JOHNSON MEKTUBU’NUN ANA HATLARI

upa-admin 11 Mayıs 2019 2.035 Okunma 0
JOHNSON MEKTUBU’NUN ANA HATLARI

Bu yazımda, ABD Başkanı Lyndon Johnson tarafından Türkiye’nin bağımsızlığına, egemenliğine ve özgürlüğüne karşıt olarak yazılan tarihi mektubun ana hatlarını açıklayarak, mektubun içeriğini yazmayı uygun buldum. ABD Başkanı Johnson, bu mektubunda, temelde, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapılacağı müdahale için ABD ile istişarede bulunması gerektiğini söylemektedir. Çünkü Türkiye’nin böyle bir olay karşısında daha önceden Amerika Birleşik Devletleri ile istişarede bulunacağını taahhüt ettiğini yazmaktadır. Mektubun ilk paragrafı şöyledir:

“Sayın Bay Başkan, Türkiye Hükümetinin, Kıbrıs’ın bir kısmını askeri kuvvetle işgal etmek üzere müdahalede bulunmaya karar vermeyi tasarladığı hakkında Büyükelçi Hare (Raymond Arthur Hare) vasıtası ile sizden ve Dışişleri Bakanınızdan aldığım haber beni ciddi surette endişeye sevk etmektedir. En dostane ve açık şekilde belirtmek isterim ki, geniş çapta neticeler doğurabilecek böyle bir hareketin Türkiye tarafından takip edilmesini, Hükümetinizin bizimle evvelden tam bir istişarede bulunmak hususundaki taahhüdü ile uyuşur saymıyorum. Büyükelçi Hare, görüşlerimi öğrenmek üzere kararınızı birkaç saat tehir etmiş olduğunuzu bana bildirdi.”

ABD, yıllarca Türkiye’yi maddi yönden desteklemiş bir müttefik ülke olarak, böylesine önemli sonuçları olacak bir harekâtta istişarede bulunacak ülke olarak kendisinin görülmesini rica etmektedir. Mektubun ikinci paragrafı ise şu şekildedir:

“Yıllar boyunca Türkiye’yi en sağlam şekilde desteklediğini ispat etmiş olan ABD gibi bir müttefikin, bu şekilde neticeleri olan tek taraflı bir kararla karşı karşıya bırakılmasının, Hükümetiniz bakımından doğru olduğuna hakikaten inanıp inanmadığınızı sizden sorarım. Bundan ötürü böyle bir harekete girişmeden önce Amerika Birleşik Devletleri ile tam istişarede bulunmak mesuliyetini kabul etmenizi hassaten rica etmek mecburiyetindeyim.”

3. paragrafta, tek taraflı olarak harekete geçme şartlarının oluşmadığı vurgulanmış ve 1960 Garanti Antlaşması gereğince karşılıklı görüşmelerin yapılması gerektiği, böyle bir görüşme de yapılmadığı için tek taraflı olarak harekete geçilemeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca bu harekâtın “taksim” yolunda atılan bir adım olduğunu vurgulamaktadır. Mektubun üçüncü paragrafı şöyledir:

“1960 tarihli Garanti Antlaşması hükümleri gereğince böyle bir müdahalenin caiz olduğu kanaatinde bulunduğunuz intibaındayım. Bununla beraber, Türkiye’nin düşündüğü müdahalenin, Garanti Antlaşması tarafından açıkça yasaklanan bir hâl sureti olan taksimi gerçekleştirme gayesine yönelmiş olacağı yolundaki anlayışımıza dikkatinizi çekmek zorundayım. Ayrıca, söz konusu Antlaşma, teminatçı devletler arasında istişareyi gerektirmektedir. Birleşik Amerika, bu durumda bilcümle istişare imkânlarının hiçbir şekilde tüketilmediği ve dolayısıyla tek taraflı harekete geçme hakkının henüz kullanılamayacağı kanaatindedir.”

