Özet: Birçok tarihçi tarafından Yeni Çağ’ın sonu Yakın Çağ’ın başlangıcı olarak tanımlanan 1789 Fransız Devrimi’nin etkileri, yalnızca gerçekleştiği coğrafyada kalmayıp, zamanla evrensel bir niteliğe bürünmüştür. Özellikle devrimin zeminini hazırlayan Aydınlanma filozoflarının öne sürdükleri milliyetçilik (ulus-devlet), özgürlük, bağımsızlık ve laiklik kavramları, devrim sonrası önce Fransa’da, daha sonra da tüm dünyada etkili olmuştur. Devrimin dört ana nedeni; düşünsel, toplumsal, ekonomik ve siyasi nedenlerdir. Devrim, Kral ve Kraliçe’nin idamlarına da yol açmıştır. Avrupa’da gerçekleşen Rönesans ve Reform hareketi etkisiyle gelişen insan hakları kavramının etkileri, devrim sonrası yayınlanan ‘‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’’nde görülmüştür. Devrimden en çok etkilenen devletler arasında Osmanlı İmparatorluğu da vardır. Devrimin Osmanlı’ya olan en büyük etkisi, milliyetçilik akımının ortaya çıkmasıyla birlikte çok-uluslu bir etnik yapıya sahip Osmanlı’da isyanların başlamasına yol açarak, Osmanlı’yı parçalanmanın eşiğine sürüklemesidir. Devrim sonrası Avrupa tam anlamıyla modernleşme çabalarına girmiş, Sanayi Devrimi’nin de etkisiyle ekonomisi hızla gelişmiştir. Osmanlı ise, iç ve dış sorunlar nedeniyle bu yenileşme çabasına ayak uyduramamıştır. Nihayetinde 623 yıl hüküm süren imparatorluk, 20. yüzyıl başlarında tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştır.
Giriş
14 Temmuz 1789’da, halkın ve burjuvazi olarak anılan orta sınıfın mutlak Krallığa karşı ayaklanarak başlattığı Fransız Devrimi (İhtilâl-i Kebir)[1], doğurduğu sonuçları, etkileri ve yankıları bakımından evrensel niteliktedir. Çoğu tarihçi tarafından Yeni Çağ’ın sonu Yakın Çağ’ın ise başlangıcı olarak adlandırılan bu büyük devrim, sadece gerçekleştiği topraklarda yeni bir toplum tipinin (ulus-devlet) oluşmasına kaynaklık etmemiş, aynı zamanda çok hızlı ve geniş bir yayılma göstermiştir. Dolayısıyla, başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada siyasi, kültürel ve hukuki sonuçlar doğurmuştur. Öncelikli olarak, bu büyük devrimi vaktiyle bir ülkede olup bitmiş ve tarihe mâl olmuş bir hadise olarak görmemek gerekir. Aksine, etkileri ve öne sürdüğü fikir akımları dalga dalga zamanları ve mekânları aşarak günümüze kadar ulaşan ve her ülkeyi bir şekilde etkisi altına alan ve etkileri halen süren büyük bir tarihsel sıçrama olarak değerlendirmek gerekir. Tarihe ismini “Kanlı Devrim” olarak da yazdıran bu büyük devrimde halkın ayaklanmasının şiddeti, dönemin Fransa Kralı 16. Louis ve eşi Marie Antoinette’in idam edilmesine kadar varmıştır.
18. yüzyıl sonrasında başlayan bu büyük ihtilalin, kendinden önce büyük ses getiren modern devrimlerin ilki olarak kabul edilen İngiliz Devrimi (İngiliz İç Savaşı 1644-1651) ve 18. yüzyılın ikinci yarısında 13 koloninin Britanya İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmak için başlattığı Amerikan Devrimi’nden bazı izler taşıdığı görülmektedir. Fransız Devrimi’nin evrensel nitelikte olmasındaki en büyük etken, devrim sonrası gelişen fikir akımlarıdır. Mutlak monarşiye karşı olarak başlatılan bu isyan, milliyetçilik (ulusçuluk), ulusal egemenlik, anayasacılık ve insan hakları gibi kavramların yayılmasına ve birçok ülkede uygulamaya geçilmesine neden olmuştur. Özellikle milliyetçilik (ulusçuluk) düşüncesi, dönemin çok-uluslu devletleri olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nu derinden etkilemiştir. Devrim sonrası gelişen milliyetçilik fikri, çok-uluslu devletlerde zamanla büyük sorunlara yol açmış ve hatta bu devletlerin parçalanmasına bile neden olmuştur.
