“Bismillahirrahmanirrahim. Bu vesileyle Müslümanlara duyurulur: Herhangi bir isim altında Baas Partisi’ne katılmak haramdır ve herhangi bir şekilde bu partiyle işbirliğine girmek, hem zalim ve kâfire yardımcı olmaktır ve hem de İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıktır.” – Muhammet Bakır Es Sadr[1]
Osmanlı egemenliğinin sona erdiği 1917 tarihinden sonra Irak topraklarına hakim olan İngilizler, yeni Irak Krallığı’nı kurarken iç dinamikleri dikkate almak yerine Irak halkına ve topraklarına uzak bir kültürden gelen Haşimi ailesini Bağdat’ta işbaşına getirdiler. Öyle ki; Şerif Hüseyin bin Ali’nin üçüncü oğlu Şerif Faysal bin Hüseyin, İngiliz-Fransız geriliminden nasibini almış ve Suriye Krallığı macerası çok sürmeden sona ererek Irak Kralı ilan edilmişti.
Şerif Faysal bin Hüseyin ile başlayan bağımsız Irak topraklarındaki Sünni yönetim, Krallığın Cumhuriyet’e dönüşmesi sonrası da devam etti ve 2003 yılındaki ABD işgaline dek sürdü. Sünni Saddam Hüseyin yönetiminin işgal ile birlikte sonra ermesi neticesinde Irak’ta nasıl bir yönetim kurulacağı tartışılırken, şüphesiz yeni yönetimde en çok yer alma talebi Şii gruplardan geldi. Zira ülkenin yarısından fazlasının Şii olduğu ülkede, ilk kez, yönetim Sünni azınlığın elinden Şiilere geçebilecek bir manzaraya ulaşmıştı.
Muhammet Bakır Es Sadr
Sünni yönetimler zamanında Şiilerin tamamen etkisiz olduğu ya da baskı altında olduğu söylemi aslında tam olarak gerçeği yansıtmamakla birlikte, ciddi bir baskı altında oldukları ve dini ve siyasi açıdan rahat hareket edemedikleri bilinmektedir. Özelikle Saddam Hüseyin döneminde, İran İslam Devrimi sonrası yaşanan hareketlenmede Necef şehrinde mukim Şii liderlerin ciddi baskı gördüğü ve çoğunun bu dönemde hapis yattığı hatırlanmaktadır. Bu dönemin önemli simalarından olan ve Sadr ailesinin lideri olan Muhammet Bakır Es Sadr’ın 1980 yılında Saddam Hüseyin’in zindanlarında aile üyelerinin çoğu ile birlikte işkence edilerek öldürülmesi, başta Sadr ailesi olmak üzere tüm Şii toplumu üzerinde ciddi etkiler yarattı. İran devrim lideri Ayetullah Humeyni’nin ifadesi ile “İslam aleminin düşünen beyni”[2] olan Sadr, düşünceleri ve söylevleri ile Bağdat rejiminin her zaman takibinde olmuştu.
İran-Irak Savaşı döneminde yine takip altında tutulan Şii toplumu, bu dönemde onlarca Şii liderin tutuklanması ve yine zindanlarda işkence görmesine ve ölümüne şahitlik etti. İran karşıtı bir duruş sergileyen bir Şii toplumu kurmayı amaçlayan Bağdat yönetimi ve Saddam Hüseyin, kimi grupları etki altına alsa da, yine de Şii toplumuna diz çöktüremedi. İlk zamanlarda etki altına almayı başardığı Sadr ailesinin lideri Muhammet Sadık Es Sadr’ın ilerleyen zamanda özellikle Necef ve Kerbela’da rejim aleyhine etkili söylevlerde bulunması tüm dikkatlerin üzerinde toplanmasına neden oldu. Bir felaket habercisi olan bu durum, Muhammet Sadık Es Sadr’ın 1999 yılında iki oğlu ile aracında katledilmesi ile sonuçlandı ve Irak Şii toplumunun en etkili ailelerinden Sadr ailesi aynı anda hem liderini, hem de yerine geçmesi muhtemel iki oğlunu (Mustafa Es Sadr ve Muammal Es Sadr) kaybetti.
