“Sovyetler Birliği’nin şayet Prens Suud bin Faysal gibi bir adamı olsaydı parçalanmazdı.” – Mıhail Gorbaçov[1]
Uluslararası İlişkiler ve dış politikanın yürütülmesinde ülkelerin en önemli isimleri hiç şüphesiz Dışişleri Bakanlarıdır. Hariciye kültüründen gelen ve uluslararası konjonktüre hakim olan kimi Dışişleri Bakanlarının stratejik dehaları ve başarıları aradan yıllar geçse de okunmakta ve anlatılmaktadır. ABD Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger örneğinde olduğu gibi, hariciyeyi bir kültür olarak kabul eden ve yaşayan kişilerin bu kültüre katkısı da yıllarca etkisini sürdürmektedir. Suudi Arabistan Krallığı’nda 40 yıl süreyle en uzun süre (bu dünyada da en süredir) Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan Prens Suud bin Faysal bin Abdülaziz de, şüphesiz, bu iz bırakan Dışişleri Bakanları arasında yer almaktadır. Babası Kral Faysal bin Abdülaziz’in yeğeni tarafından öldürülmesinden[2] sonra tahta geçen (amcası) Kral Halid bin Abdülaziz tarafından Dışişleri Bakanlığına atanan Prens Suud bin Faysal, 1975 tarihinde başladığı bu görevi 2015 yılına kadar sürdürmüş ve Soğuk Savaş döneminde başladığı diplomatik macerası, Ortadoğu’da Suriye krizinin görüşmelerine değin devam etmiştir. Suud bin Faysal, babası Faysal bin Abdülaziz’in gözetiminde aldığı ilk eğitimleri ve akabinde başta Princeton Üniversitesi’nde ekonomi eğitimi olmak üzere, diplomasi ve dünya siyaseti konusunda edindiği tecrübesi ile donanımlı bir şekilde işbaşına gelmişti. Öyle ki; babası Kral Faysal’ın önceki görevinin Dışişleri Bakanlığı olması da yine Suud bin Faysal’ın küçüklükten itibaren bu işi kavramasını sağlamıştı.
Petrol krizi sırasında büyük bir özveri gösteren ve yerine göre Batı’ya kafa tutmayı başaran Kral Faysal’ın bir suikast sonucu ani ölümü, bu tarihten sonra Suudi hanedanının Ortadoğu ve dış politika konusunda daha dikkatli davranmasına neden oldu; daha sonra göreve gelen Krallar, Batı ile ve özellikle ABD ile gerilim politikasından hep uzak durdular. Dışişleri Bakanı Suud bin Faysal ise, babasının başlattığı Ortadoğu’da oyun kurucu ve Arap dünyasında lider olan Suudi Arabistan fikrini devam ettirme kararlığı ile diplomatik temaslarında daima bu fikri benimsediğini hissettirdi. Döneminde görev yaptığı Kralların[3] dış politikaya dönük arka kapısı olan Suud bin Faysal, İran İslam Devrimi’nden Soğuk Savaş’ın sonlanmasına, İran-Irak Savaşı’ndan Körfez Savaşı’na, 11 Eylül’den Arap Baharı’na kadar daha nice önemli gelişmede Suudi Arabistan Krallığı’nı temsil etmiş ve savunmuştur. Öyle ki; 11 Eylül’ün failleri olarak ortaya çıkan kişilerin çoğunun Suudi vatandaşı olması da yine o dönemde Suud bin Faysal’ın diplomatik temasları ve ABD nezdinde yaptığı görüşmeler neticesinde aydınlanmış ve bir nevi Suudi Arabistan’ın imajını kurtarmıştır.[4] Birleşmiş Milletler’de yapılan görüşme ve konuşmalarda yine ülkesinin dışa dönük yüzü hep Suud bin Faysal olmuştur.