Bu çalışmada, nitel araştırma yöntemlerinden birincil ve ikincil kaynaklar kullanılarak, tarihin görüp geçirdiği en büyük devrimlerden olan 1789 Fransız Devrimi’nin sonucunda dönemin çok-uluslu yapıya sahip önemli bir devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecindeki etkileri üzerinde durulmuştur. Bu çalışmada, devrim, dört bölümde incelenmiş, özellikle Osmanlı’yı en çok etkileyen milliyetçilik (ulus-devlet) kavramı üzerinde durulmuştur. Birinci bölümde, Fransız Devrimi’nin tanımı ve özellikleri açıklanmıştır. İkinci bölümde, devrim öncesi Fransa’daki genel durum incelenmiş ve devrimin nedenlerinden bahsedilmiştir. Üçüncü bölümde, devrimin başlaması ve gelişimi konuları üzerine durulmuştur. Son olarak, dördüncü bölümde devrim öncesi Osmanlı’daki genel durum incelenmiş ve asıl konumuz olan devrimin Osmanlı İmparatorluğu’na olan etkilerinden bahsedilmiştir.
Birinci Bölüm: Fransız Devrimi
Fransız Devrimi (Fransız İhtilali); 18. yüzyılın son yıllarında Fransa’nın içine düştüğü politik, ekonomik ve toplumsal sorunların etkisiyle, halk ve burjuvazi olarak adlandırılan orta sınıfın Kral’a, soylulara ve ruhban sınıfına karşı başlattığı, adını tarihe “Büyük Devrim” olarak yazdıran ve devrim sonrası yaydığı fikirler evrensel nitelikte olan ve hatta birçok devleti etkileyen bir devrim olarak tanımlanabilir. Fransız Devrimi, Avrupa tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Ayrıca sosyal ve siyasal yeni bir entiteyi (ulus-devlet) başlatan en büyük olaydır. Diğer bir önemi ise, Avrupa’da mutlak Krallıklara karşı halkın başlattığı ilk devrim olmasıdır.
Fransa’da devrimin gerçekleştiği dönem, insanların toplumdaki herşeyi yeniden yaratabileceklerine inandıkları olağanüstü bir dönemdi. İnsanlar, siyasi eylemler yaparak sadece siyaseti ve kurumları değil, toplumsal ayrışmayı ve hatta insan doğasını bile değiştireceklerini inanıyorlardı. Bu düşüncelerin temelinde ise Aydınlanma filozoflarının büyük etkisi vardır. Yönetimde söz sahibi olmak isteyen halk, isteklerini göz ardı eden Kral’a karşı isyan etmeye başlamıştı. Devrimin düşüncesi ise mutlak Krallığa son vermek, halkın yönetimde söz sahibi olduğu yeni bir düzen yaratmak ve tamamen yeni bir toplum düzeni yaratmaktır.
Devrimci sınıf olarak adlandırılan burjuvazi sınıfının Jakobenlerin[2] ve ağır vergiler altında ezilen köylü sınıfının hedefi, mutlak Krallığın yanı sıra, her türlü zenginliği elinde bulunduran ve devlete karşı vergilerden muaf olan Katolik Kilisesi ve ruhban sınıfıdır. Ruhban sınıfına mensup kişiler, Katolik Kilisesi’nin tüm imkânlarından faydalanıyor, geniş topraklara sahip oluyor ve vergilerden de muaf oluyorlardı. Bu durum, özellikle ağır vergiler altında ezilen köylü sınıfını devrime iten düşüncelerdendir. Soylular ise, Kral’ın yanında yer alarak ayrıcalıklarını korumaya çalışmakta ve ticaret ile uğraşan burjuvazi sınıfının soylular gibi ayrıcalıklara sahip olmasına karşıydılar. Soylular bulundukları konumu korumaya çalışırken, burjuvazi ise yönetimde soylular kadar söz sahibi olmak istemekteydi. Devrimi başlatan ve devrim sonunda en çok kazançlı çıkan yine burjuvazi sınıfı olmuştur. Zaten ünlü Karl Marx da, bu devrimi, burjuva sınıfının bir eseri olarak