulabilecekti. Böyle bir koalisyonun kurulmasına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın engel olması halinde ise, muhalefet partilerinin daha da büyük bir oy patlaması yapması mümkündü. Ancak Sayın Bahçeli, seçim gecesi yaptığı konuşmayla bu ihtimale kapıyı daha ilk günden kapatmış ve AKP’nin ve Erdoğan’ın elini çok rahatlatmıştır. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da, böyle bir koalisyonun kurulmasına öncülük edebilecek bir lider görüntüsü çizmeyi başaramamıştır. HDP lideri Selahattin Demirtaş ise, PKK’nın artan terör eylemleri karşısında tepkisiz kalması nedeniyle etkisiz bir siyasi figür gibi algılanmaya başlanmıştır. Halk da bu manzara karşısında yeniden tek parti iktidarına meyletmiş ve birkaç ay içerisinde özellikle MHP ve HDP tabanından AKP’ye büyük oy kayması yaşanmıştır.
Ortalama Türk Seçmeni Özgürlük ve Demokrasiyi Önemsemiyor: Orta gelirli bir millet olan Türkiye halkı, ekonomik kaygıların ağır basması nedeniyle ülkelerinde giderek azalan özgürlükleri ve düşen demokrasi kalitesini pek de önemsememektedir. Bu durum eleştiri konusu yapılabilecek olmasına karşın, biraz da siyasi gerçeklerle ilgilidir. Dünyada -Hindistan dışında- halkın fakir olduğu bir demokrasi yoktur. Türkiye’nin son yıllarda yakın ilişkiler geliştirdiği Körfez ülkeleri ise, zengin ama demokrasiden uzak ülkelere örnektir. Dolayısıyla, önce cebini düşünmek zorunda olan Türkiye halkı, seçimini istikrardan yana kullanmış ve AKP’yi yeniden tek başına iktidara taşımıştır.
Terör, İktidardaki AKP’ye Yarıyor: 7 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye’nin içerisine girdiği kaos ortamının iktidar partisi AKP’nin işine yaradığı, 1 Kasım seçim sonuçlarıyla birlikte tescil edilmiştir. 4-5 aylık bu kısa sürede Türkiye’de üstüste patlayan bombalar ve artan IŞİD ve PKK terör eylemleri, başta HDP olmak üzere muhalefet partilerinin oyunu düşürmüş ve AKP’yi tek iktidar alternatifi haline getirmiştir. Terör eylemleri, ayrıca giderek parlamaya başlayan HDP lideri Selahattin Demirtaş’ı da etkisiz bir siyasal figür haline indirgemiş ve önünü tıkamıştır.
AKP, İç Düşman Yaratma Siyasetiyle Başarılı Oluyor: Bugüne kadar girdiği tüm seçimlerden zaferle çıkan AKP, bu başarısını maalesef ki Carl Schmitt’in yıllar öncesinde tanımladığı ve faşist siyasal ideolojiye uygun olan siyaset tanımına borçludur. Siyaseti “dost-düşman ayrışması” olarak tanımlayan Schmitt’e göre hareket eden AKP, yıllar içerisinde kendisine birçok düşman belirlemiş ve bunları alt etmeyi başarmıştır. Bu düşmanlar; darbeci general ve askerler, türban karşıtları, İsrail’e yakın kesimler, Kürt ayrılıkçı hareketi, faiz lobisi, Gülen cemaati ve muhalif basın-yayın organları olarak zaman içerisinde değişmiş, ancak genel mantık değişmemiştir. AKP’nin bundan sonra yaşayabileceği bir zorluk ise, ülkede mutlak hakimiyet sağlaması nedeniyle düşman bulmakta zorlanmaya başlayacak olmasıdır. Bu nedenle, AKP’nin ilerleyen yıllarda ekonominin darboğaza girmesi durumunda, laik menşeli sermaye gruplarına yönelik saldırılarda bulunması (TÜSİAD üyesi olan sermaye grupları) ve yandaşlarına yeni rant alanları açması olasıdır.