4. paragrafta, Türkiye’nin bu kararının bir Türk-Yunan savaşına yol açabileceği hususu öngörüldüğü ve iki NATO üyesi devletin böyle bir savaş içine giremeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca Kıbrıs’a yapılacak olan müdahale durumunda; Sovyetler Birliği’nin olaya karışabileceği ve bunun sonucunda Türkiye’ye yapılacak herhangi bir Sovyet müdahalesinde NATO üyesi diğer ülkelerin Türkiye’yi koruma olanaklarının olmadığı belirtilmiştir. Bu bölümde buna gerekçe olarak Türkiye’nin diğer NATO üyesi ülkelerle istişarede bulunmadığı gerekçe olarak gösterilmiş olup, mektubun dördüncü paragrafı şöyle devam etmektedir:

“Diğer taraftan, Bay Başkan, NATO vecibelerine de dikkatlerinizi çekmek mecburiyetindeyim. Kıbrıs’a vaki olacak Türk müdahalesinin, Türk-Yunan kuvvetleri arasında askeri bir çatışmaya götüreceği hususunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır. Dışişleri Bakanı Rusk (Dean Rusk), Lahey’de yapılan son NATO Bakanlar Konseyi toplantısında, Türkiye ile Yunanistan arasında bir harbin kelimenin tam manasıyla ‘düşünülemez’ olarak kabul edilmesi gerektiğini söylemişti. NATO’ya iltihak, esası icabı olarak, NATO memleketlerinin birbiriyle harp etmeyeceklerini kabul etmek demektir. Almanya ve Fransa, NATO’da müttefik olmakla yüzyıllık husumet ve düşmanlıklarını gömmüşlerdir. Aynı şeyin Yunanistan ve Türkiye’den de beklenmesi gerekir. Ayrıca, Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri bir müdahale Sovyetler Birliği’nin meseleye doğrudan doğruya karışmasına yol açabilir. NATO müttefiklerinizin tam rıza ve muvafakatleri olmadan Türkiye’nin girişeceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı Türkiye’yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim.”

5. parafrafta, Birleşmiş Milletler ’in Kıbrıs’ta barışı korumak için çaba harcadığı, Türkiye’nin herhangi bir müdahalesi sonucu bu çabanın boşa gideceği ve Birleşmiş Milletler’in bu harekâta çok büyük bir tepki göstereceği yazılmıştır. Mektubun beşinci paragrafı şu şekildedir:

“Diğer taraftan, Bay Başkan, bir Birleşmiş Milletler üyesi olarak Türkiye’nin vecibeleri dolayısıyla da endişe duymaktayım. Birlemiş Milletler Ada’da sulhu korumak için kuvvet temin etmiştir. Bu kuvvetlerin vazifesi zor olmuştur, fakat geçen son birkaç hafta zarfında, Ada’daki şiddet hareketlerinin azaltılmasında tedrici bir şekilde başarılı olmuşlardır. Birleşmiş Milletler arabulucusu henüz işini bitirmemiştir. Hiç şüphem yok ki, Birleşmiş Milletler üyelerinin çoğunluğu, Birleşmiş Milletler gayretlerini baltalayacak olan ve bu zor meseleye Birleşmiş Milletler tarafından makul ve barışçı bir hal tarzı bulunmasına yardım edebilecek herhangi bir ümidi yıkacak olan Türkiye’nin tek taraflı hareketine en sert şekilde tepki gösterecektir.”

6. paragrafta, ABD tarafından Türkiye’ye yapılan askeri yardımların daha önce imzalanmış antlaşmalar uyarınca ne şekilde ve hangi şartlarda kullanılacağı; ayrıca bu şartların Türkiye tarafından anlaşıldığı muhtelif zamanlarda ABD’ye bildirilmiş olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca Kıbrıs’a yapılacak müdahale için ABD’den alınan askeri yardımların kullanılmasına ABD’nin izin vermediği belirtilmiş olup, mektubun altıncı paragrafında bu konuda şöyle denmektedir:

“Aynı zamanda, Bay Başkan, askeri yardım sahasında Türkiye ve Birleşik Devletler arasında mevcut iki taraflı Anlaşmaya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye ile aramızda mevcut Temmuz 1947 tarihli Anlaşmanın 14’üncü maddesi mucibince, askeri yardımın, veriliş maksatlarından gayrı gayelerde kullanılması için Hükümetinizin, Birleşik Devletlerin onayını alması icap etmektedir. Hükümetiniz, bu şartı tamamen anlamış bulunduğunu muhtelif vesilelerle Birleşik Devletlere bildirmiştir. Mevcut şartlar altında Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede ABD tarafından temin edilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına Birleşik Devletlerin muvafakat edemeyeceğini size bütün samimiyetimle ifade etmek isterim.”

