Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük güçler tarafından kurulmuş bir devlet olan Yugoslavya, İkinci Dünya Savaşı sonrasında uzun yıllar sosyalist ve komünist bir lider olan Josip Broz Tito tarafından yönetildi. Tarihsel olarak da, Yugoslavya, Tito’nun Sosyalist Federal Cumhuriyeti olarak bilindi. Tito’nun ölümünden sonra Yugoslavya her ne kadar rotasyon ile 6 Federe Devlet tarafından yönetilmiş olsa bile, bu durum yıkılma ve dağılma sürecini engelleyememiştir. Muhakkak ki bunun nedenleri farklı açılardan irdelenebilir; ama en önemlisi, Yugoslavya’nın dil, din ve etnik olarak en karmaşık coğrafyaya sahip ülkelerden biri olmasından kaynaklanmaktadır. Tito Yugoslavya’sı, komünist Doğu Avrupa ülkeleri gibi demokratikleşme rüzgârından nasibini almıştır. Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Hırvatistan, Slovenya, Makedonya, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ ve Kosova gibi devletler ortaya çıkmıştır. Yugoslavya, toprak olarak Balkan Yarımadası’nın yarısından daha fazlasına sahip olan bir ülkeydi. Bunun içindir ki, Yugoslavya’nın parçalanarak dağılması sadece bir sorunu değil, birden çok sorunu doğurmuştur. Sorunlar sadece Kıta Avrupa’sı ile de kalmayıp, hinterlandında yer alan Akdeniz ve Karadeniz jeopolitiğini de etkilemiştir.
Avrupa Birliği’nin (AB) Batı Balkan ülkelerine olan ilgisi, Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1990’lı yıllara dayanır. Dünyamız 1990’lı yıllardan kalma bir dünya olmamakla birlikte, Batı Balkanlar da Tito Yugoslavya’sından kalma bir dünya tasavvuru içerisinde değildir artık… Tarihsel olarak AB ile Batı Balkanlar arasında birçok zirve ve süreçler gerçekleştirildi. Ancak özellikle 21 Haziran 2003’te gerçekleştirilen “Selanik Zirvesi” hem AB için önemliydi, hem de Batı Balkanlar için bir “Avrupa Ortaklığı” girişimi demekti. Tabii ki bu ortaklık tek bir çerçeve ortaya koymuyordu; içinde her ülke için birçok farklı çerçevenin yer aldığı ve bu çerçevelerin birbirinden bağımsız olarak tamamlanmasının gerekliliği vurgulanmıştı. AB ve Batı Balkanlar arasında gerçekleştirilen Selanik Zirvesi, yol açıcı olmakla birlikte, var olan AB yolunun zorlu süreçlerine de ayak uydurmak demekti. Özellikle AB’nin olmazsa olmazı olan “Demokratikleşme, İşleyen Piyasa Ekonomisi, Kamu Yönetiminin Şeffaflık ve Saydamlığı, İnsan Hak ve Özgürlükleri, Hukukun Üstünlüğü, Yolsuzlukla Mücadele” gibi birçok reformların yapılmasını da zorunlu kılıyordu.
Selanik Zirvesi, Batı Balkanlar’ın AB üyeliği yolunda olumlu bir aşamaydı. Batı Balkan ülkelerinin yerinin AB olduğunun belirtildiği zirvenin, bundan sonraki sürecin hızlandırılması açısından önemli olduğu da vurgulanabilir. Arnavutluk’un ülkenin içerisinde bulunduğu siyasi krizlere çözüm bulamadığı, Bosna-Hersek’in Dayton Barış Antlaşması’nın imzalandığı tarihten bugüne kadar Federasyon içerisindeki kurumsal işlevlere ve etnik milliyetçi sıkıntılara çözüm üretemediği, Karadağ’ın bir türlü kara para, yolsuzluk ve yasal olmayan yollarla mücadelede istediği başarıyı elde edemediği, Makedonya’nın isim çıkmazı yüzünden komşusu Yunanistan ile AB arasında uzlaşmaya yanaşmadığı, Kosova’nın mikro milliyetçilik ekseninde Sırbistan ile sorunlarının sürdüğü ve Sırbistan’ın Eski Yugoslavya’dan kalma savaş suçlularının iadesi konusunda olumlu adımlar atamadığı gibi birçok problemler zincirini sıralamış olduğumuzda, Batı Balkanlar bölgesinin bir sorunlar yumağı olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır.
