TÜRKİYE’NİN ‘ZEYTİN DALI’ OPERASYONUNUN HUKUKİ BOYUTU

upa-admin 18 Mayıs 2018 3.628 Okunma 0
TÜRKİYE’NİN ‘ZEYTİN DALI’ OPERASYONUNUN HUKUKİ BOYUTU

Türkiye’nin 20 Ocak 2018 tarihinde Suriye’nin PYD/YPG terör örgütü[1] kontrolündeki bölgesi Afrin’e yönelik olarak başlattığı ve 18 Mart 2018 tarihinde tamamlanan operasyonun hukuki meşruluğu nedir? Türkiye, ‘Zeytin Dalı’ olarak adlandırdığı askeri operasyonu yaparken uluslararası hukuk ve insancıl hukuk gibi güç kullanımı ve silahlı çatışmalarla doğrudan ilgili alanlardaki anlaşmalara ve teamüllere bağlı kalmış mıdır? Bu çalışma, birinci ağızdan yapılan açıklamalar, tarafların pozisyonları, dünya kamuoyunun operasyona yaklaşımı ve ilgili kuruluşların raporları dikkate alarak hazırlanmıştır.

Operasyonun Uluslararası Hukuk Boyutu

Uluslararası Hukuk’un -özellikle Birleşmiş Milletler çatısı altında- İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurumsallaşan ve çeşitli anlaşmalarla desteklenen en önemli ilkelerinden birisi “kuvvet kullanma yasağı”dır. Bu yasak, artık ‘jus cogengs‘ haline gelmiştir.[2] Yani bir devletin başka bir devlete karşı keyfi bir şekilde kuvvet kullanması yasağı, köleliğin kaldırılması kadar tartışılmaz bir kural haline ulaşmıştır. BM Şartı’na göre; devletlerin bir başka devletin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına karşı BM’nin amaçları ile bağdaşmayacak şekilde bir kuvvet kullanma tehdidi ya da kuvvet kullanma yaptırımından kaçınmaları gerekmektedir (mad. 2/4). Bu durum, ancak bir saldırı durumunda BM kararları çerçevesinde kuvvet kullanılması ya da meşru müdafaa hakkı şeklinde istisna içerebilmektedir.

Meşru Müdafaa Hakkı

Meşru müdafaa hakkı, temelde bir kişisel hukuk kavramı iken, zaman içerisinde devletler arasında yaşanan çatışmalarda da kullanılmaya başlanmıştır. Bunun yanında, 20. yüzyılda ve özellikle 11 Eylül (9/11) sonrasında savaşın şeklinin ve aktörlerinin bariz bir şekilde değiştiğinin yaşanan terör olaylarıyla tescillenmesiyle, devlet dışı aktörler kapsamında da yorumun genişletildiğini (her ne kadar hala tartışmalı olsa da) söylemek mümkündür.

Aynı zamanda bir örf ve adet kuralı olarak kabul edilen meşru müdafaa hakkı, BM Şartı’nın 51. maddesinde düzenlenmiştir: “Bu Şart’ın hiçbir hükmü, BM üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da müşterek meşru müdafaa hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru müdafaa hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu Şart gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.”

Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne ilettiği operasyonun meşruluğuna yönelik 22 Ocak 2018 tarihli mektupta[3], hareketin Birleşmiş Milletler Şartı kapsamında ve “madde 51” dâhilinde meşru bir müdafaa eylemi olduğunu belirtmiştir. Bu mektupta, Türkiye’nin milli güvenliğinin “Suriye merkezli terör örgütleri DAEŞ ve PKK/KCK’nın Suriye kolu PYD/YPG tarafından doğrudan tehdit edildiği” ve “son dönemlerde artan roket saldırılarının ve taciz ateşlerinin Suriye’nin Afrin bölgesinden Hatay ve Kilis’i hedef alarak, birçok sivil ve askerin ölümüyle sonuçlandığı” vurgusu yapılarak, Türkiye’nin sınır güvenliği, bölgenin terörden arındırılması ve Suriye halkının kardeşçe yaşaması için operasyonun gerekliliği belirtilmiş; ayrıca BM Şartı’nın 51. maddesinde üye ülkelerin terörle mücadele sorumluluklarına dikkat çekilmiş ve aynı zamanda Güvenlik Konseyi’nin  1373 (2001), 1624 (2005), 2170 (2014) ve 2178 (2014) “Terörist Eylemler Kaynaklı Uluslararası Güvenlik ve Barışa Tehditler” ile ilgili[4] kararlarına atıfta bulunulmuştur. Bu kararların içeriği; terör eylemlerinin engellenmesi, zayıflatılması ve güçsüz duruma getirilmesi için devletlerarası işbirliğine vurgu yapar şekildedir. Bununla birlikte, uluslararası destek beklenmeden o ülkeye de müdahale imkânı sağlanıyor ve BM üyesi devletlerin yardımını da öngörüyor.