görür. Devrim için “tarihin kaydettiği en muazzam olay” tanımını yaparken, konuya daha çok sınıfsal temelde ve eleştirel açıdan bakar. ‘Özetle, devrim birbiriyle kenetlenmiş bütün bir aristokratik ayrıcalıklar düzenini, monarşiden, toprak aristokrasisinden ve senyörlük haklarından oluşan karmaşık birliği, ancien régime yani devrimden önceki eski rejimin özünü bir daha belini doğrultmayacak biçimde yaralamıştır. Devrim, söz konusu düzene öldürücü darbeyi daha çok özel mülkiyet ve yasa önünde eşitlik adına vurmuştur.[3]
İkinci Bölüm: Devrim Öncesi Fransa’nın Genel Durumu
16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fransa’da feodal düzenin yerini diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi merkezi monarşinin aldığı görülecektir. Böylece, devletin yetki ve fonksiyonları Kral’ın elinde toplanmıştır. Kral’ın mutlak iktidarının teorik dayanağı, iktidarı Tanrı’dan aldığı bu sebeple hiçbir güce boyun eğmeyeceği anlayışıydı. Kral, sahip olduğu yasama yetkisini yayınladığı emirnameler yoluyla kullanırken, yürütme yetkisini de Bakanları marifetiyle yerine getirirdi. Bakanlar, bizzat Kral tarafından görevlendirilir ve her an yine Kral tarafından görevden uzaklaştırılabilirlerdi. Yargı yetkisini Kral adına yargıçlar kullansa da, Kral, muhakemenin her safhasında davaya müdahale edebilmekte, davayı bir mahkemeden diğerine nakledebilmekte ve suçlu bir kimseyi dilediği zaman bağışlayabilmekteydi. Ancak mutlak bir monark olan Kral, daha güçlü bir yönetim için büyük toprak sahiplerine, rahiplere ve soylular sınıfına dayanmıştı.[4] 1775-1792 yılları arasında Fransa tahtının sahibi Kral 16. Louis idi. Devrimin başlama sebeplerinden birisi olarak bilinen Kral 16. Louis, devrimcilerin hedefi haline gelmiş ve ancien régime’in tüm olumsuzlukları kişiliğine yüklenmiştir. 16. Louis, Kutsal Roma İmparatorluğu 1. Franz ve eşi Avusturya İmparatoriçesi Marie Theresa’nın kızı Marie Antoinette ile henüz 14 yaşında iken evlenmiş, böylelikle Marie Antoinette 1775 Mayıs’ında Fransa Kraliçesi olmuştur.
Devrim öncesi Fransa’da toplumun yapısını incelersek; diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi hiyerarşik bir düzen vardır. İnsanlar doğuştan kendini belirli bir sınıfın içinde buluyor ve sınıflararası yükselme kolay olmuyordu. Bu dönemde, toplum; soylular, ruhban sınıfı, burjuvazi ve köylü sınıf olarak farklı gruplara ayrılıyordu. Devrimde soylular ve ruhban sınıfının rolü kendi statülerini korumak, burjuvazi ve köylü halkın rolü ise kendi statülerini iyileştirmektir. Özellikle burjuvazi sınıfı yönetimde soylular ve ruhban sınıfı kadar söz sahibi olmayı amaçlamıştır. Soylular sınıfı, yönetimdeki yüksek mevkiileri ellerinde tutuyor ve oldukça az vergi ödüyorlardı. Ruhban sınıfı, bu dönemde büyük ayrıcalıklardan ve gelirlerden yararlanırdı, bu sınıf da kendi içinde tabakalaşmıştır. Ruhban sınıfının en varlıklı üyeleri ‘‘psikoposlar’’dır. Kilisenin elde ettiği gelirler, ruhban sınıfına ait üyelerce paylaşılıyordu. Diğer bir toplum sınıfı ise “tiers état” (üçüncü sınıf) idi. Üçüncü sınıf, burjuvazi ve köylü sınıfından oluşuyordu. Devrimin gerçekleşmesinde büyük öneme sahip olan köylüler, o dönemde Fransa’nın % 80’ini oluşturuyordu.
