Türkiye-Rusya ilişkileri, yakın tarihte daha çok Osmanlı İmparatorluğu ve Rus Çarlığı’nın 19. yüzyılda giriştikleri irili ufaklı savaşlarla anılmaktadır. 1853-1856 Kırım Savaşı ve 1877-1878 93 Harbi, Osmanlı ve Ruslar açısından ağır sonuçları olan savaşlardır. Birinci Dünya Savaşı’nda da savaşan taraflarda olan bu iki ülkenin kaderi, aslında birbirine bağlı olagelmiştir. Bu savaşlar, hala Türkiye siyaseti yapanların ve devlet adamlarının hafızasındadır.
Osmanlı’nın son bürokratları ve haliyle genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk bürokratları, bu Rus travmasından fazlasıyla etkilenmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı sonrası yıkılan ve yerine bir anka kuşunu andırırcasına küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin idealist ama bir o kadar da pragmatist liderleri, ülkenin ve halklarının bekası için Türkiye’yi Batı dünyasına dâhil etmeyi öngörmüşlerdir. Bununla birlikte, Osmanlı Devleti bile hattı zatında bir Avrupa ülkesiydi. Napolyon Savaşları sonucu kurulan ve Avrupa Birliği’nin ilk provası denilebilecek muhafazakâr birlikte yer almaktaydı. Bu zamanında Osmanlı’nın bir Avrupa ülkesi olarak düşünüldüğünün kanıtıdır.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar, genç Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tam anlamıyla her koşul ve konuda birbirlerinin sırtını kollayan iki devlet olmuştur. Ancak hem Sovyetlerin çok güçlenmesi, hem de Stalin’in emperyal düşünceleri, Sovyetleri dost ülke Türkiye’den bazı taleplerde bulunmaya itmiştir. Özellikle Boğazlar üstündeki kontrol emelleri, Türkiye’nin Rusya’dan çekinmesine ve Büyük Savaş sonrası kendini karşı kampa atmasına neden olmuştur. Stalin’in elçileri ve bakanları eliyle yürüttüğü Boğazlar ve Evliye-i Selase (Kars, Ardahan, Batum) argümanlarının tekrar gündeme gelmesi, Türkiye yöneticilerini çok rahatsız etmiş ve sıkışmış bir konuma itmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın en kritik noktasında Rusların bu gibi talepleri, Almanların komşu Bulgaristan’a girmesiyle birleşince, ülkenin savaşın bitimine kadar olan birkaç yılı yüreği ağzında geçirmesine sebep olmuştur. Savaş sonrası düzenlemelerde de söz konusu olan bu talepleri, Türk diplomatları onurlu bir soğukkanlılıkla reddetmiş, Montrö ile kazanılan boğazlardaki statüyü sonuna kadar korumakta kararlı olduklarını her defasında yenilemişlerdir.
Sovyetlerin yıkıldığı 1991 senesine kadar bazı temasları ve ticari ilişkileri olan iki ülkenin kaderi, aslında büyük Sovyet İmparatorluğunun yıkılışı sonrasındaki dönemde birleşmiştir. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte hem Rusların çevre ülkelerle iyi ilişkiler kurmak istemesi, hem de stratejik önemini kaybettiğini düşünen Ankara’nın ticaret portfolyosunu zenginleştirme çabası sayesinde, iki ülke yakınlaşma yoluna gitmiştir. 1994-1996 Birinci Çeçen Savaşı ve 1999-2009 İkinci Çeçen Savaşları sebebiyle ilişkiler gerilse de, -çünkü Rus makamlar tarafından Türkiye’nin Çeçen ayrılıkçılara yardım ettiği iddia ediliyordu-, 2000’li yıllarda ticari ve siyasi işbirliğinin başladığı görülür. 2001 yılında karşılıklı işbirliği ve ortaklık antlaşmaları imzalanmaya başlanmıştır. Bunlardan bazıları; Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı: İkili İş Birliğinden Çok Boyutlu Ortaklığa, Askeri Alanda İş Birliği Çerçeve ve Askeri Personel Eğitim İş Birliği Antlaşmaları’dır.
