24 Kasım 2015 günü Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-16 tipi savaş uçağının Rus yapımı Sukhoi-24M yapımı bir savaş uçağını sınır ihlali gerekçesi ile düşürmesi ardından, Türk-Rus ilişkileri, Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç gerilmediği kadar gerilmişti.[1] Bölgenin iki büyük askeri ve ekonomik gücü olan Rusya ve Türkiye’nin arasında büyük bir kriz çıkmış ve bu kriz, aylarca aşılamamıştı. İki ülke arasında soğuk rüzgârlar esmiş; karşılıklı birbirini suçlayıcı haber ve mesajlar her iki ülke medyasında ve siyasi kurumlarda devam etmiş, ikili ilişkilerde birçok proje neredeyse temelli rafa kaldırılma noktasına gelmişti. O tarihlerde, bu konuda hakkında bir makaleyi kaleme almıştım. Her iki tarafın da tansiyonu düşürmeye çalışması gerektiğini ve bu uçak krizi sonucunda iki tarafın da kaybeden olacağını belirtmiştim. Hatta bu kriz sonucunda, bölgesel ve küresel anlamda bu krizin kimlere yarayacağını açıkça sorgulamıştım. İşte tam da bu aylarda, AB içerisinde Türkiye’yi özellikle Suriye konusunda kışkırtıcı ve itham edici yorumların geldiği zamanlarda, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Sayın Vladimir Vladimiroviç Putin’e gönderdiği mektupla, aradaki buzlar erimeye başladı.[2] Her iki liderin de cesurca tekrar bir araya gelmesi, aslında bir bakıma Türk-Rus ilişkilerinin krizi sonrasında bu konuda kendilerine payda çıkaran bazı küresel güçlere karşı ciddi ve güçlü bir mesaj olduğu kanısındayım. Türk-Rus ilişkilerinin tekrardan güvenli yeşil hat üzerine oturmasında emeği geçen Kazakistan Devlet Başkanı Sayın Nursultan Nazarbayev ve Azerbaycan Devlet Başkanı Sayın İlham Aliyev’in de katkılarını unutmamak lazım.[3] Bu kriz sürecinde, Sayın Nazarbayev ve Sayın Aliyev’in iki ülke arasındaki tansiyonun düşürülmesinde çok büyük etkileri olmuştur.
İki ülke arasında mektupla başlayan yumuşama sürecinden sonra, Türkiye içerisinde çok mühim olaylar baş göstermiş ve 15 Temmuz kalkışması denen FETÖ/PDY terör örgütü tarafından bir dizi darbe girişimi yaşanmıştır.[4] Türkiye ve Türk tarihi bakımından kara bir leke olan bu süreçte, Türk milleti demokrasinden yana tavır koymuş ve sözde askeri üniforma içerisindeki darbeci FETÖ/PDY terörist yapılanması karşısında dik duruş sergilemiştir. Bu dönemde, Rusya ve Çin, darbe kalkışmasından sonra güçlü bir şekilde Türkiye’deki seçilmiş olan hükümetin yanında olduklarını belirtmişlerdir. Tam da o tarihlerde, Türkiye, Rusya’dan gelen çok önemli bir konuğu ağırlamaktaydı. Türk medyasında yeterince ilgili görmeyen Dugin’in ziyareti, aslında çok önemliydi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ziyareti öncesinde Putin’in özel danışmanının ziyarette bulunması, bir bakıma yeni Türk-Rus ilişkilerinin siyasi boyutunun asimetrik durumunu haber veriyordu.