Mektupta, 22 Temmuz 2016 tarihinde başlatılan ve başarıyla sonuçlanan Fırat Kalkanı operasyonu ile 2.015 km2 alanın DAEŞ’den temizlendiği ve terörden arındırılmış bir bölge haline getirildiği ve hemen ardından mülteci konumundaki Suriyelilerin güvenli ve gönüllü bir şekilde ülkelerine geri dönmelerinin sağlandığının Türkiye’ye olan uluslararası güvenin sağlanması için bir referans noktası olarak öne çıkarılmıştır. Yine bu mektupta, operasyon, “sadece teröristleri ve sığınaklarını, sığınaklarını, yerleşimlerini, silahlarını, araçlarını ve teçhizatını hedef alacak. Başka hasarları önlemek için tüm önlemler alınmıştır.” ifadesi öne çıkmaktadır. Mektubun son kısmında ise, harekâtın Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine katkıda bulunmak için yapıldığı ve mevcut çatışmaların siyasi geçiş yoluyla (Güvenlik Konseyi’nin 2254 (2015) kararı) çözülmesini sağlama yönündeki politikanın kararlı bir şekilde sürdürüleceğinin altı çizilmiştir.[5] BM’ye gönderilen bu mektuptan önce TSK’nın harekatın başlamasıyla yaptığı basın açıklaması da bu görüşlerle eşgüdüm halindedir: “Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından, hudutlarımızda ve bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak maksadıyla, Suriye’nin kuzeybatısında Afrin bölgesinde, PKK/KCK/PYD-YPG ve DAEŞ-DEAŞ’a mensup teröristleri etkisiz hale getirmek ve dost ve kardeş bölge halkını bunların baskı ve zulmünden kurtarmak üzere, 20 Ocak 2018 saat 17:00’den itibaren “Zeytin Dalı Harekatı” başlatılmıştır. Harekât, ülkemizin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları, BMGK’nin terörle mücadeleye yönelik özellikle 1624 (2005), 2170 (2014) ve 2178 (2014) sayılı kararları ve BM sözleşmesinin 51’inci maddesinde yer alan Meşru Müdafaa Hakkı çerçevesinde, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olarak icra edilmektedir. Harekâtın planlama ve icrasında sadece teröristler ve bunlara ait barınak, sığınak, mevzii, silah, araç ve gereçler hedef alınmakta olup, sivil/masum kişilerin zarar görmemesi için her türlü dikkat ve hassasiyet gösterilmektedir.”[6]

Harekâtın sebepleri ve hedefi Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünce şu şekilde sıralanmıştır:

  1. 10 bin kilometrekarelik bir alanın, ÖSO nüfuzuna geçmesini sağlamak.
  2. Doğu Akdeniz’e ulaşmayı hedefleyen PKK kuşağını tamamen engellemek.
  3. Türkiye’nin Arap dünyasıyla coğrafi irtibatının kesilme ihtimalini ortadan kaldırmak.
  4. Suriye ile olan sınırlarımızın güvenliğini sağlamak.
  5. PYD/PKK’nın Amanos Dağları üzerinden Türkiye’ye yaptığı sızmaları önlemek.
  6. Terör örgütünün Akdeniz’e ve buradan dünyaya açılmasını engellemek.
  7. Fırat Kalkanı’nın güvenliğini ve devamını sağlamak.
  8. Tel Rıfat bölgesinin kontrolünü ele geçirerek sivillerin evlerine geri dönmesini sağlamak.
  9. ABD’nin terör örgütlerine desteğini önlemek.
  10. Türkiye’nin sınır illerinin güvenliğinin sağlanmasında ve Fırat Kalkanı’nın korunmasında Afrin kritik önemdedir.
  11. Terör örgütlerinin Afrin’de bulunması demek, Kilis ilinin tamamının ve Hatay ilinin büyük bir kısmının terör örgütlerinin ateş menziline girmesi demektir.
  12. Türkiye, Afrin ile Kobani’nin birleşmesini ‘Kürt koridoru’ projesinin en önemli ayağı olarak görüyor.[7]