Fransa, devrim öncesi Avrupa’yı etkileyen iki büyük olayda rol oynamıştır. Büyük Britanya’ya karşı sömürge yarışı amacı ile başlattıkları Yedi Yıl Savaşları sonucu Fransa’nın savaşı kaybetmesi ve Yedi Yıl Savaşları ardından Büyük Britanya’nın Amerika Kıtası’ndaki İngiliz kolonilerinin vergilerini arttırması ile 13 İngiliz Kolonisi’nin başlattığı Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na Büyük Britanya ‘ya karşı Fransa’nın 13 koloniyi ekonomik yönden desteklemesi ile Fransa ekonomisi oldukça gerilemiştir. Bu durum ise Fransa’da devrim düşüncesinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Üçüncü Bölüm: Devrimin Başlaması ve Gelişimi
Etats Généraux-Danışma Meclisi’nin Yeniden Toplanması
18. yüzyılın sonlarına doğru Fransa’nın içinde bulunduğu iktisadi ve toplumsal koşullar, ülkenin büyük bir mali bunalımla karşılaşmasına yol açmıştır. Bir yandan halk yoksulluk çekerken, öte yandan Kral da, bütçe açığını kapatabilmek için yeni vergiler koymayı planlamıştır. Kral 16. Louis, mali bunalıma bir çözüm bulabilmek amacıyla 1614 yılından beri toplanmayan Etats Généraux’yu toplantıya çağırmıştır. Mecliste; asillerden, ruhban sınıfından ve burjuvalardan temsilciler vardı. Her sınıfın birer oyu vardı. Ancak, 18. yüzyılın sonlarında “tiers état“yı oluşturan burjuva ve köylüler, iktisadi ve toplumsal güçlerine ve ödedikleri vergiye uygun olarak Meclis’e öteki iki ayrıcalıklı sınıfın iki katı temsilci göndermek istemişlerdir. Kral, bu istekleri kabul etmek zorunda kalmıştır. Böylece, Etats Généraux’yu oluşturan 1200 üyenin 600’u halk tarafından seçilecektir. Halkın isteklerini Etats-Généraux’ya bildirmek ve seçimleri yönlendirmek üzere Paris’te Otuzlar Kurulu oluşturulmuştur. Bu kurul; asillere hukuk eşitliğinin kabul ettirilmesi, Kral’a bir anayasa ilan ettirilmesi, özgürlüklerin güvence altına alınması, bürokrasinin hafifletilmesi, vergi koyma ve kanun yapma yetkisinin millet temsilcilerine verilmesi gibi istekleri öne sürmüştür.[5]
Ancak Etats Généraux’da tiers état denilen toplumsal sınıf, kendilerine ağır vergiler yüklenmesini destekleyen soylular ve ruhban sınıfı ile bir türlü anlaşamamış ve Etats Généraux’nun toplanması amacı dışına çıkmıştır. Kendi haklarını danışma meclisinde savunamayacaklarını anlayan üçüncü sınıf, daha sonra bir araya gelerek büyük bir alanda kendi meclislerini kurmuşlardır. Burada toplanan halk, Fransa için yönetiminde halkın da bulunduğu bir anayasa hazırlamaya başlamışlardır. Bu çalışmalar, soylular ve ruhban sınıfının da desteğini almaya başlayınca, Kral, bu olayı kendisi için bir tehdit olarak görmüştür. Durumu tehdit olarak algılayan Kral, kendisine karşı oluşturulan bu yeni meclisi görüşmek için tekrar çağırmıştır. Ancak Paris’e Kral tarafından farklı milletlerden oluşan askeri birlikler gelince, Kral’a karşı olan halk Kral’ın onları tekrar susturmaya ve durdurmaya çalıştığını düşündükleri için silahlanmaya karar vermişlerdir. Bu nedenle, devrimciler, 14 Temmuz 1789’da siyasi suçluların bulunduğu Bastille Hapishanesi’ndeki suçluları serbest bırakmış ve hapishaneyi kendi karargâhları ilan etmişlerdir. Bu olay, devrimin başlangıcı olarak kabul edilir.
Meclis’i kapatmak isteyen Kral’a karşı toplanan halk
Devrimin Nedenleri
O dönemde Fransa iç ve dış faktörlerin etkisiyle büyük sarsıntılar yaşamış, oluşan kaos ortamı ve en önemlisi toplumun ekonomisinin oldukça gerilemesi ile halkta devrim düşüncesi yeşermiş ve bu faktörler devrimin gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır. Devrimin nedenlerini dört ayrı başlıkta inceleyebiliriz.
Siyasal Nedenler: Devrimin siyasal nedenlerine bakıldığında, ilk olarak Fransa’nın yönetim şeklini incelemek gerekir. Fransa, o dönemde mutlak Krallık (mutlaki monarşi) yönetimi altındaydı. Fransız Kralı, egemenlik hakkını Tanrı’dan alığını iddia etmekte ve yeryüzündeki hiçbir güce boyun eğmemesi gerektiğine inanıyordu. Ancak yönetimi tek başına elinde bulundurmak oldukça zor olduğundan, o dönemde yönetim, mutlak Krallığın yanı sıra soylular ve ruhban sınıfının desteklerine de dayandırılmıştır. Kral’ın yetkilerini kötüye kullanması ve saray masraflarının aşırı artması sonucunda ise, halk isyanın eşiğine gelmiş ve devrimin temellerini atmıştır.