Suud bin Faysal’ın 40 yıl boyunca hariciyede neler yaptığını anlamak için, o dönem Suudi dış politikasının temel etmenlerine eğilmekte ve nelere önem verildiğini görmekte yarar bulunmaktadır. Öyle ki, Suudi dış politikasının o dönemdeki en temel dinamiği; Ortadoğu’da Arap ve İslam birliğinin öncüsü olmaktır. Nitekim (babası) Kral Faysal döneminde temelleri atılan İslam Konferansı Örgütü[5], bu yolda önemli başarılar sağlamış ve genel merkezi Cidde’de bulunan bu örgüt sayesinde Suudi yönetimi bir çekim merkezi haline gelmiştir. Bunun yanında, bir Arap liderliği tanımı da vardır ki, bu bilinen ya da anlaşılan Arap milliyetçiliğinin[6] dışında daha dini temelleri olan ve kabile bağlarına dayanan bir milliyetçilik anlayışıdır. Peki acaba Suudi Arabistan’ın bu yönde bir politika ile başarı kazanması mümkün olmuş mudur? Suud bin Faysal’ın Dışişleri Bakanlığı yaptığı 40 yıl boyunca bazı başarılar sağlandığı söylenebilir; hatta ilerleyen zaman zarfında yine Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan “Körfez İşbirliği Teşkilatı” da bölgede bir çekim merkezi olma iddiasının bir göstergesidir.
Suudi dış politikasının bir diğer önemli adımı da, mevcut rejimi devam ettirebilmek yani statükoyu korumaktır. Suudi hanedanın bu topraklarda yönetime devam edebilmesi için yapılan uğraş ve harcamanın rakamsal bir hesabı yapılamamaktadır. Bu noktada Suud bin Faysal’ın hariciye anlayışı, ne babası Kral Faysal dönemindeki kadar radikal[7], ne de ondan önce tahtta bulunan Kral Suud bin Abdülaziz’in[8] gibi teslimiyetçiydi. Suud bin Faysal, bir nevi kendine has özellikleri ile bir ince yol çizip uygulamıştır. Tabii olarak ülkenin tek söz sahibi ya da dış politikada tek oyun kurucusu değildi; tahtta bulunan Kral ve Danışma Meclisi’nin de önemli telkin ve uygulamaları bulunmaktaydı. Suudi hanedanını korumak ve devamını sağlamak üzere şekillenen bir dış politikada, şüphesiz, Dışişlerinin göze görünür bir ağırlığı bulunmaktaydı. Nitekim İran-Irak Savaşı’nda Irak’tan yana saf tutup, Körfez Savaşı’nda ise Irak’a karşı bir mücadele sergilemedeki amaç sadece ABD ile aynı safta yer alma güdüsü olmayıp, iktidarı ve Suud hanedanını koruma güdüsü ile de yapılmıştır. Ayrıca Suud hanedanını korumak ve devamını sağlamak için geçmişte ve yine bugün Yemen’e müdahale etmek de bir dış politika taktiğidir, Bahreyn’de Arap Baharı sürecinde ortaya çıkan ayaklanmayı bastırmak da…
Hariciye 40 yıl gibi uzun bir süreyi geçiren Suud bin Faysal, babası ve aynı zamanda Suudi Arabistan tarihinin gördüğü en bağımsız karakter olan Kral Faysal bin Abdülaziz’in oğlu olmanın gölgesinde kalmayıp, kendine has bir kimlik kazanmış ve gerek İslam dünyasında, gerekse de Arap coğrafyasında her türlü sıkıntı ve sorunda görüşüne ya da arabuluculuğuna ilk başvurulan isimlerden biri olmuştur. Nitekim Lübnan Krizi’nden tutun da Körfez Savaşı sonrası Kuveyt’in imarına kadar pek çok noktada akil isim Suud bin Faysal’dır. Filistin politikası konusunda babası Kral Faysal bin Abdülaziz kadar etkili olmadığı aşikar olmakla birlikte, dönemin konjonktürü ve Batılı devletlerin baskıları nedeniyle açık bir fikir ya da politika uygulamaması da anlaşılır görünmekteydi. Zira daha önce de izah ettiğimiz üzere, dış politikada her ne kadar etkili bir isim olsa da, tek söz sahibi değildi. Körfez sermayesinin kalbi durumunda olan Suud petrollerinin satışı ve elde edilen gelirin ciddi oranda silah ve savunma sanayii yatırımlarına harcanması, babası Kral Faysal’ı rahatsız ettiği gibi Suud bin Faysal’ı da rahatsız etmiş ve Faysal, eğitim ve kültür kalkınması ile ülkesinin daha ileri bir seviyeye ulaşacağını açık bir dille belirtmiştir. Hariciye ve diplomasi kültürünü başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyaya başarılı bir şekilde yansıtan Suud bin Faysal, görev yaptığı döneminde mevkidaşı olan ABD’li Dışişleri Bakanları ve ABD Başkanları ile de koordineli çalışmayı başarabilmiştir. Petrol sevkiyatı ve parasının tahsili konusunda 1970’li yılların başında yaşanan krizi bir daha yaşamak istemeyen Batılı ülkeler ve özellikle ABD, bu konuda Suudi hanedanıyla daha hassas ilişkiler geliştirmiş, ancak ülkelerin hakimiyet sınırlarını da eskisi kadar aşmamaya özen göstermiştir.