Irak Savaşı’na karşı hemen hemen aynı tepkiyi veren iki ülke PKK ve Çeçen ayrılıkçılar konularında zaman zaman gerilseler de, 2000’li yılların tarihlerinde görmedikleri bir yakınlığa yol açtığını iddia edebiliriz. Yine bu yıllarda Çok Boyutlu Güçlendirilmiş Ortaklık Antlaşması imzalanmıştır. KKTC’nin tanınması ve Kıbrıs Sorunu hakkında Rum tezlerine daha yakın olan Rusya, 2004 yılında gelindiğinde bir yumuşama göstermiş ve Lavrov-Talat görüşmeleri gerçekleşmiştir. Bu görüşme sembolik de olsa, Rusya’nın Kıbrıs konusundaki tavrının değiştiğini göstermesi açısından çok önemlidir. 2005 yılında hayata geçen Mavi Akım’ın Rusya-Türkiye ilişkileri açısından bir kilometre taşı olduğunu söylemek de yanlış olmaz. 2006 yılına gelindiğinde ise, iki ülke bölgesel güvenlik endişelerini Karadeniz Uyumu Harekâtı İkili İş Birliği ile gidermeye çalışmıştır. 2008 yılında ortaya çıkan Gürcistan Savaşı’nda tarafsız tutumunu Rusların elini rahatlatacak şekilde kullanan Türkiye, bir NATO müttefiki olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin Gürcistan’a gönderdiği “yardım” gemilerini belli bir tonu aştıkları için geçirmemiş ve savaşın seyrini değiştirmiştir. Türkiye’nin, bu gibi dış politika manevraları zaman zaman Türkiye’nin “eksen kayması” tabiriyle açıklanmış ve Batı dünyasındaki yeri sorgulanır olmuştur.
2009 yılında ikili ticarette ruble ve liranın kullanılmasına karar verilmiştir. Bu kararla beraber iki ülkenin ticaret hacminin 30 milyar dolara gelmiştir. Buna karşın, Türkiye’nin enerjide Rusya’ya bağlı kalmak istemediği için imzaladığı Nabucco projesi gaz zengini Orta Asya ülkelerinden alınacak gazı Avrupa’ya taşımaya niyetliydi. Ancak, son yorumlara göre bu ülkeler Rusya’nın tepkisini çekmemek için bu projeden vazgeçmişlerdir. Rusya, Nabucco projesine misilleme olarak devreye Güney Akım’ı sokmuştur. Her halükarda, 2010 yılında imzalanan Üst Düzey İş Birliği Konseyi, iki ülke arasında turist vizelerinin kaldırılmasını getirmiştir.
Yukarıda bahsedilen, 2000 yılı sonrası genelde iyi seyreden ilişkiler, Arap Baharı’nın ortaya çıkmasıyla sekteye uğrar bir görüntü vermiş, ancak, iki ülkenin Orta Doğu coğrafyasına yönelik politikalarının farklı olması ticaret hacmine tesir etmemiştir. Karşılıklı ticaretin ve yatırımların önemli bir hacme ulaşması iki ülkenin de yararınadır. Özellikle Suriye politikalarında çok farklı iki stratejisi olan Ruslar ile Türkiye, Suriye lideri Esad’ın rejiminin akıbetine yönelik farklı görüşleri üzerinden çatışır konuma gelmiştir. İki ülkenin Suriye konusundaki pozisyonu aynı denebilirken metot konusundaki farklılıkları sabit kalmıştır. Son olarak Rus uçağının Türk hava sahasının ihlali sonrası düşürülmesi ise tam anlamıyla ilişkilerde buz devrini getirmiştir. İki ülkenin liderlerinin karşılıklı hakarete varan açıklamaları ile ciddileşen bu krizin yakın geçmişte çözümü görünmemektedir.
Rusya’nın bölgede ve yakın çevresine uyguladığı agresif dış politika Suriye krizi sebebiyle Türkiye’nin kapısına dayanmıştır. Türkiye ise güçlü bir devleti karşısına almak haricinde krizi yumuşatmak için pek de bir şey yapmış gözükmemektedir. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın demeçleri ve özellikle enerji konusunda alternatif geliştirmek için uyguladığı diplomasi ile anlaşılıyor ki Rusya gözden çıkarılmıştır. Ancak, gerek ticari gerek se ikili ekonomik ilişkilerden ötürü Rusya’nın yerini doldurmak bu yakın gelecekte mümkün değildir. Bununla birlikte NATO ve ABD’den gelen çatlak seslerin de gösterdiği gibi olası bir Rus-Türkiye çatışmasında Türkiye’nin müttefikleri tarafından yalnız bırakılma olasılığı az da olsa vardır. Ankara, dış politika manevralarını yaparken bu çok bilinmeyenli denkleme ve farklı aktörlerin olası hamlelerine vakıf olarak adımını atmalıdır.
Basri Alp AKINCI
KAYNAKÇA
- BOYAT, Birke, Türkiye-Rusya İlişkileri, Deniz Tansi, Hakan Sezgin Erkan (ed.), Türk Dış Politikası’nda Güncel Eğilimler (2000-2014), Kanes Yayınları, 2015.