Toplumsal Nedenler: İhtilal öncesi Fransız toplumu daha önce açıkladığımız gibi üç temel toplumsal sınıfa ayrılmıştı. Bu sınıflar; soylular, ruhban sınıfı ve üçüncü sınıf (tiers état) olarak adlandırılmıştı. Bu dönemde sınıflar arasında statü çatışmasının yanı sıra çıkar çatışmaları da yaşanmıştır. Ticaretin gelişmesiyle ekonomik açıdan gelişen burjuvazi sınıfı, yönetimde de soylular ve ruhban sınıfı kadar söz sahibi olmak istemiştir. Köylü sınıfı da üzerlerine yüklenen ağır vergiler nedeniyle Kral’a isyan etmeye başlamıştır. Soylular ve ruhban sınıfı ise, kendi statülerini korumak için ekonomik durumlarını diğer sınıflara karşı daha üstün tutuyorlardı. Toplumdaki bu yapı, daha sonra halkın birleşip Kral’a karşı ayaklanmasına yol açmıştır.
Ekonomik Nedenler: 18. yüzyıl boyunca süren uzun savaşlar ve aşırı tüketim Fransa’nın mali ve ekonomik yapısını çökertme eşiğine getirmiştir. Bununla birlikte, sanayi alanında meydana gelen gelişmeler de ekonomik dengesizliği arttırmış ve yeni toplumsal sorunlar ortaya çıkarmıştır.[6] Yedi Yıl Savaşları ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na dolaylı yoldan katılınması ve saray masraflarının aşırılığı, devleti iflasın eşiğine getirmiştir.
Düşünsel Nedenler: 18. yüzyıl ‘‘Aydınlanma Felsefesi’’, insanlara mutlak Krallıkların karşısında kendilerinin de yönetimde söz sahibi olma fikrini aşılamıştır. Özellikle Montesquieu, Jean-Jacques Rousseau, Voltaire ve Diderot gibi Aydınlanma felsefesi düşünürlerinin insanlara mutlak Krallığa karşı baş kaldırma fikrini aşıladıkları görülmüştür. Fransız düşünürlerinin yanı sıra, İngiliz Haklar Bildirgesi gibi önemli metinler ve bunların temelini oluşturan John Locke’un fikirleri ve Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde dile getirilen demokratik ilkeler ve liberal ekonomi fikirler de benimsenmiştir. Bununla birlikte, akla doğaya, insanın mutluluğuna aykırı tüm peşin yargıların, boş inançların ortadan kaldırılması düşünülüyordu. Aydınlanma felsefesi, Avrupa’da en fazla Fransa’da yayılma olanağı bulmuştur. Bu düşünce sistemi, Fransa’nın mevcut düzenini hedef almış ve bu düzenin değiştirilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Nitekim ihtilal, Fransa’da çıkmış ve siyasal iktidarın değiştirilmesi yoluna gidilmiştir. Aşağıda Aydınlanma felsefesi düşünürlerinin öne sürdüğü temel fikirler incelenmiştir.[7]
Montesquieu (1689-1755): Montesquieu, yasama erkininin halkı temsil eden vekiller aracılığı ile kullanılmasını ve güçler ayrılığı ilkesinin hayata geçirilmesini önermiştir. Özellikle Persian Letters ve The Spirit of Laws eserlerinde 14. Louis dönemi yönetimini eleştirmiş ve güçler ayrılığı tezini savunmuştur.
Jean Jacques Rousseau (1712-1778): J.J. Rousseau, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bu nedenle öne sürdüğü düşünceleri genellikle yoksul halk kesimlerini düşünerek eşitsizlikleri hedef almıştır. 1762 yılında yayınladığı Du Contract Social (Toplum Sözleşmesi) eserinde, insanların, devleti kendi aralarında yaptıkları bir sözleşmeyle ve kendi iradeleriyle kurduklarını ileri sürmüş ve devletin iktidara değil, halka ait olduğunu savunmuştur. Fikirleri, özellikle devrim sonrası oluşan yeni düzende etkilerini göstermiştir.
Voltaire (1694-1778): Voltaire’e göre, Kral, filozoflardan kurulu danışmanların örgütüne uyarak toplumu aydınlatmayı hedeflemeli ve İngiliz modelini benimseyerek parlamenter bir sistemin kapılarını açmalıydı.
