Ortadoğu denince şüphesiz akla gelen ilk ülkelerden birisi de Suudi Arabistan Krallığı’dır. Arap isyanının başladığı topraklarda kurulan ve Müslümanlar için önemli şehirleri içeren Hicaz bölgesine de hâkim olan Suudi Arabistan, sahip olduğu petrol yatakları ile de stratejik önemini arttırmaktadır. Suudi Arabistan sadece bu özellikleriyle değil, bir yanda Kızıldeniz, diğer yanda Pers Körfezi’ne olan kıyıları ile de jeostratejik bir öneme sahiptir. 1932 yılında şimdiki adını alan Krallık, önce kurucu Kral Abdülaziz Al Suud tarafından yönetildi ve ölümü sonrası oğulları sırasıyla Kral oldu. 1982 yılında mevcut Kral Halid bin Abdülaziz’in ölümü ile tahta çıkan Veliaht Prens Fahd bin Abdülaziz, gerek tahta çıktığında bölgede ve dünyada var olan gelişmeler, gerek tahtta kaldığı 23 yıl boyunca yönetimde sergilediği anlayış, gerekse de ardında bıraktığı siyasi ve maddi mirası ile diğer Krallardan farklı bir şekilde anılmaktadır.
Tahta çıkmadan hemen önce ağabeyi Kral Halid döneminde yaşanan İran İslam Devrimi, Afganistan’ın SSCB tarafından işgali ve İran-Irak Savaşı’nın başlangıcına şahit olan Kral Fahd, tahta çıktığında en şiddetli günlerini yaşayan İran-Irak Savaşı nedeniyle bölgede var olan gerilimi yönetiminin ilk günlerinden itibaren hissetti. Öncelikle ülkesini bir aşiret devletinden bir dünya devletine dönüştürme arzusunu dile getiren yeni Kral, ekonomi ve siyaset aktörlerinde bir dizi değişikliğe gitti; ancak bu değişiklik halen öz ve üvey pek çok kardeş ve ağabeyinin hayatta olması ve siyaset ve ekonomide etkili olmaları sebebiyle sınırlı oldu. Yine kendi döneminde yaşanan ve “1987 Hac Faciası” olarak bilenen olayda tepkileri üzerine çekse de, olayı İran provokasyonu olarak ilan edip işin içinden çıkması, tepkileri kendi üzerinden çekti.[1] İlerleyen yıllarda daha önceki Suud Krallarının kullandığı Melik/Majesteleri unvanı yerine “Hadim-ül Haremeyn Eş-Şerifeyn” (İki haremin yani Mekke ve Medine’nin hizmetkarı) unvanını kullanarak İslam dünyasında bir prestij elde etmeye çalıştı.[2]
İlerleyen yıllarda önce İran-Irak Savaşı’nın sona ermesi, akabinde ise SSCB’nin ağır ağır dağılma sinyalleri vermesi ile başlayan Ortadoğu’da yeni dönemr, Irak’ın tarihsel toprakları olarak adlandırdığı Kuveyt’i 2 Ağustos 1990 tarihinde işgal etmesiyle kapı açıldı. İran ile savaşan Irak’a destek olmayıp bir nevi tarafsızlık ve yansızlık politikası güden ve doğrudan açık kart ortaya koymayan Kral Fahd, bu yeni dönemde açıkça ABD’nin yanında yer aldı. Böylelikle, Irak’ın önce Kuveyt’ten çıkarılmasına ve daha sonra da Körfez Savaşı olarak adlandırdığımız savaşta teslim olmasına yol açacak olaylar zincirinde ana aktörlerden birisi oldu. ABD’nin Suud topraklarında üs kurmasından, Amerikan askerlerinin yine kendi topraklarına ayak basmasına kadar pek çok konuda imtiyaz tanıyan Fahd bin Abdülaziz, bu dönemde zor kararlar vermek durumunda kaldı ve tarafını ABD ile müttefik olarak belli etti. Bu durum, tabii olarak bazı negatif sonuçları da beraberinde getirdi; başta ülkede bulunan fundamentalist (aşırı dinci-köktendinci) akımların güçlenmesi olmak üzere, Suud kökenli unsurların (Usama bin Ladin ve benzerleri) tüm dünyada ABD karşıtlığı olarak başlattığı propagandanın giderek terörist faaliyete dönüşmesi oldu. Öyle ki, Kral Fahd’ın ABD ye olan desteği kendi halkından dahi tepki görmesine neden oldu.