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, BM Antlaşması’nda meşru müdafaa hakkı, iki devlet arasındaki bir çatışma kapsamında tanımlanmıştır. Ancak ABD’de meydana gelen 11 Eylül saldırıları, özellikle terör olayları kapsamında meşru müdafaanın daha geniş değerlendirilmesine neden olmuştur. ABD’ye yönelik 11 Eylül saldırıları ardından, BM Güvenlik Konseyi, 1368 ve 1373 sayılı kararlarında, bu saldırıların uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiğini ve ABD’nin bireysel ve müşterek meşru müdafaa hakkının bulunduğunu kabul etmiştir.[8] Bu durum, literatüre “önleyici meşru müdafaa” olarak geçmiştir. Türkiye’nin de, BM’ye gönderdiği mektupta 1373 sayılı karara atıfta bulunarak, kendisine karşı gerçekleşen terör saldırılarına karşı bireysel ve müşterek meşru müdafaa hakkı olduğunun vurgulaması, benzer şekilde harekâtın hukuksal gerekçesini belirlemiştir.

Meşru müdafaa hakkı kullanılırken dikkat edilmesi gereken ve uluslararası örf ve adet hukuku olarak kabul edilen ölçülülük, aciliyet ve orantılılık konusunda Türkiye’nin yapmış olduğu Afrin operasyonu nasıl değerlendirilebilir? Her ne kadar Türkiye, PYD terör örgütü tarafından uzun süredir belirli aralıklarla terör eylemleri ve saldırılara maruz kalsa da, bu durum günümüzün modern hukuk anlayışı içerisinde ve meşru müdafaa ilkesi kapsamında bu ülkenin sınırsız bir güç kullanma hakkına sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Silahlı saldırı altındaki devlet, saldırıyı durdurmak, bertaraf etmek ve saldırıda işgal edilen toprakları kurtarmak hakkına sahiptir. Bu anlamda, meşru müdafaa hakkı için uluslararası örf ve adet ilkeleri olarak; gereklilik, aciliyet ve orantılılık kriterleri belirlenmiştir. Bu kapsamda özellikle Fırat Kalkanı Operasyonu’nun devamı niteliğinde Zeytin Dalı Operasyonu karşılaştırılabilir. Adem Özer ve Fatma Taşdemir, “Kuvvet Kullanma Hukuku Açısından Fırat Kalkanı Operasyonu” konulu çalışmasında bu üç kriteri şu şekilde açıklamaktadır:  “Gereklilik, aciliyet ve orantılılık kriterleri, uluslararası örf ve adet hukukundan kaynaklanan koşullardır. Yalnızca uğranılan silahlı saldırıyı bertaraf etmeyi amaçlayan bu kriterlere uyulması, mukabil yanıtın cezalandırıcı zararla karşılığa dönüşmesini önlemektedir. Gereklilik kriteri çerçevesinde öncelikle barışçıl yollar tüketilmeli, son çare olarak güç kullanılmalıdır. Meşru müdafaa tedbiri ile silahlı saldırı arasında zamansal açıdan kopukluk olmamalıdır. Orantılılık kriteri çerçevesinde eylemler silahlı saldırının kaynağına yöneltilmelidir. Sivil zayiat önlenmeli, siviller ve sivil nesneler saldırının hedefi olmamalıdır.”[9]

Devamında Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’nu sınır güvenliğine, vatandaşlarının can ve mal güvenliğine dönük yapılan saldırılara karşı olduğu belirtilmiş ve 2013’ten bu yana devam eden bu saldırılar ile Türkiye’nin operasyonu arasında “zamansal” bir kopukluğun meydana gelmediği dile getirilmiştir. Yine operasyonun merkezinin hükümete karşı değil, bölgedeki terör unsurlarına karşı olduğunun belirtilmesi ve sivil unsurların zarar görmemesi için gerekli tedbirin alındığı açıklanması, orantılılık ilkesine dikkat edildiğinin altını çizmek içindir. Özer ve Taşdemir’in çalışmasında, Fırat Kalkanı Operasyonu çerçevesinde yer verdiği bu noktalar, Zeytin Dalı operasyonu için de birebir geçerlidir.