Diderot (1713-1784): Dönemin Fransız aydınlarının makaleler yazdığı bir Ansiklopedi çıkarmış ve bununla halkı aydınlatmaya çalışmıştır. 18. yüzyılda ekonomi alanında yaygın olan faydacılık teorisi Ansiklopedi‘de yer almıştır. Bu konuda şu görüşler ileri sürülmüştür: “Siyaset, ekonomiye bağımlı olmamalıdır. Politikaya ekonomik amaçlar yön vermelidir. Temel özgürlük, ekonomik özgürlüktür. Devletin görevi, yurttaşlara ekonomik özgürlükleri sağlamaktır.’’ Diderot, genel tutumuyla ne ihtilalden, ne de demokrasiden yanadır. Tarihten kopuk, sosyal gelişmelere kapalı bir devlet anlayışına sahiptir.[8]
Devrim Süreci
Temmuz 1789’da patlak veren halk ayaklanması, kısa sürede döneminin en kanlı devrimine dönüşmüştür. 14 Temmuz 1789’da siyasi suçluların bulunduğu Bastille Hapishanesi’ni ele geçiren devrimci halk, hapishaneyi kendi karargâhı olarak belirlemiştir. Bu büyük isyanın başlamasının ardından, Fransa’nın Kurucu Meclisi, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni yayınladı. Daha sonra, bu meclis, ulusal egemenliğe dayanan ve monarşinin yetkilerini sınırlandıran yeni bir anayasa oluşturdu. Halkın da yönetimde söz sahibi olabilmesi için bir parlamento kuruldu. Bu parlamento, yasama ve yürütme yetkilerini Kral’la paylaşacaktı. Yasama ve yürütme gücünün mutlak Krallıktan alınması, Fransa yönetimini derinden etkilemiştir. Kral’ın destekçisi olan soylular yönetimden ayrılmaya ve diğer Avrupa ülkelerine kaçmaya başlamışlardır. Yönetimin sarsılması ile feodal kurumlar da yıkılmıştır. Fransa’nın devrim sonrası bu dönemi ‘‘Meşrutiyet Devri’’ (1789-1792) olarak anılmaktadır. Kral 16. Louis, bu dönemde yetkilerinin kısıtlanmasına hiç de razı değildi; öyle ki eski düzenin geri gelmesi için soyluları da arkasına alarak yeni bir isyan çıkarma girişinde bile bulunmuş, ancak başarısız olmuştur. Eşi Marie Antoinette’in kardeşi Habsburg Hanedanı İmparatoru 2. Leopold’ a güvenen Kral Louis, mutlakıyet rejimini geri getirme istemesi ve diğer ülkelerle ittifak yapması yüzünden vatan hainliği suçlaması ile 21 Ocak 1793 ‘te idama mahkum edildi. Eşi de 16 Ekim 1793 tarihinde vatan hainliği suçlaması ile idama mahkum edildi.
Kral 16. Louis’in idamı (temsili)[9]
Devrimin Sonuçları
Avrupa’yı derinden etkileyen bu büyük devrim, sonuçları bakımından evrensel olarak kabul edilir. Devrimden sonra Fransız Ulusal Meclisi tarafından kabul edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, Fransa yönetiminin temel prensibi haline gelmiştir. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nde sıkça kullanılan eşitlik, özgürlük ve adalet kavramları da tüm dünyada yaygınlaşmaya başlamıştır. Devrim sonrası halkın Katolik Kilisesi’ne olan inancı zayıflamış ve Kilise’nin otoritesi sarsılmıştır.
Fransız Devrimi’ni birçok tarihçi, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi ile başlayan Yeni Çağ’ın sonu Yakın Çağ’ın ise başlangıcı kabul eder. Kral’ın monarşik düzenine karşı halkın başlattığı bu başarılı devrim sonucunda, milliyetçilik (ulus-devlet) kavramı ön plana çıkmaya başlamıştır. İlk zamanlarda Fransa sınırlarını aşmayan bu kavram, daha sonra tüm Avrupa’ya yayılmış ve dönemin çok uluslu yapıları olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nu derinden etkilemiştir. Halkın birleşerek egemenlik hakkını Tanrı’dan aldığını iddia eden Kral’ın yönetimine son vermesi, çok-uluslu yapılarda ihtilal ile tam bağımsızlık düşüncelerini yerleştirmiştir. Devrimin etkileri Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanmıştır. Çok-uluslu bir yapıya sahip Osmanlı İmparatorluğu’nda; Fransız Devrimi sonrası gelişen milliyetçilik kavramı etkisiyle birçok halk Osmanlı hakimiyeti altında yönetilmek istememiş, isyanlar çıkarmaya başlamış ve bu isyanlar İmparatorluğu dağılma sürecine sürüklemiştir.