Mukteda Es Sadr
Ailenin en küçük çocuğu olan Mukteda Es Sadr, gerek yaşı, gerek henüz dini eğitimini tamamlamamış olması ve fetva yetkisinin bulunmaması, gerekse özel sağlık gerekçeleri ile etkili bir lider adayı olarak görünmese de, bir anda babası ve iki ağabeyinin ölümü onu meşru lider haline getirmişti. Baba Sadık Es Sadr’ın yakın talebelerinden bazıları Mukteda’nın yaşının gençliğinden tutun, dini bir kimlik kazanmamış olmasına, etkili bir lider profili çizememesinden tutunda insanlarla sosyal ilişkilerinin zayıf oluşuna kadar pek çok gerekçe göstererek Sadr ailesi ve çevresinden ayrılıp kendi gruplarını kurmuşlardı.
Muhammed Sadık Es Sadr
Nesiller boyu Irak’ta ve Irak siyasetinde etkin ve köklü bir aile olan Sadr ailesinin Irak siyasetinde ve özellikle Irak Şii toplumunda belirgin bir yeri vardır. Öyle ki;
- Çoğu Şii grup İran ile yakın ilişki geliştirirken ve İran’la siyasi ve ticari bağı bulunurken, Sadr ailesi bu durumdan özellikle kaçınmıştır.
- Şii toplumunda büyük yankı uyandıran İran İslam Devrimi ve lideri Ayetullah Humeyni’ye saygı duyduğunu açıkça belirtseler de, Humeyni’nin doktrini olan velayet-i fakih ilkesini benimsememişlerdir.
- Sadr ailesinin en önemli özelliklerinden birisi de, Irak milliyetçiliği anlayışına sahip olmalarıdır. Gerek Muhammed Bakır Es Sadr, gerek Muhammet Sadık Es Sadr, gerekse (şu anki lider) Mukteda Es Sadr’ın en önemli özellikleri, bağımsız ve milli bir Irak kavramını tanımaları ve bu yönde siyasi faaliyet göstermeleridir.
- Geçmişte Saddam dönemine, işgal döneminde ABD’ye ve bugün de çevre ülkelere sırtını dayamaması ve tüm bu unsurlara karşı çıkması da bundan ileri gelmektedir.
Sadr ailesinin şu anki lideri Mukteda Es Sadr’ın özellikle başkent Bağdat’ta “Sadr City” olarak adlandırılan bölgedeki etkinliği de göz önüne alındığında, Irak açısından önemi bir kat daha anlaşılır hale gelmektedir. Silahlı milis gücü olan Mehdi Ordusu’na da sahip olması sebebiyle diğer silahlı gruplar ya da terörist akımlarla mücadele gücü de bulunan Sadr, bu kozunu kullanmaktan da çekinmemektedir. Mehdi Ordusu’nu yeri geldiğinde çok şiddetli çarpışmalarda kullanmaktan çekinmemesi sebebiyle ABD ile arası açılan Sadr, diğer Şii grupların Güney Irak’ta etkinliğini artırmasını da gerekçe göstererek bir süreliğine ailece hasımları olan daha doğrusu bir türlü müttefik olamadıkları İran’a geçti. 2006’dan itibaren Mehdi Ordusu’na silah yardımında bulunduğu iddia edilen İran, böylece Sadr Hareketi üzerindeki etkisini artırmış oldu. Bu tarihten sonra Mukteda es-Sadr’ın söylemlerinde değişiklikler görüldüğü gibi, daha önceleri sade bir hayat sürerken bu tarihten sonra lüks bir hayat sürmesi de kamuoyuna yansıdı. Sadr Hareketi içindeki bazı isimler bu değişikliği kınayarak, Mukteda es-Sadr’a babasının fakir olarak yaşadığını hatırlatarak hareketten ayrıldı. Ağustos 2007’de Kerbela’da İran’la iyi ilişkilere sahip Bedir Tugayları ve Mehdi Ordusu arasında kanlı çarpışmaların yaşanması üzerine, Mukteda es-Sadr, İran’dan Mehdi Ordusu’nun faaliyetlerini askıya almasını istedi. İran’ın da baskısıyla Mehdi Ordusu 6 aylığına faaliyetlerini dondurma kararı aldı. Bu karar, Sadr Hareketi içinde Mukteda karşıtı muhalefeti daha da arttırdı.[3]