İç Hukuksal Boyutu

Harekât, yukarda da belirttiğimiz gibi, meşru müdafaa kapsamında, yabancı bir devletin topraklarında yani Suriye Arap Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen bir kuvvet kullanma eylemidir. İç hukuksal boyutunu belirleyen ana hukuki dayanak olan Anayasa’nın 92/1. maddesine göre[10], uluslararası hukukun meşru saydığı hallerde TSK’nın yabancı ülkelere gönderilmesine izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir (TBMM). Anayasa’ya göre; hükümetin TSK’yı yurtdışına gönderme konusunda karar alabilmesi için TBMM tarafından bir kararla yetkilendirilmesi gerekmektedir. Yine TBMM’nin 92. madde kapsamında, 23 Eylül 2017 tarihinde, bir yıl süreyle, hükümete Suriye ve Irak’ta gerekli görülmesi halinde sınır ötesi harekât gerçekleştirme yetkisi veren tezkere, harekâtın iç hukuksal dayanağını oluşturmaktadır. Son olarak, Milli Güvenlik Kurulu’nun 17 Ocak 2018 tarihinde aldığı; ABD’nin terörist örgütleri Türkiye’nin güvenliğini dikkate almadan silahlandırması, sınır güvenliği ve terör koridorunun oluşturulmasının engellenmesi ve kendi vatandaşları ile bölge halkanın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla gerekenin yapılmasına yönelik aldığı tavsiye kararı da diğer önemli bir iç hukuksal dayanaktır. [11]

Uluslararası Toplumun Operasyona Bakışı

ABD Dış İşleri Bakanı tarafından operasyonun üçüncü gününde yapılan açıklamada, bu operasyondan endişe duyulduğu belirtilmiştir. Beyaz Saray sözcüsü Sarah Sanders, Türkiye’nin güvenlik endişelerini ciddiye aldıklarını, ancak operasyonun kapsam ve süresinin kısıtlanması gerektiğini belirtmiştir. Birçok yabancı medya kuruluşu, bu açıklamadan sonra operasyonun ABD’ye rağmen yapıldığını yorumunu yapmıştır.[12]

Rusya ise, operasyonun başlamasıyla birlikte ilk yaptığı açıklamada, yapılan harekâtın durdurulması için BM’ye başvuracaklarını bildirmiştir. Bu durum, kimi analistler tarafından Rusya ile Türkiye arasında Afrin nedeniyle yeni bir kriz mi yaşanacak sorusunu akla getirmiştir.[13] Operasyonun ilerleyen günlerinde ise, Moskova’dan Türkiye’yi ABD’nin provoke ettiği  açıklaması gelmiştir.[14] Ayrıca YPG tarafından yapılan Rusya’nın operasyona göz yummakla Kürtlere ihanet ettiği suçlamasına, bir basın toplantısında Rusya Dış İşleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova şu cevabı vermiştir: “Bu çerçevede, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğü koşulların Rusya tarafından oluşturulmadığını belirtmek isteriz. Meşru Suriye Hükümeti’nin ülkenin büyük bölümünde kontrolü ele geçirmesinin engellenmesinden de Rusya sorumlu değildir.[15]

Suriye topraklarında gerçekleşen Türkiye’nin operasyonu Şam’da ise haliyle tepkiyle karşılandı. Her ne kadar, Şam, PYD’yi ABD tarafından yönlendirilen yasadışı bir grup olarak gördüğü ve son dönemde bu gruba karşı eleştirilerini arttırdığı halde, Türkiye’nin yaptığı operasyon Suriye’ye yönelik bir işgal girişimi olarak ilan edildi.[16] Operasyonun ilk günlerinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın halk milis güçlerinin Afrin’e gittiğini duyurması üzerine, bu gücün İran destekli mi olduğu ve Suriye’nin genel duruşu ile ilgili Deutsche Welle sitesine açıklamada bulunan Prof. Dr. Mustafa Aydın, demecinde şunları dile getirdi: “Anlaşıldığı kadarıyla bunlar doğrudan Suriye rejimine bağlı gruplar değiller. Halk güçleri denilen, aslında Irak’ta da oluşturulmuş olan Şii milisler olduğunu ben anlıyorum. O nedenle, Hizbullah ve İran bağlantısı daha önde görünüyor. Bunlar son aylarda İran tarafından o bölgede oluşturulmaya çalışılan bir yapılanma gibi gözüküyor. Ama net olan şu ki, Suriye yönetimiyle YPG arasında henüz net bir anlaşma da yok. Devlet düzeyinde (İran – Suriye)  bir anlaşma var mı, bilmiyoruz. Ama ben bunu sanmıyorum. Suriye yönetimi Türkiye’ye karşı bir şey yapamıyor, ama Türkiye’nin bu operasyonundan ciddi rahatsızlık duyuyor. Bu nedenle, Afrin’e giden her türlü güce de kontrol ettiği alanları açıyor. Yani hem İran destekli grupların güneyden kuzeye çıkmasına müsaade ediyor, hem de basında çıkan haberlere baktığımızda Fırat’ın doğusundan YPG’ye bağlı bir takım grupların Afrin’e gitmesine. Hareket sahası çok oynak ve kaygan olduğu için tüm aktörler birden fazla politikayı güdüyorlar aynı anda ve bir süreklilik aramamak lazım.”[17]