İnsan ve Yurttaş Halkları Bildirisi (Declaration of the Rights of Man and of the Citizen)
Dördüncü Bölüm: Fransız Devrimi’nin Osmanlı İmparatorluğu’na Etkisi
Devrimin Gerçekleştiği Yıllarda Osmanlı İmparatorluğunda Genel Durum
Devrimin gerçekleştiği 1789 yılında, Osmanlı tahtına amcası I. Abdülhamid’in 7 Nisan 1789’da ölümüyle III. Selim tahta çıkmıştır. III. Selim tahta çıktığında, Osmanlı İmparatorluğu hem Avusturya, hem de Rusya’yla savaş halindeydi. Osmanlı’nın bu dönemi iç ve dış sorunların yaşandığı sıkıntılı bir dönemdi. III. Selim döneminde, devlet, toprakları hâlâ üç kıtaya yayılmış büyük bir dünya devleti durumundaydı. Ancak güç dengeleri Osmanlı’nın aleyhineydi. Avrupa, o dönemde çalkantılı bir dönem geçiriyordu. Mutlak Krallıklara karşı başlatılan isyanlar ve yeni yönetim anlayışları Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarını tehdit etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük sıkıntılar içinde olduğu bu dönemde, diğer Avrupa ülkeleri, Osmanlı İmparatorluğu’nu ‘‘hasta adam’’ olarak anıyorlardı.
III. Selim (3. Selim)
Bu çalkantılı dönemde tahtın sahibi olan III. Selim, babasının ölümünün ardından küçük yaşta olduğu için tahtın sahibi olan amcası I. Abdülhamid’in isteği üzerine oldukça iyi şartlarda yetişmiştir. Divan edebiyatındaki mahlası ‘’İlhami’’ olan III. Selim, edebiyat ve müzik ile ilgilendiği bilinmektedir. Daha şehzadelik yıllarında Fransa Kralı 16. Louis ile Avrupa genel durumu ile ilgili mektuplaşmıştır. Sultan Selim’in Batı ile iletişimini sağlayan reformcu bürokratlardan birisi de Ebubekir Ratif Efendi’dir. Şehzade Selim’in III. Selim olarak tahta çıkmasıyla, askeri reform hareketlerine hız verilmiş ve çok sayıda yabancı uzman bu çalışmalarda görev almıştır.[10] Yenilikçi bir Padişah olarak bilinen III. Selim, daha tahta çıkmadan önce Osmanlı İmparatorluğu’nun köklü değişiklikler yapma ihtiyacı olduğunu öne sürüyordu. Nitekim Tanzimat ve Islahat reformlarının yürürlüğe girmesinde III. Selim’in etkisi oldukça fazladır.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde gelişen Osmanlı-Fransa ilişkileri, bu dönemde de gelişmeye devam etmiştir. Devrim sonrası Napolyon’un Mısır Seferi esnasında kesintiye uğrayan ikili ilişkiler, daha sonra Napolyon ile imzalanan dostluk antlaşması ile tekrardan düzelmiştir. 1789 yılında Fransa’da devrim hareketleri yaşanırken, diğer Avrupa devletleri gibi Osmanlı Devleti de bu olayı Fransa’nın iç sorunu olarak görmüş ve ilerleyişine karışmamıştır. III. Selim’in Fransa’ya duyduğu yakınlık ne denli ileri olursa olsun, olaylar çok kez onu ihtilale tepki göstermek zorunda bırakıyordu. 16. Louis’in idamı üzerine bir süreliğine Paris’e elçi atamadı. Thermidor’dan sonra İhtilalin sağa kaymasının ve Napolyon’un İmparator oluşunun Selim’e ihtilali daha sevimli kıldığını varsayabiliriz.[11] Devrim sonrası Fransa’da oluşan yeni rejimi devrimden 6 yıl sonra (1795) yılında tanımıştır.