7. paragrafta, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı harekât pek çok Kıbrıslı Türk’ün katledilmesine yol açacağı, hatta korumak için gidilen Kıbrıslı Türklerin toptan yok olmasına sebep olacağı, bu yok oluşu Birleşmiş Milletler’in dahi durduramayacağı vurgulanmıştır. Söz konusu mektubun yedinci paragrafı şöyle devam etmektedir:

“Düşünülen Türk hareketinin fiili neticelerine gelince, böyle bir hareketin Kıbrıs adası üzerinde on binlerce Kıbrıslı Türk’ün katledilmesine yol açabileceği keyfiyetine en dostane bir şekilde dikkatinizi çekmek mecburiyetini hissediyorum. Tarafınızdan böyle bir harekete girişilmesi, kızgınlık doğuracak ve girişeceğiniz askeri hareketin, himaye etmeye çalıştığınız kimselerin pek çoğunun toptan imhasını önlemeye yeter derecede müessir olması imkânsız olacaktır. Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin mevcudiyeti böyle bir faciayı önleyemez.”

8. paragrafta, Başkan Johnson, mektuptaki bazı sözlerinin ağır olabileceğini, fakat bunun böyle anlaşılmamasını ve ABD’nin, Türkiye’nin Kıbrıs meselesi için hep yanında bulunacağını belirtmiştir. Öte yandan, sorunun ilgili ülkeler arasında her kesimin memnun olacağı şekilde çözülmesinde ısrar ettiğini belirten sekizinci paragrafında şöyle denilmektedir:

“Sözlerimi pek fazla sert bulabilir ve bizim, Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin ilgisine karşı ilgisiz olduğumuzu düşünebilirsiniz. Durumun böyle olmadığını size temin etmek isterim. Gerçek alenen, gerek hususi olarak, Kıbrıs Türklerinin emniyetini sağlamakta ve Kıbrıs meselesinin nihai hâl tarzının, konuyla doğrudan doğruya ilgili tarafların rızasına dayanması hususu üzerinde ısrar etmekte gayret gösterdik. Amerika Birleşik Devletleri’nin sizin lehinize yeter derecede faaliyet sarf etmediği hissini taşımanız mümkündür.”

9. paragrafta, Johnson, Türkiye’nin iyi bir müttefik olduğundan, güvenliği ve menfaatlerinin Amerikan halkını yakından ilgilendirdiğinden bahsetmiş; Türkiye ve ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı beraber savaştığını hatırlatmıştır. Ayrıca Türklere ve Kıbrıslı Türklere gelecek bir tehlikeyi desteklemeyeceğini belirten Johnson, dokuzuncu paragrafını şu şekilde kaleme almıştır:

“Fakat herhalde bilirsiniz ki, politikamız Atina’da en sert şekilde kızgınlığa yol açmış (bizim aleyhimizde orada nümayişler yapılmış) ve Amerika Birleşik Devletleri ile Başpiskopos Makarios arasında esaslı bir uzaklaşma usule getirmiştir. Daha birkaç hafta önce yaptığımız görüşme sırasında Dışişleri Bakanımıza da söylediğim gibi, Türkiye ile olan münasebetlerimize çok büyük bir değer veriyoruz. Sizi, kendisiyle temel ortak menfaatlerimiz olan büyük bir müttefik telakki etmişizdir. Sizin güvenlik ve refahınız ABD halkı için ciddi bir alaka mevzuu olagelmiş ve bu alakamız en pratik şekillerde ifadesini bulmuştur. Biz ve Siz, komünist dünyasının ihtiraslarına karşı koymak üzere birlikte dövüştük. Bu tesanüt bizim için büyük bir mana taşımaktadır ve bunun, Hükümetiniz ve halkınız için de aynı derecede bir mana taşıdığını ümit ederim. Kıbrıs’la ilgili olarak, Türk cemaatini tehlikeye maruz bırakacak herhangi bir hâl tarzını desteklemeyi düşünmüyoruz. Nihai bir çözüm yolu bulmaya muvaffak olamadık, zira bunun dünyadaki en girift meselelerden biri olduğu aşikârdır. Fakat Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin menfaatleri konusunda ciddi şekilde alakadar olduğumuz ve alakadar kalacağımız hususunda sizi temin etmek isterim.”