İran’ın başkenti Tahran’da bir basın toplantısı düzenleyen İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise, “Bu operasyonun yakın zamanda son bulmasını istiyoruz; çünkü bu operasyonlarda Türk kardeşlerimiz ölüyor. Öteki tarafta Kürtler ve diğer insanlar da ölüyor. Bu operasyon nafile.” demiştir. Ruhani, sözlerinin devamında, “Bir ülke başka bir ülkenin topraklarına, o ülkenin hükümeti ve halkı izin verdiği zaman girebilmeli. Bu, bizim prensibimiz. Biz eğer o ülke buna karşıysa doğru bir hareket olduğunu düşünmüyoruz.” diyerek operasyona karşı duruşlarını belli etmiştir.[18] Yeni Şafak gazetesinde çıkan “İran Afrin Operasyonu’ndan neden rahatsız?” başlıklı yazıda, İran Dış İşleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasimi’nin yaptığı açıklamalara yer verilmiştir. Kasimi’nin açıklaması, “İran, Afrin’deki gelişmeleri yakından ve endişe ile izlemektedir, ümit ederiz ki Türkiye-Suriye sınırındaki operasyon sona erer ve bölgedeki buhran biter. Afrin’deki kaos, Suriye kuzeyindeki tekfirci grupların dönüşüp tekrar güçlenmesini sağlayacaktır.” şeklinde olmuştur.  Yazının devamında, İran’ın Afrin operasyonuna yaklaşım tarzına ve özellikle Türkiye’nin bölgede kalıcı olmasından endişe edildiğine yer verilmiştir. [19]

Türkiye’den Aydınlık gazetesi ise, İsrail’deki hükümetin bu konuda uzun süre sessizliğini koruduğu ve yapılan taramalarda “Israel Rising” adlı düşünce kuruluşuna bağlı haber sitesinin harekâtı “NATO’nun sonu: Türkiye, Afrin’de ABD destekli Kürtleri bombalıyor.” başlığıyla verdiğini yazmıştır. Yine aynı haberde, İsrail ve PYD arasında zaman zaman gizli görüşmelerin yapıldığının vurgusu yapılmıştır.  İsrail’in önde gelen gazetelerinden Haaretz ise, Afrin Harekâtı’yla ilgili olarak Council On Foreign Relations’ın önemli isimlerinden Steven Cook’un, “Kürtler ihanete uğramış hissetmekte haklılar. Suriye’de onları ‘bizim çocuklar’ olarak adlandırdık; fakat şimdi saldırı altındalar ve ABD onlara gerçek bir çözüm öneremiyor.” değerlendirmesine yer vermiştir.[20]