Muhalefet Partileri Yeni Siyaset Parametreleri Geliştiremiyor: Türkiye’de 1950 yılında çok partili siyasal hayata geçilmesinden bu yana siyasete damgasını vuran temel parametreler bellidir; İslamcılık-laiklik farkı, Sünni-Alevi rekabeti, Türk-Kürt ayrışması, sağ-sol (sermaye odaklı-emek odaklı) siyaset çatışması, dış politikada Batıcılık-Doğuculuk eksenleri ve güvenlikçi-özgürlükçü politikalar ikilemi… AKP, bu parametreleri mükemmel şekilde kullanan bir parti olduğu için, bu parametreler üzerinden yapılan siyasette rakiplerini her şekilde alt etmektedir. İslamcılığı, Sünniliği, Türklüğü, sermaye odaklı siyaseti, kısmen Batıcılığı ve güvenlikçi politikaları temsil eden AKP, buna karşın diğer (karşıt) grupları da kapsayıcı akılcı söylem ve politikalarıyla konumunu iyice sağlamlaştırmaktadır. Bu nedenle, muhalefet partilerinin artık siyaseti çok farklı değerler ve tartışmalar üzerinden yürütmeleri ve AKP’yi farklı noktalardan sıkıştırmaları gerekmektedir. Son dönemde Batı toplumlarında yeni gelişen siyasal reflekslere bakıldığında; eşcinsel evliliklerine izin verilmesi, uyuşturucu kullanımının yasallaştırılması, internet özgürlükleri ve hayvan hakları gibi konuların ön plana çıktığı görülmektedir. Ancak internet özgürlükleri ve hayvan hakları dışında, bu konuların Türkiye gibi muhafazakar bir ülkede başarılı olması son derece zor gözükmektedir. Bu nedenle, muhalefetin Türkiye’ye uygun olabilecek yeni siyaset parametreleri geliştirmeleri gerekmektedir.
AKP, Devleti Temsil Ediyor: Bu seçimlerle bir kez daha görülen bir diğer gerçek ise, 13 yıldır iktidarda olan AKP’nin, tek parti dönemi CHP’si gibi Türkiye Cumhuriyeti devletini artık bir parti-devlet modeliyle yönetmeye başlamış olmasıdır. Tüm kamu kurumlarının başına yetkili kişileri atayan, bunları denetleyen kişileri belirleyen, olası dava durumlarında bu kişileri yargılayacak kişileri de seçen AKP ve Erdoğan rejimi, Türkiye’yi adeta avucunun içine almıştır. Böyle bir rejimi değiştirmek, imkansız değilse bile çok zordur. Zira devlet kurumları, parti çıkarları için çalışmaya başlamıştır ve muhalefet partilerini ve bu partilerin etkili isimlerini adeta düşman gibi görmektedirler.
Türk Aydınları Umutsuz: Türkiye’de uzun yıllar modernizme, sol veya aşırı sola ve son yıllarda da Kürt haklarına ilgi gösteren Türk entelijensiyası, son dönemde artan İslamcılık nedeniyle ülkeden umudu kesmeye başlamıştır. Bunun temel sebebi, aydınların siyasal arenada kendilerine hitap etmeyi başarabilen bir lider bulamamasıdır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, örneğin Kibariye ya da Orhan Gencebay gibi popüler ses sanatçıları ile bir araya gelerek ortalama seçmene hitap etmeye çalışırken, CHP, MHP, HDP gibi partilerin liderleri, sanat camiası ya da aydınlardan destek almayı başaramamıştır. Geçmişte Bülent Ecevit, Erdal İnönü ve Deniz Baykal dönemlerinde aydınlardan büyük destek alan CHP, Kılıçdaroğlu döneminde bu konuyu çok ihmal etmiş ve Türk entelektüelleri ile organik bağını koparmıştır. MHP, eski kuşaklardaki Türkçülerin tasfiyesiyle birlikte giderek anti-entelektüel bir parti haline gelmiş, Sayın Bahçeli de -akademisyen kökenli olmasına karşın- bu trendi güçlendirerek devam ettirmiştir. HDP ise, Selahattin Demirtaş’ın yarattığı sempatiye karşın, terör odağı bir parti olarak görülmesi nedeniyle Türk aydınları tarafından mesafeyle yaklaşılan bir siyasi oluşumdur. Ancak HDP’nin Avrupalı entelektüellerden aldığı destek, bu parti adına olumlu bir gelişme olarak belirtilebilir.