Türkiye’ye geldikten sonra bir dizi hükümet yetkilileri ve bazı siyasi parti temsilcileri ile bir araya gelen Dugin, Türk-Rus ilişkileri için birçok önemli konular da açıklamalarda bulunmuştur. Sayın Dugin’in ziyaret sonrasında belirttiği satır başları ise, ABD’nin bölgede bir Kürt Devleti peşinde olduğu ve Kuzey Suriye’de Kürt koridoru istediği yönündedir. Dugin, Türkiye ziyareti sırasında bir açıklamasında, “ABD’nin Suriye’deki Kürtler üzerinden Kürt devleti oluşturmak istendiği görülüyor. Bu proje, Rusya’nın stratejik düşüncelerine ters düşüyor.” diye söylemiştir. Yine Dugin, bir başka açıklamasında, “Amerika kendi müttefiklerinden hiçbirinin toprak bütünlüğünü temin etme noktasında değil. Aksine kaos, ülkelerin bölünmesi ve facialarını görüyoruz. Bu senaryo Türkiye için de yazılmıştır. Türkiye’nin bu zor durumundan kurtarılması Atatürk’ün politikasına dönmekle mümkündür. Bu durumda da Rusya ile stratejik işbirliğinin sağlanması gerekir. Suriye’de yaşananların tekrarlanması için ortak hareket etmeliyiz. Birbirimize düşmanla mücadelede yardım etmek zorundayız. Bu iç düşman olsa bile. Biz olaylara ilk olarak Türkiye’nin toprak bütünlüğü prensibine bakıyoruz. Suriye’deki Kürtlere ilişkin olarak Rusya’da bazı farklı bakışlar var. Ama Suriye’deki Kürtleri ABD’nin desteklediği biliniyor.” sözlerini konuşmasına eklemiştir.[5] Dugin’in Suriye konusundaki açıklamaları, aslında bir bakıma Türk dış politikasının Suriye ve Irak konusu ile genel anlamda örtüşmektedir. Türkiye ile Rusya arasındaki Suriye içerisindeki görüş ayrılıklarının temelini ise Beşar Esad ve YPG/PYD terör örgütü oluşturmaktadır. Fakat Dugin, Suriye’deki Kürt grupları arasında görüş ayrılığından bahsederken, özellikle YPG gibi terör örgütlerinin ABD’nin güdümüne girdiğini uyarısında bulunmakta ve Rusya’nın bu konudaki rahatsızlığını dile getirmektedir.
Rusya’nın Suriye devletinin toprak bütünlüğünden yana olması ve siyasal ve ekonomik bakımdan istikrarlı bir Türkiye istemesinin asıl sebebi, Kafkasya bölgesinde büyük topraklara sahip olması ve enerji nakil hatları bakımın Türkiye gibi alt yapısı oluşmuş bir devletin siyasi belirsizlik içine girmesi bir durumun Rusya’nın Güney ve Ortadoğu sahası için bölgesel güvenliğini tehdit etmektedir. Bakın, bu konuda çarpıcı bir tespit yapılması gereklidir; uçak krizinden sonra Rus ve Türk ilişkilerinin aslından çizilen pembe tablolar gibi olmadığı apaçık ortaya çıkmıştır. İki tarafın da birbirine şüphe ile bakması, aslında uçak krizi öncesinde de vardı. Her iki taraf da, aslında sırf ekonomik ilişkilerini zedelenmemesi için bu şüphe ortamında siyasi konuları ekonomik ilişkilere yansıtmamaya çalışıyordu. Zamanında Putin’in “Türkiye ve Rusya ilişkilerinin stratejik boyutu Alman-Fransız örneği gibi olmalı” sözleri manidardır. Bu sebeple, uçak krizinin iki ülke açısından çok büyük ders ve tecrübe kaynağı olduğu kanısındayım. Şu anda ki duruma bakıldığında, gene iki ülkede pembe tablolar çizilmektedir, fakat Türk-Rus ilişkilerini bekleyen halen çok büyük sorunlar vardır. Öncelikle her iki ülkenin Suriye konusunda ciddi görüş ayrılıkları var. İlk başta bu konunun her iki tarafı da memnun edecek şekilde çözülmesi gerekmektedir. İkincisi ve en önemli konu, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Karabağ sorunudur. Ermenistan, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tehdit etmekte ve Azeri topraklarının bir bölümünü işgal altında tutmaktadır. Bu konu için acil bir şekilde Minsk Grubu toplanmalı ve Ermenistan, işgal ettiği bölgelerden çekilmelidir. Bu durum, Ermenistan’ın lehinedir. Bakınız, Ermenistan’da çok ciddi ekonomik sorunlar vardır. Ermenistan işgal ettiği bölgelerden çekildiği takdirde, Kafkasya’daki tansiyon düşecektir ve Türk sınır kapılarının açılması ile Türk-Ermeni ekonomik ilişkilerinin başlangıç tarihi olacaktır. Bu durum, Rusya’nın da lehinedir. Çünkü Rusya, stratejik ve jeopolitik olarak güvenliği riske girmiş bir Kafkasya bölgesini kendi sınırları için tehdit olarak algılamaktadır. Üçüncü önemli konu ise, Kırım konusudur. Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan gerilim, Türkiye’yi olumsuz etkilemektedir. Rusya’nın Kırım’ı alması ile Karadeniz jeopolitiği değişmiş olup, Türk tarafı için şüphe ve endişe verici bir durum oluşturmuştur. Türkiye, Kırım konusunda önceden de belirttiğim gibi, Avrupa ve AB üye ülkelerine nazaran daha zayıf bir tepki vermiştir. Bu dediğim konulardaki sorunlar aşılamadığı sürece, Rusya ve Türkiye’ni maalesef ekonomik ortalıktan stratejik ortaklığa geçmesini zor görüyorum. Fakat her şeye rağmen, iki tarafın da birbirine bazı konularda samimi olduğu sürece bu konularında aşılacağına eminim. Bu durumun en güzel örneğini ise, Türkiye’deki darbe kalkışması ile Rusya’nın konuda alındığı pozisyon ve tavır olmuştur.