Almanya, Fransa ve ABD merkezli birçok yabancı medya kuruluşunun yayınlarında, operasyonun “ABD’ye rağmen” yapıldığı vurgusu yapılmıştır.[21] Alman Federal Parlamentosu Bilimsel Hizmet Komisyonu, Zeytin Dalı Operasyonu ile ilgili hazırladığı 18 sayfalık raporda, meşru müdafaa hakkının oluşması için silahlı saldırıların tam anlamıyla nasıl oluştuğunu anlamadıklarını ve operasyonun jeostratejik çıkarlar için yapıldığı kanaatine vardıklarını belirtmektedirler. Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’ne teslim ettiği mektupta, bahsi geçen Afrin bölgesinden yapılan roket saldırılarının arttığı ifadesine karşılık olarak, operasyon başlamadan önce herhangi bir saldırının Türk ve uluslararası medya tarafından duyurulmadığının altı çizilmektedir.[22] Alman medyasına operasyon ile ilgili yansıyan diğer bir açıklama ise Heidelberg  Max-Planck-Institut’ta Yabancılar Hukuku ve Uluslararası Hukuk alanlarının direktörü Anna Peters tarafından FAZ.NET’e verilen söyleşide yer bulmuştur. Meşru müdafaa açısından yapılan operasyonun değerlendirilmesinin zor olacağını belirten Peters, ayrıca operasyonun 2016 yılında yapılan Fırat Kalkanı ile birebir kıyaslanamayacağını, çünkü bu operasyonun doğrudan DAEŞ’i hedef aldığını ve Türkiye’ye DAEŞ tarafından ciddi eylemlerin yapıldığının uluslararası kamuoyu tarafından bilindiğini ifade etmiştir. Diğer taraftan, Afrin operasyonunda hedef alınan ve bölgede özerk kantonlar oluşturarak fiili denetimi sağlayan PYD tarafından Türkiye’ye doğrudan bir saldırının gerçekleşmediği belirtilmiştir. Bu ifadelere karşılık olarak, Türkiye ise, iki sene içerisinde Afrin ve bölgesinden yaklaşık 700 taciz ateşi ve roketli saldırı meydana geldiğini kamuoyuna ilan etmiştir.[23] Diğer taraftan, “BBC Reality Check” ekibinin Türkiye’deki askeri ve basın kaynaklarından yapılan açıklamaları dikkate alarak yaptığı çalışmada, iki sene içerinde yapılan doğrudan saldırının 26’yı geçmediği ifade edilmiştir. BBC ekibi, bu sayılar arasındaki farkın nedenini resmi kaynaklara sorarak öğrenmeye çalışmış ve farklı girişimlerden sonra bir diplomatik kaynaktan sorusuna şu şekilde bir açıklama yapıldığını belirtmiştir: “700 sayısının yapılan taciz atışlarına ait olduğunu ve bunların da saldırılardan farklı olduğu”, “Sınırın diğer tarafındaki bir çatışma ya da saldırı sırasında, doğrudan Türkiye hedeflenmese de, Türkiye’de ‘yan etki’ olarak hissedilen olaylara taciz atışı dendiği, saldırıda ise Türkiye’nin doğrudan hedef gözetilerek vurulduğu”. Yine aynı kaynak, “700’den fazla taciz atışına ek olarak, 90’dan fazla da roketli saldırı gerçekleştiğini” vurgulamış ve araştırmanın devamında “verilen sayının kapsadığı alanı da genişleterek, yalnızca Türkiye’yi değil, İdlib’teki gözlem noktaları ile Azez ve Cerablus arasındaki Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesini de içerdiği” belirtilmiştir. [24]

Sonuç

Birleşmiş Milletler Antlaşması, temel olarak egemen devletler arasındaki çatışmayı konu aldığı için, devlet dışı aktörlerden gelecek bir saldırı konusunda yoruma açık olduğu halen tartışılmaktadır. Her ne kadar kimi çalışmalarda Türkiye’nin sınırlarını ve bekasını korumak için gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı ve devamı niteliğindeki Zeytin Dalı operasyonlarında uluslararası hukuk açısından meşruiyetini tartışmanın “zorlama” bir çaba gibi düşünüleceği vurgulansa da, buradaki önemli noktanın gelecekte bir sıkıntı yaşanmaması ve hala inşa ve gelişim sürecinde olan uluslararası hukuka pratik anlamda olumlu bir katkı yapma imkanını dikkate almak gerektiği göz ardı edilmemelidir.

Çalışmamızda yer verdiğimiz görüşlerde belirtildiği gibi, merkezinde DAEŞ’i hedef alan Fırat Kalkanı ile PKK terör örgütü ile organik bağına vurgu yapılan ve Türkiye’ye birçok kez roket saldırısı ve taciz ateşleriyle sorun yaratan PYD/YPG terör örgütüne yönelik Zeytin Dalı operasyonu, uluslararası kamuoyunda farklı algılanmaktadır. Bu durumun temel sebepleri; YPG’nin DAEŞ’e karşı desteklenmesi, uzun vadede bölgedeki seküler bir güç olarak makbul görülmesi ve planlanan Kürt Koridoru’nun İsrail’in güvenliğini sağlamak ve uzun vadede Türkiye’nin toprakları içerisindeki yapısal sorunları tetiklemek için kullanılmasının mantıklı görülmesidir.