Anket Şirketleri Başarısız: Türkiye’deki anket ve kamuoyu araştırma şirketlerinin yeterince başarılı olamadıkları, bu seçimle birlikte su yüzüne çıkmıştır. Bugüne kadar genelde iyi bir görüntü sergileyen anket firmaları, bu defa çok isabetsiz öngörülerde bulunmuş ve tepki çekmişlerdir. Ancak 7 Haziran seçimlerinden sonra geçen birkaç aylık kısa sürede Türkiye’nin üstüste yaşadığı şokların seçimler üzerindeki etkisi de dikkate alınırsa, anket şirketlerinin bu başarısızlığı bir nebze olsun anlaşılabilir.
Merkez Bir Partiye İhtiyaç Var: Seçimde görülen bir diğer gerçek, CHP-MHP-HDP koalisyon formülünün gerçekleştirilememesi nedeniyle, AKP iktidarını değiştirebilmek adına barajı geçebilecek 5. partiye gereksinim duyulmasıdır. Bu partinin, Türkiye’de eksikliği hissedilen merkez (liberal) çizgide olması, ancak muhafazakar kesimden de oy alarak AKP’nin oy oranını düşürmesi gerekmektedir. Ancak AKP’nin de böyle bir partiye engel olmak için herşeyi yapabileceği bilinmektedir. Zira geçmişte Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş ve son olarak da Tuğrul Türkeş gibi isimler, bu mantıkla AKP’ye adeta zorla transfer edilmiştir.
Arap Sermayesi Türkiye’yi Dönüştürüyor: Türkiye’de bu seçimlerle birlikte görülen bir diğer önemli gerçek de, Arap sermayesinin ülkeye yoğun olarak girmeye başlamasının Türkiye iç politikasını ve halkını dönüştürmeye başlamasıdır. Bugüne kadar artan ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerle birlikte, “model ülke” konumu nedeniyle Türkiye’nin bu ülkeleri dönüştüreceği beklenmesine karşın, AKP iktidarı ile teyit edilen somut gerçek, Arap ülkeleri ve sermayesinin son yıllarda Türkiye’yi dönüştürmeye başladığıdır.
Başkanlık Sistemi Zor: Seçimlerin ardından Türkiye’de Başkanlık sistemi tartışmaları yoğunlaşırken, AKP’nin TBMM’deki sandalye sayısının 317’de kalmış olması, bu durumun gerçekleştirilmesini epey zor hale getirmektedir. 7 Haziran seçimlerine damgasını vuran Başkanlık tartışmalarının, oy oranları anlamında da AKP’ye kayıp yaşattığı düşünülürse, mevcut anayasal sistem içerisinde de-facto olarak kurulacak -Fransa’dakine benzer- bir yarı-başkanlık rejiminin, Türkiye adına en doğru seçenek olduğu görülmektedir.
Seçimlerin ardından, Türkiye’deki demokratik siyasi rejimin geleceği konusunda endişeler de giderek artmaktadır. Bugüne kadar yaptıklarıyla rövanşist bir parti olduğu izlenimi veren AKP’ye yakın gazetecilerin, seçimin hemen ertesinde Doğan Medya grubu yayın organlarına ve çalışanlarına yönelik ağır bir saldırı kampanyası başlatması, bu gruba yönelik yakında yapılabilecek büyük bir hukuki hamleyi akıllara getirmektedir. Bugüne kadar yakaladığı başarıyı büyük ölçüde iç düşman yaratmaya borçlu olan AKP’nin, ekonominin daraldığı, dış politikanın çıkmaza girdiği, Türkiye’nin dünyadaki 89 özgür rejim kategorisine bile dahil edilmediği bir ortamda, iktidarda kalabilmek adına her türlü abartılı girişimi gerçekleştirmesi mümkündür. Bu nedenle, Türkiye’yi her şekilde istikrarsız bir dönem beklemektedir…
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Detaylar için; http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/11/151102_1_kasim_secim_sayilarla.