Batı Balkanlar için bahsedilen bu sorunlara bakıldığında, Batı Balkan bölgesinin literatür tanımını şöyle değiştirebiliriz; “farklı, karmaşık ve çetrefilli bir bölge”! Tabii ki vurgulanan bu sorunsallıkların yanında, AB üyeliği yolunda Batı Balkan ülkelerinin eskiye oranla birçok olumlu aşamaları başarılı şekilde gerçekleştirdiklerini de vurgulamak gerekir. Batı Balkanlar’ın gelecek yıllarda istikrarlı olabilmesi için, AB yolunda hızlı ve sağlam adımlarla Birlik içerisinde bulunmaları gerekmektedir. AB üyeliği sürecinde Batı Balkan ülkeleri desteklenmelidir; çünkü Batı Balkanlar’ın AB çatısı altında bulunması, jeostratejik ve jeopolitik açıdan Avrupa Kıtası’na, Akdeniz Havzası’na, Karadeniz Havzası’na ve bütün Balkanlar’a barışı, huzuru ve refahı getirebilecek çok önemli bir hamle olabilir.
2018 yılı AB Dönem Başkanlığı’nın ilkinin bir Balkan ülkesi Bulgaristan’da olacak olmasının Batı Balkanlar için birçok başlıkta muhakkak ki olumlu yansımaları olacaktır. Keza AB’nin de içinde bulunduğu resesyondan çıkması ve Brexit sendromunu atlatabilmek adına “Genişleme Stratejisi”nin canlanmasına sirayet edecektir. Özellikle son yıllarda küresel güçler olarak tabir edilen Çin ve Rusya’nın ilgi alanına Batı Balkan ülkelerini alarak ikili ilişkileri genişletmeye çalışması, AB için bir risk kaynağı oluşturmaktadır. Neticede her ne kadar Balkanlar jeopolitiği petrol ve türevlerini barındıracak zenginliğe sahip olmasa da, Avrupa’ya giden enerji nakil hatlarının ana aksının Balkan coğrafyasından geçmesi önem arz etmektedir. Bu da, ister istemez Akdeniz’in üçüncü büyük yarımadası konumunda olan Balkan Yarımadası ülkelerine küresel güçlerin ilgisini göz ardı etmemek anlamı taşımaktadır. Onun içindir ki, Kıta Avrupa’sının güvenliği ve istikrarı açısından da, AB, bu konunun öneminin farkındadır. Bu nedenledir ki, Varna’da yapılacak zirvede Batı Balkan ülkelerinin genişleme stratejisinin üzerinde önemle durulacak ve olumlu bir yol izlenecektir.
Ezcümle; Batı Balkan ülkelerinin AB çatısı altında bulunmaları, hinterlandında bulunan tüm bölgelere ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkiler açısından pozitif bir kazanım olarak tezahür edecektir. Batı Balkanlar, AB’nin genişleme perspektifinde tamamlanması gerekli olan en önemli “puzzle” parçalarından biridir. Batı Balkan coğrafyasında bulunan; Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Makedonya, Sırbistan ve Kosova gibi ülkelerin ekonomik, siyasi, hukuki sisteme sahip olan AB çatısı içerisinde bulunmaları elzemdir. AB’nin siyasi genişlemesini tamamlayacak olan Batı Balkanlar ile uzlaşma kültürünü esas alması, üyelik yolunda olan bölge ülkelerinin uyumunu daha da kolaylaştıracaktır. AB, nihai olarak Batı Balkanlar genişlemesini tamamladıktan sonra, kendisine göre “Avrupa’daki Doğu sınırları”na ulaşmış olacaktır. Küresel dünyamızdaki çalkantılar, belirsizlikler ve tehditler göz önüne alındığında, yakın bir tarih olmamakla birlikte, Batı Balkan ülkeleri “2025” yılından önce de tam üye olarak Birlik içerisine alınabilir.
Güney Ferhat BATI