Meşru müdafaa hakkı ve bu bağlamda “orantılılık” ilkesi kapsamında tartışma yaratacak konulardan birisi ise, TSK’nın operasyon tamamlanmasına rağmen halen Suriye topraklarında kalmaya devam ediyor olmasıdır. Bu durum, orantılılık ilkesinin ihlali olarak değerlendirilebilir. Bu noktada, dünyada büyük güçlerin hukuki kılıf bularak gerçekleştirdikleri birçok askeri operasyona kıyasla, Türkiye’nin gerçekleştirmiş olduğu Afrin Operasyonu (Zeytin Dalı) ve aynı şekilde Fırat Kalkanı operasyonlarının uluslararası hukuk ve insancıl hukuk ilkelerine uygunluğu konusunda aşırı titiz davranıldığını samimiyetle belirtmek gerekir. Ancak bu durum, konu özellikle Kürt meselesi kapsamında değerlendirildiğinde, olayın hukuki meşruluğunun ötesinde, çatışmanın terör boyutunu ortadan kaldırıp nasıl dönüştüreceği ve nasıl şiddetten arındıracağı üzerine daha fazla odaklanmak gerektiğinin altını çizmek gerekir.

 

Eser ALPKAYA

 

 

[1] “Demokratik Birlik Partisi (Partiya Yekîtiya Demokrat-PYD), 2003 yılında PKK’nın Suriye kolu olarak kurulmuştur. 2011 sonrası dönemde Suriye’nin kuzeyinde faaliyet gösteren en önemli aktörlerden birisi haline gelen örgüt, 2003 yılında kurulmuş olsa da, geçmişi, PKK’nın Suriye’de faaliyetlerine başladığı 1980’lerin ilk yıllarına kadar uzanmaktadır. Halk Koruma Birlikleri (Yekîneyên Parastina Gel-YPG) ise PYD’nin silahlı kanadını oluşturmaktadır. PKK ve PYD’nin birbirinden bağımsız örgütler olduğu ileri sürülmektedir.” (Turkishnews.com)

[2] http://www.hukukihaber.net/afrin-harekatinin-hukuki-dayanagi-makale,5663.html.

[3] https://undocs.org/en/S/2018/53.

[4] http://www.ilimvemedeniyet.com/zeytin-dali-harekatinin-hukuki-mesrulugu-uzerine.html.

[5] https://undocs.org/en/S/2018/53.

[6] http://www.tsk.tr/BasinFaaliyetleri/BA_47.

[7] https://www.facebook.com/BasbakanlikKD.

[8] http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2018-134-1749.

[9] Fatma Taşdemir & Adem Özer (2017), “Kuvvet Kullanma Hukuku açısından Fırat Kalkanı Operasyonu”, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/307200.

[10] MADDE 92 – Milletlerarası hukukun meşrû saydığı hallerde savaş hali ilânına ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması.

[11] http://merkezstrateji.com/assets/media/1801-20-26-oca-zeytin-dali-durap_1.pdf.

[12] https://www.ntv.com.tr/dunya/afrin-harekati-icin-hangi-ulke-ne-dedi,zvmr0akahUSwLDlWxaHHUQ.

[13] http://www.yenicaggazetesi.com.tr/rusyadan-afrin-operasyonuna-tepki-182287h.htm.

[14] https://tr.sputniknews.com/rusya/201803011032449026-rusya-turkiye-afrin-suriye/.

[15] https://odatv.com/rusyadan-zehir-zemberek-zeytin-dali-aciklamasi-3101181200.html.

[16] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42783696.

[17] http://www.dw.com/tr/suriye-satrancında-afrin-hamlesi/a-42700626.

[18] http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42959710.

[19] https://www.yeniakit.com.tr/haber/iran-neden-afrinden-rahatsiz-oluyor-422925.html.

[20] https://www.aydinlik.com.tr/israil-afrin-harekati-na-neden-sessiz-ozgurluk-meydani-ocak-2018.

[21] https://www.ahaber.com.tr/gundem/2018/01/23/afrin-operasyonu-icin-hangi-ulke-ne-dedi?paging=6.

[22] https://www.zeit.de/politik/ausland/2018-03/militaeroffensive-afrin-tuerkei-bundestag-voelkerrecht.

[23] http://www.milliyet.com.tr/afrin-den-700-saldiri-yapildi-gundem-2596637/.

[24] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43469338.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.