Tarihsel açıdan Azerbaycan’ın bulunduğu Kafkasya ve yakın temasta olduğumuz Ortadoğu bölgesi, dünyanın jeopolitik açıdan en hassas ve sıcak bölgeleri hesap olmuştur. Dünyanın büyük güç merkezlerinin bu bölgedeki kalıcı çıkarları, her zaman siyasal istikrar için büyük bir tehdit oluşturmuştur. Günümüzde de, bölgedeki büyük güçlerin farklı konum ve niyetleri jeopolitik manzara üzerinde ciddi bir etkiye sahiptir. Gözlemlerimiz, 21. yüzyılın başında gerçekleşen süreçlerin, birçok özellik bakımından 20. yüzyılın başlarında yaşanan olayları andırıyor olduğunu göstermektedir. Geçtiğimiz 100 yıl boyunca, jeopolitik koşullarda ve süreçteki katılımcılar arasında bazı değişiklikler yapılsa da, olaylar içerik bakımından değişmedi.
Bilindiği gibi, 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra bağımsızlığını kazanan Azerbaycan Cumhuriyeti zor zamanlar yaşıyordu. Bir yandan ekonomik sistemin tam çökmesi sonucu yaşanan sefalet, diğer yandan ise çeşitli dış hamileri tarafından silahlandırılan ve desteklenen Ermenilerin kanlı askeri saldırısı, Azerbaycan’ı bir devlet olarak var olma veya olmama tehdidi karşısında bırakmıştı. Bir tarafta yurtdışından ciddi mali ve askeri yardım alan, çeşitli yabancı ülkelerden deneyimli teröristler toplayan Ermeniler, diğer tarafta ise silahsız ve tek “suçu” Türk olmak olan Azerbaycanlılar…
Yaşadığım Nahçıvan da dahil olmak üzere, Azerbaycan’ın her bölgesinde büyüyen her çocuk gibi, benim de o yıllardaki derin hatıralarım var. Ermenistan tarafından Azerbaycan’ın esas kısmı ile tüm bağlantıları (demiryolu, karayolu, iletişim) kesilmiş, ışık, doğalgaz, su temini olmayan Nahçıvan’da yaşayan çocuklar her gün Ermeniler taraftan sınır köylere yapılan saldırıları duyar, televizyonda ise Karabağ’da Ermenilerin yaptıkları vahşiliklere tanık olurlardı. Hocalı’da Ermenilerin Azerbaycanlı çocukları süngüye takmasını, kadınlara karşı insani duygulardan kenar şiddetlerini televizyondan gören ve Ermeniler taraftan ablukaya alınmış bir bölgede yaşayan çocukların hayalinde gelecek nasıl görünebilirdi ki?! Büyüklerimizin silahsız olsa dahi el-obamızı metanetle korumalarını görsek de, çocuk hayalinde cellat, kan içen Ermeni korkusu da yok değildi. Ermenilerin dünyadaki en korkak olduğunu bilmemiz için büyümemiz gerekiyordu.
Bu anlamda, o yıllarda hafızama kazınan duyguları hatırlamak istiyorum. O yıllarda çocuklar da dahil olmak üzere yerel toplumun iki esas umutu vardı. Birincisi, Azerbaycan halkının büyük liderleri Haydar Aliyev’in Moskova’dan kendi vatanına dönüşü oldu. Herkesin bu büyük insana dair umudu vardı ve olayların daha sonraki gelişimi, o büyük insanın bu umutları gerçekleştirdiğini gösterdi. Ulusal lider, Azerbaycan halkını Ermeni işgalcilere karşı bir araya getire ve askeri işgali önleyebildi.
Bir başka umut ise, kan belleği ile ilgiliydi. Aynı dönemde Ermenilerin saldırıları arttıkça, ihtiyar nenelerimizden duyduğumuz en umut verici söz; “Korkmayın, Türk askeri gelecek, bizi kurtaracak” idi. O zamanlar, bu sözlerin neden bu kadar cesaret verici olduğunu anlamazdık. Fakat yaşlı insanların 20. yüzyılın başlarında aynı olaylara maruz kaldığı anlaşıldığında, kan belleğinin anlamı belli oluyordu. Kafkasya’daki 1905-1907 ve 1918 yıllarında Ermeni-Müslüman savaşları sırasında benzer olaylar yaşanmıştı. 100 yıl önce de, silahlı Ermenilerin karşısında yerel halk için tek umut Türk askeriydi. Bu nedenle, Türk askerine olan güven, yaşlıların yaklaşık 100 yıl önce yaşamış ya da duymuş oldukları kan belleğinden kaynaklanıyordu.
İşte çocuklukta hafızamıza yazılan “Türk askerine güven”, bugünlerde Türkiye’nin başlatttığı anti-terör operasyonlarında da aynı anlamı taşıyor. Bilindiği gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri komşu bölgelerden Türkiye’ye karşı işlenen terör olaylarının, PKK–PYD terör örgütünün devlet yaratmak girişimlerinin önünü almak ve sivil halkın güvenliğini sağlamak için “Zeytin Dalı” operasyonu gerçekleştiriyor. Çeşitli büyük güçler tarafından silahlandırılan bu teröristler, Suriye topraklarından Türkiye’ye karşı sürekli tehdit oluşturuyor, füze saldırıları yapıyor, bölgedeki yerel nüfusun etnik yapısını değiştiriyor ve geleceğe yönelik yeni planlar inşa ediyor. On günden fazla süredir devam eden operasyon, teröristlerin ana hedefinin Türkiye olduğunu gösteriyor. Bu anlamda, Türkiye’nin anti-terör operasyonunun öncelikle kendini savunma olduğunu belirtmek gerekir.
Türkiye’deki yetkililer, “Zeytin Dalı” operasyonunun nihai hedefinin asla Suriye topraklarını ele geçirmek olmadığını, bölgeyi teröristlerden kurtarmak ve yerel halkın barışçıl bir çevrede barış içinde yaşamasının temin edilmesi olduğunu belirttiler. Bu, Türk askerlerinin 100 yıl önce de üslenmiş olduğu misyonudur. Yer, tarih ve katılımcılar ise farklı olabilir. 20. yüzyılın başında Kafkasya’da Ermeni zulmüne maruz kalmış Azerbaycanlı kardeşlerini kurtaran Türk askerinin bu görevi, 100 yıl sonra da unutulmadı. “Kurtarıcı Türk askerine güven” Azerbaycan halkının kan belleğinde sonsuza dek yazılmıştır. Şimdi ise farklı bir coğrafyada, Suriye’de teröristlerin zulmünden muzdarip olanlar, Türk askerine kurtarıcı gözü ile bakıyor.
Türkiye’nin bu haklı davasında dualarımız Türk askerleri içindir. Bu yolda, Yüce Tanrı; kahraman Türk askerinin yar ve yardımcısı olsun!
Arastü HABİBBEYLİ
Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İdaresi Dış Politika Meseleleri Daire Başkan Yardımcısı