Rusya ile Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti ile ikili ilişkileri tekrar yoluna koymaya çalışırken, AB içerisinden artık geleneksel sayılabilecek tepkiler gelmeye başladı. Özelikle Almanya ve Avusturya gibi ülkelerin tepki dozunu tehditlere varan şekilde vermesi ve bunun tam da Rusya ile Türkiye’nin ilişkilerini düzeltme dönemine rastlaması, hayret verici bir durum oluşturmuştur. AB’deki üye ülkeler şunun farkında değiller sanırım; Türkiye, NATO-OTAN üyesi bir ülkedir. AB içerisindeki birçok ülke ile de çok geniş yelpazeli siyasi ve ekonomik ilişkilere sahiptir. Brüksel’deki birçok bürokrat, galiba bu durumun hala farkında değiller. Hatta bazı AB’li NATO üyesi ülkenin Türkiye ile aynı birlikte olmalarına rağmen kendi basın ve medya kurumlarda çıkan Türkiye haberleri, Hollywood filmlerine konu olacak niteliktedir. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında ABD ve AB’den gelen tepkilerin zayıf olması, hatta o tarihte ABD’den gelen kınama sözlerinin saatler sonra verilmesi, Türkiye-ABD ve AB ilişkileri için infial oluşturmuştur. Türk basınında ve toplumunda müttefiklerden bu denli zayıf tepkilerin gelmesi, neredeyse sanki onları darbecilerin yanında göründüğü gibi imaj hali yaratmıştır. Bu, çok vahim bir durumdur. ABD ve AB gibi demokrasi konusunda toz kondurmayan güçlerin Türkiye’deki bir grup FETÖ/PDY terörist örgüt tarafından demokratik yollar ile seçilmiş bir hükümeti devirmeye kalkışmaları konusunda duruşları bir hayli zayıf kalmıştır. Zamanında Fransa’nın başkenti Paris’te yaşanan terör saldırısı sonrasında birçok AB üyesi ülkenin Başbakanı ve Devlet Başkanı omuz omuza dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte protesto yürüyüşü yaparak tepkilerini dile getirirken, Türkiye’deki darbe girişiminden sonra bir tek AB’li liderin Türkiye’yi ziyaret etmemesi düşündürücü olmuştur. İşte tam da bu dönemde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Rusya’yı ziyaret etmesi aslında bir bakıma da AB ve ABD’ye olan tepkidir.
Bu konudaki en çarpıcı açıklama ise İsveç’in eski Dışişleri Bakanı Carl Bildt yapmıştır. Bildt, Politico isimli bir sitenin Avrupa edisyonu konusunda kaleme aldığı yazıda, Avrupa’nın 15 Temmuz darbe girişimi karısındaki tepkisizliğini “Brüksel uyuyor mu yoksa sadece cahil mi”, “Avrupa, Erdoğan’ın yanında ol” sözleri ile eleştirmiştir. Bildt, diğer bir sözünde “Erdoğan’la AB’den önce Putin görüşürse, bu Avrupa için yüz karasıdır” ifadelerini kullanmıştır.[6] Ki Bildt haklı çıktı ve Erdoğan, darbe girişiminden sonra ziyaretini ilk olarak Rusya’ya gerçekleştirdi. Kendi fikrimce, öncelikle Brüksel, Türkiye’yi AB giriş konusunda tehditleri bir kenara bırakmalıdır. Çünkü trajikomik olarak, kendi birlik üyesi ülkeleri AB’den çıkmaktadır. Daha yakın zamanda İngiltere bu konudaki adımı atmış ve Brüksel kan kaybı yaşamıştır. İkincisi, sosyolojik olarak Türk toplumu AB girmek için ne kadar heveslidir? Bu konu araştırmalıdır. Üçüncü olarak, benim tavsiyem ekonomik pazar ve jeopolitik olarak AB’li bürokratlaın Türkiye’nin dünya haritası üzerinde nerede durduğu konusunu incelemeleridir. Özellikle Avusturya Dışişleri Bakanı ve Başbakanı’nın bu konuda bilgi sahibi olması zaruridir. Türkiye’nin asimetrik olarak Batı’nın çizgisinden çıkacağını zannetmiyorum. Yakın zamanlı dış politika olarak Türk tarafının AB ile normları konusunda daha yapıcı ilişkiler içerisinde olacağı açıktır; fakat uzun soluklu dış politika olarak düşünürsek, özellikle bu darbe girişimi sonra yaşananlar, AB ve ABD’nin duruşu ve Rusya ile ilişkilerinin tekrar rayına girmeye başlaması ile birlikte, dış politik olarak Türkiye’nin duruşunda bazı değişim sinyalleri de aşikârdır. Bu konuda da müneccim olmaya gerek yok.