İlerleyen zaman zarfında Dava Partisi’nin etkinliğini iyice artırması ve Nuri El Maliki’nin Başbakanlıkta ciddi bir başarı göstermesi Sadr’ı bir süreliğine marjinalleştirse de, yine de etkisini kıramamıştı. Ertelenen genel seçimlerin en son 2018 yılı 12 Mayıs’ında yapılması kararlaştırılınca, şüphesiz gözler Mukteda Es Sadr’a ve seçimlere girecek grubuna çevrildi. Özellikle Dava Partisi’nin eski Başbakanlar Haydar El İbadi, İyad Allavi ve grupları arasında ayrışması, yolsuzluk iddialarına karşı Sadr’ın daha etkili bir mücadele izleyeceğini öne sürmesi ve yine Irak milliyetçiliği daha doğrusu ulusalcılığı üzerinden propaganda yapması Sadr’ın öncülüğündeki Sairun hareketinin seçimleri birinci tamamlamasını sağladı.
Seçimleri birinci olarak tamamlamasına rağmen tek başına iktidar kuramayan Mukteda Es Sadr’ın koalisyon için diğer grupların kapısını çalması beklenirken, sırf Sadr iktidara gelmesin diye Sairun hareketi olmaksızın diğer gruplar arasında bir koalisyon kurma fikri de ülkede şu sıralar dillendirilmektedir. Burada iki önemli nokta vardır; ilki Mukteda Es Sadr’ın her ne kadar seçimleri birinci tamamlasa da, kendisi aday olmadığı için Başbakan olma şansının bulunmamasıdır. Diğeri ise, her ne kadar seçimleri üçüncü bitirse de, Haydar El İbadi’nin özellikle Musul harekatını başarılı bir şekilde yürütmesi sebebiyle halen gözde bir Başbakan bir adayı olmasıdır.
Sadr’ın nasıl bir koalisyon konusunda anlaşma sağlayacağı önümüzdeki günlerde şekillenecek olmakla birlikte, Sadr ailesinin üçüncü nesil lideri Mukteda Es Sadr’ın artık Irak siyasetinde önde gelen figürlerden biri olduğu reddedilemez bir gerçektir. Kişiliğine dönük eleştiriler devam etse de, 12 Mayıs seçimlerini birinci sırada tamamlayan Sadr hareketi, Irak siyasetinde ve toplumunda etkisini uzun yıllar sürdürecek şekilde arttırmış ve kendisini ispat etmiştir. Bölge ülkelerine birer birer ziyaret gerçekleştirmeye başlaması da, artık Mukteda Es Sadr’ın bu kimliği benimsediğini ve kullanacağını göstermektedir.
Mevcut Başbakan Haydar El İbadi’yi şartlarını kabul etmesi karşılığında yeniden Başbakanlık koltuğuna oturtacağını ilan etmesi de, artık Irakta uzlaşma kültürünün yerleşeceği ve sorunlarla mücadele de yeni bir ivme yaratacağı duygusunu hareketlendirdi. Irak genel seçimlerini Sadr hareketinin kazanması ve Sadr ailesinin resmi ikametgahının Irak’ın ve Şiiliğin en kutsal kenti olan Necef olması, artık çoğu kararın başkent Bağdat’tan değil, Necef’ten alınacağını göstermektedir. Diğer bir deyişle, Necef’in tamam demediğine artık Bağdat’ın tamam demesi pek mümkün görünmemektedir.
Ali İzzet KEÇECİ
[1] http://www.islamianaliz.com/haber/islam-aleminin-dusunen-beyni-muhammed-bakir-es-sadr-biyografi-3346.
[2] http://www.islamianaliz.com/haber/islam-aleminin-dusunen-beyni-muhammed-bakir-es-sadr-biyografi-3346.