10. paragrafta, yapılacak harekât sonucunda sadece Yunanistan ile Türkiye arasında bir savaş olmayacağı, bunun önceden bilinmeyen daha ağır sonuçlara sebep olacağı belirtilmiştir. Türkiye, eğer ABD ile istişare etmeden Kıbrıs’a yapacağı harekâttan vazgeçtiğini ABD Büyükelçisine iletmez ise, bu olayın gizli kalmayacağını ve NATO’nun ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin acilen toplanması için girişimde bulunacaklarını belirterek, Türkiye’yi üstü kapalı olarak tehdit eden mektubun onuncu paragrafında Johnson şöyle yazmıştır:

“Nihayet, Bay Başkan, en ciddi meseleyi, harp mı, sulh mu meselesini öne sürmüş bulunuyorsunuz. Bu meseleler Türkiye ve Birleşik Amerika arasındaki iki taraflı münasebetlerin çok ötesine giden meselelerdir. Bunlar, sadece Türkiye ve Yunanistan arasında bir harbi muhakkak olarak doğurmakla kalmayacak, fakat Kıbrıs’a tek taraflı bir müdahalenin doğuracağı, önceden kestirilmeyen neticeler sebebiyle, daha geniş çapta çarpışmalara yol açabilecektir. Sizin Türkiye Hükümetinin Başbakanı olarak mesuliyetleriniz var, benim de Birleşik Amerika Başkanı olarak mesuliyetlerim mevcuttur. Bu sebeple, en dostane şekilde sizi şunu bildirmek isterim ki, bizimle yeniden ve en geniş ölçüde istişare etmeksizin böyle bir harekete girişmeyeceğinize dair bana teminat vermediğiniz takdirde, meselenin gizli tutulması hususunda Büyükelçi Hare’den isteğinizi kabul etmeyecektir. NATO Konseyi ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin acilen toplantıya çağırılmasını istemek mecburiyetinde kalacağım.”

11. ve son paragrafta, Johnson, mektubun son cümlelerinde, Türkiye’ye bu hususu şahsen görüşmek için gelmek istediğini, fakat mevcut anayasa gereği bunun mümkün olmadığını belirtmiş ve ABD’ye Başbakan İsmet İnönü’yü bu konuyu görüşmek için davet etmiştir. Daha sonra da ABD ile görüşülmeden herhangi bir harekâta girişilmemesi ve planlanan her türlü harekâttan vazgeçilmesi rica edilmiştir. Johnson’un mektubunun son satırları şu şekilde bitmiştir:

“Bu mesele hakkında sizinle şahsen görüşebilmemizin mümkün olmasını isterdim. Ne yazık ki mevcut Anayasa hükümlerimizin icabı dolayısıyla, Birleşik Amerika’dan ayrılamamaktayım. Teferruatlı müzakereler için siz buraya gelebilirseniz bunu memnuniyetle karşılarım. Genel barış ve Kıbrıs meselesinin sağduyu ve sulh yoluyla çözülmesi hususlarında sizinle benim çok ağır bir mesuliyet taşımakta olduğumuzu hissediyorum. Bu itibarla, aramızda en geniş ve en samimi istişarelerde bulununcaya kadar sizin ve meslektaşlarınızın tasarladığınız her türlü kararı geri bırakmanızı rica ederim.”

İşte siyasal tarihimize “Johnson Mektubu” olarak geçen ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen mektubun ana hatları bunlardır.

Beyza SEVİM

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.