Suud bin Faysal döneminin dış politika hamlelerinde Türkiye’nin de özel bir yeri vardır. Öyle ki, başta Körfez olmak üzere tüm Ortadoğu’da İran’ı dengelemenin en önemli yolunun Türkiye üzerinden geçtiğini bilen Suudi Arabistan, bu ülke ile ilişkilerine ayrı bir önem vermiştir. Kral Fahd dönemine de denk gelen bu dönemde, her ne kadar gözle görünür derece sıcak temaslar olmasa da, Suud bin Faysal’ın temasları yine de önem arz etmektedir. Yönettiği maddi kaynak, petrol rezervleri ve savunma gücüyle Ortadoğu’da ilk sırada yer alan Suudi Arabistan’ın en uzun süre görevde kalan Dışişleri Bakanı olma unvanını kazanan Suud bin Faysal, şüphesiz bölgenin en zor günlerinde işbaşında idi.
Görevinin son yıllarında ortaya çıkan ve Arap Baharı olarak adlandırılan bir dizi ayaklanma ve eylemden kendi ülkesini uzak tutmayı başaran Suudi yönetimi, bölgesel bir güç olarak çevre ülkelere müdahil olmaktansa kaçınmamıştır. Dış politik hamlelerde her zaman başarılı olunmayacağı bir gerçek olmakla birlikte, görev süresi boyunca ülkesinin dış politik menfaatlerini korumayı başarması ve Suudi dış politikasının temel sacayaklarını muhafaza etmesi, Suud bin Faysal’ın hanesine artı olarak yazılmıştır. İlerleyen dönemde rahatsızlığı sebebiyle Nisan 2015 tarihinde emekliliği isteyen Suud bin Faysal, Temmuz 2015 tarihinde vefat etmiştir. Ortadoğu ve dünya hariciye tarihinde 40 yıl geçiren Suud bin Faysal, bu kültüre ve geleneğe şüphesiz çok şey katmış ve adı unutulmaz hariciyeciler arasına girmiştir.
Ali İzzet KEÇECİ
[1] “If we had a man like Prince Saud Al-Faisal, Soviet Union would not have disintegrated.” – Mikhail Gorbachev
[2] 25 Mart 1975 tarihinde Kral Faysal bin Abdülaziz, halka açık bir programda kardeşi Musaib bin Abdülaziz’in oğlu Faysal bin Müsaib tarafından öldürülmüştür.
[3] Kral Halid (1975-1982), Kral Fahd (1982-2005), Kral Abdullah (2005-2015), Kral Salman (2015-)… Bu Kralların hepsi Dışişleri Bakanı Suud bin Faysal’ın amcaları olup, hepsi göreve geldiğinde pek çok Bakanı değiştirmelerine rağmen Dışişleri Bakanlığı makamında değişikliğe gitmemişlerdir.
[4] Bu noktada bir diğer önemli isimde bugünün Suudi Dışişleri Bakanı, o dönem Suudi Washington Büyükelçisi olan Adil El Cubeyr’dir. Nitekim Cubeyr’in bugün bu makama gelmesinde önemli bir etken o dönem El-Kaide ve Usame bin Ladin’in Suudi destekli kişi ve gruplar olmadığını savunmasıdır.
[5] Bugünkü adı İslam İşbirliği Teşkilatı olan uluslararası örgüt.
[6] Nasır’ın yada Baas yönetiminin laik milliyetçi Arap anlayışı kast edilmektedir.
[7] Kral Faysal dönemi özellikle Filistin politikası ve petrol anlaşmaları konusunda bağımsız ve oyun kurucu bir dış politika oluşturma dönemi olarak bilinir.
[8] Suudi yönetiminin ikinci kralı olan Suud bin Abdülaziz, petrol paralarını hesapsız kullanması, yönetimde adil atamalar yapmaması ve bölgede gereksiz müdahaleler yüzünden teslimiyetçi ve başarısız bir yönetim sergilemiştir. Nitekim bu durum halen hayatta iken tahttan indirilmesine neden olmuştur.