Kral Fahd bin Abdülaziz’in görevinde aktif bir rol oynadığı yıllarda yaşanan Bosna Savaşı ve Çeçenistan Savaşı’nda da kamuoyu kanalları ile olaylara müdahale etme istediğini ortaya koyması dikkatle takip edildi. İlerleyen yıllarda, bölgede var olan gelişmelerin hız kesmeden devam ettiği günlerde yaşanan 11 Eylül faciası ise, artık bölgede hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına işaret ediyordu. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD de yaşanan terör eylemleri, akabinde ABD’nin Afganistan’ı işgali ile sonuçlandı. Bu dönemde de tahtta bulunan Kral Fahd, bölgede önemli bir aktör olma özelliğini gösteren bir ülkenin Kralı olma unvanını korudu. ABD’nin Afganistan işgali tam bir neticeye ulaşmadan başlayan Irak’ın ABD ve müttefikleri tarafından işgali ya da diğer adıyla İkinci Körfez Savaşı, suyu sıcak akan Pers Körfezi’ni iyice ısıttı. 20 Mart 2003 gecesi Bağdat’ın bombalanması ile başlayan işgal, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi ile neticelendi. Ortadoğu’da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı…
Zorlu bir dönemde tahta oturan Fahd bin Abdülaziz, ilerleyen yıllarda da hız kesmeden devam eden olaylar zinciri içerisinde buldu kendisini. 1995 yılında yaşadığı rahatsızlık nedeniyle geçirdiği felç kendisini bir süre yönetimden uzak tutsa da, yine de ölümüne kadar aktif siyasetin içerisinde yer aldı. Felç geçirdiği 1995 yılından ölüm tarihi olan 2005 tarihine kadar yurtdışı gezi ve ziyaretlerine daha aktif olarak Veliaht Prens Abdullah bin Abdülaziz giderken, Kral Fahd başkent Riyad’da resmi temaslarına devam etti.
Ortadoğu’nun ve dünyanın şeklini ve seyrini değiştiren yıllarda, Suudi Arabistan gibi siyasi ve ekonomik etkileri tartışılmaz bir ülkede Kral koltuğunda oturan Fahd bin Abdülaziz, bu görevi tam 23 yıl boyunca sürdürerek en uzun süre tahtta kalan Suudi Kralı olma özelliğini kazandı. Ardınca yüklü bir servet ve resmi makamlarda görev yapan 6 oğul bırakan Kral Fahd, Lübnan İç Savaşı, İran-Irak Savaşı, Körfez Savaşı, 11 Eylül faciası, ABD’nin Afganistan’ı işgali, ABD’nin Irak’ı işgali ve daha nice önemli olaya tanıklık eden bir dönemde görev yaptı.
Zor günlerde zor karar almak zorunda kalması nedeniyle kendisini “Zor günlerin Kralı” olarak adlandırdığım Fahd bin Abdülaziz, Krallığın kurucusu ve babası olan Kral Abdülaziz’in öldükten sonra ardında kalan 37 oğlundan biri ve tahta çıkan 4. oğluydu. Ayrıca Kral Fahd, “Sudairi Yedilisi” olarak bilinen ve Kral Abdülaziz’in en sevdiği eşi olarak nitelendirilen Hassa bint Sudairi’nin 7 oğlundan biriydi. Gerek zaman zaman uyguladığı tarafsız politikaları, gerekse de genelde benimsediği ABD ve müttefikleri yanında yer alan politikalarının sonuçları itibariyle bugün dahi Ortadoğu ve Suudi Arabistan’da tartışılan Kral Fahd bin Abdülaziz, ilerleyen rahatsızlığı nedeniyle 1 Ağustos 2005 tarihinde saltanatının 23. senesinde başkent Riyad’da vefat etti.
Ölümü sonrası, ülkenin tüm dış temaslarını on yıldır sürdüren yarı kardeşi ve Veliaht Prens olan Abdullah bin Abdülaziz tahta çıktı ve Suudi Arabistan başta iç siyaseti olmak üzere tüm dünyada iz bırakan Kral, kimilerine göre 82, kimilerine göre ise 84 yaşında veda etti.
Ali İzzet KEÇECİ
[1] Söz konusu olay 1987 yılındaki Hac ziyareti sırasında yaşanmıştır. 1985’ten itibaren Humeyni’nin desteğini alan Şiiler, Hac ziyaretleri sırasında İsrail ve ABD’yi protesto eden gösteri yürüyüşleri düzenlemekteydi. Suudi Arabistan yönetimi yaşananlardan pek memnun olmasa da, bu olaylara müdahale etmemekteydi. Ancak 1987’deki gösteriler sırasında Suudi güvenlik kuvvetleriyle İranlı hacılar arasında koordinasyon sağlanamamış ve 402 hacı adayı öldürülmüştür. İki devlet karşılıklı olarak birbirlerini suçlamış ve gerilimi yükseltmişlerdir. Suudi Arabistan yönetimi 1988 yılında İran’la diplomatik ilişkilerini kesmiş ve elçiliğini kapatmıştır. Ayrıca hac yapmak isteyen İranlılara da vize vermeme kararı almıştır.
[2] Ertan Efegil, “Suudi Arabistan’ın Dış Politikasını Şekillendiren Faktörler”, Ortadoğu Analiz, Mayıs 2013, Cilt 5, Sayı: 53, s. 113.
One Comment »