Burada değineceğim diğer çarpıcı konu ise, özellikle ABD ve Türkiye ilişkilerinden konuşacak olursak, Türkiye’nin Gülen konusunda elindeki kartların daha güçlü olduğu kanısındayım. Türkiye gündemi darbe ve OHAL konusu ile meşgul iken, iki ülke arasında Gülen konusunda ciddi bir siyasi kriz yaşanmaktadır. Bu krizin yaşandığının en açık örneğinin ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’un Türkiye’ye yaptığı ziyarettir.[7] Akabinde ABD Başbakan Yardımcısı Joe Biden ve Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Türkiye’yi ziyaret etmek istemesi ile de bu kriz ortaya çıkmıştır. Türk tarafı kesinlikle Gülen’i iade edilmesini istemiş ve ABD tarafı bu konuda sıkışmış durumdadır. Türkiye’nin elinin bu konuda güçlü olmasının asıl en büyük sebebi ise, ülke içerisindeki dinamiklerin ve Türk milletinin Gülen konusunda açık bir şekilde tavır almış olmasıdır. Eğer ABD, Gülen’i Türkiye’ye iade etmez ve işler sarpa sarar ise, iki ülke arasında yeni bir siyasi kriz çıkacaktır. ABD’nin, bu konuda Türkiye’yi kaybetmeyi göze alacağını kesinlikle düşünmüyorum. Çünkü ABD’nin şu an ki Ortadoğu denklemini oluşturan iki şah damarını İsrail ve Türkiye oluşturmaktadır. Türkiye’yi Ortadoğu’da kaybetmek demek, ABD için şahdamarlarından birinin kesilmesi demektir ki, bu, ABD-İsrail-Türkiye üçgeninde özellikle İsrail ve ABD için çok ciddi bir jeopolitik ve stratejik zaafiyet oluşturur. Bu durum, evvela Rusya ve İran için büyük bir kazanım oluşturmaktadır. Diğer bir problem ise, ABD’nin Ortadoğu büyük bir Kürt devleti kurmaya çalışmasıdır. Bu durum ise Rusya-Türkiye ve İran için ciddi bir problemdir. Ortadoğu’da kurulacak bir Kürt devleti, Türkiye’nin bölgesel konularda ABD için önemini ve değerini azaltacağı gibi, Rusya ve İran için ise çok ciddi bir jeopolitik kayıp oluşturacaktır. Büyük aktörlerin bu coğrafyada yaptığı küresel ve asimetrik savaşlar bu bermuda şeytan dörtgeni içerisinde vuku bulmakla birlikte hep beraber sonuçlarını gelecekte göreceğiz.
Saltuk Buğra BOZKURT
DİPNOTLAR
[1] “Turkey Shoots Down Russian Military Jet”, Erişim Tarihi: 24.11.2015, Adresi: http://www.wsj.com/articles/turkey-shoots-down-jet-near-syria-border-1448356509.
[2] “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin’e mektup gönderdi”, Erişim Tarihi: 27.06.2016, Adresi: http://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhurbaskani-erdogan-putine-mektup-gonderdi-258503.html.
[3] “Türk-Rus krizini bitiren gizli diplomasinin öyküsü”, Erişim Tarihi:08.08.2016, Erişim Tarihi: http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/murat-yetkin_575/turk-rus-krizini-bitiren-gizli-diplomasinin-oykusu_40185705.
[4] “Turkey coup attempt: Erdoğan demands US arrest exiled cleric Gülen amid crackdown on army-as it happened”, Erişim Tarihi: 18.07.2016, Adresi: https://www.theguardian.com/world/live/2016/jul/15/turkey-coup-attempt-military-gunfire-ankara.
[5] “Putin’in özel temsilcisi Ankara’da”, Erişim Tarihi: 15.07.2016, Adresi: http://www.aydinlikgazete.com/politika/putinin-ozel-temsilcisi-ankarada-h88295.html.
[6] “Europe, stand up for Erdoğan”, Erişim Tarihi:02.08.2016, Adresi: http://www.politico.eu/article/europe-stand-up-for-erdogan-brussels-greece-coup-european-union/.
[7] “Başbakan Yıldırım, Dunford’ı kabul etti”, Erişim Tarihi:02.08.2016, Adresi: http://www.haberturk.com/gundem/haber/1274904-abd-genelkurmay-baskani-joseph-dunford-turkiyede.