Devrimin Osmanlı İmparatorluğu’na Etkileri
Devrim sonrası yaydığı fikirlerle, evrensel nitelikte olan Fransız Devrimi, Osmanlı İmparatorluğu dahil bir çok ülkeyi de derinden etkilemiştir. Elbette ki, bu devrimin Osmanlı için bazı olumlu etkileri de olmuştur; ancak olumsuz yönünden bakılırsa, devrimin etkileri devletin parçalanmasında bile etkili olmuştur. Devrim sonrası gelişen hürriyet, adalet, kardeşlik, eşitlik ve bireysel özgürlük kavramları, Osmanlı İmparatorluğu’nda da vücut bulmuştur. Devrimin Osmanlı’ya etkisi, 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Çünkü bu dönem, Osmanlı aydınlarının Batı ile yoğun etkileşim içinde olduğu dönemdir. Genelde Osmanlı aydınlarının Batı’nın düşüncelerine nüfuz etmeye başlamaları 17. yüzyıldan itibaren savaş meydanlarında pek çok yenilgiye uğramış bir İmparatorluk’ta temel bir yanlışlığın farkına varmış olmalarına bağlanabilir. Bunun yanında, laiklik hareketinin yayılmasının da aynı döneme rastlandığı görülmektedir. Bunun göstergelerinden biri, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın başvezirlik zamanında teoloji ve din konularında yayımlanmış kitapların sayısındaki azalmadır. İbrahim Paşa’nın iktidar yılları, Batı’dan ilham alınarak girişilen ilk reform denemelerine de sahne olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda Aydınlanma’nın ilk etkilerine politikalarında bütün boyutlarıyla yer vermiş ilk baş vezir İbrahim Paşa olmuştur.[12]
Devrimin ortaya çıkardığı ‘‘milletlerin kendi kaderini kendisi belirlemesi’’ prensibi (ulus-devlet anlayışı), devrimin Osmanlı’ya en büyük etkilerinden biridir. Çok-uluslu bir devlet yapısına sahip olan Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarında yaşayan milletler, 19. yüzyıl başlarında devrimin yaydığı milliyetçilik fikrini benimsemiş, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanma fikrinin temelleri de böylelikle oluşmuştur. Özellikle gayrimüslimler arasında yaygınlaşan bu düşüncelerin etkisiyle, Osmanlı’nın Avrupa topraklarındaki halklar kendi bağımsızlıklarını kazanma gayretine girişmişlerdir. Milliyetçilik akımının etkisiyle ve Rusya’nın kışkırtmaları ile Osmanlı’ya karşı ilk isyan eden millet Sırplar olmuştur. Ancak bağımsızlığını ilk kazanan millet ise 1829 Edirne Anlaşması ile Yunanlılar olmuştur. Daha sonradan;
- 1878’de Berlin Anlaşması ile Sırbistan, Karadağ, Romanya,
- 1908’de Bulgaristan,
- 1912’de I. Balkan Savaşı sırasında Arnavutluk,
- 1914-1918 I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’dan ayrılan son millet ise Araplar olmuştur.
Milliyetçilik hareketinin etkisiyle başlayan isyanlar, zamanla 3 kıtaya yayılmış Osmanlı’nın oldukça fazla toprak kaybetmesine neden olmuştur. Devletlerin isyanlar çıkararak ayrılmaya başlaması ile Osmanlı İmparatorluğu parçalanma sürecine girmiştir. Osmanlı’nın bu milletler karşısında hakimiyetini kaybetmesi devletin sonunu hazırlayan etkenlerden olmuştur. Devrim sonrası yayılmacı politika izleyen Fransa, Compo Formio Antlaşması ile İtalya’ya ait Arnavutluk sahillerindeki Venedik kalelerini ele geçirerek, Osmanlı’nın Avrupa’da sınır komşusu olmuştur. Yunan topraklarına yanaşan Fransızların yaydığı ‘‘özgürlük ve milliyetçilik’’ kavramları, Yunanlılar arasında yayılmaya başladı ve Osmanlı’ya karşı ayrılıkçı hareketlerin başlamasına öncülük etmiştir.
Devrim sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayan ayrılıkçı hareketlerin önlenmesi amacı ile pek çok ıslahat yapılmaya başlanmıştır. Osmanlı ıslahatları 18. yüzyılda başladığı halde, III. Selim döneminde ulaştığı düzeye daha önce hiç ulaşmamıştı. III. Selim’in yenilikçi kişiliğinin bunda büyük payı vardır.[13] Osmanlı devlet adamları, 18. yüzyıldan itibaren devletin çağın gerisinde kaldığının farkına varmışlardır. Yaptıkları ıslahat ile devleti eski ihtişamlı günlerine döndürmek istemişlerdir. Ancak başlatılan ıslahatın yetersizliği, istikrarsızlık, kaynak eksikliği ve Avrupa’da olup biten olayların tam manasıyla kavranamamasından dolayı istenilen sonucu alamamışlardır. Önceleri Avrupa’daki gelişmeleri göz ardı eden Osmanlı bürokratları, 18. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’nın kat etmiş olduğu yolun farkına vararak, kurtuluş yolunu Avrupa’nın bilim ve teknolojisinin Osmanlı ülkesine ithal edilmesinde görmeye başlamışlardır.[14] Tanzimat Fermanı modernleşme yolunda atılan adımın ilk resmi eseri denebilir. Bu ferman 3 Kasım 1839’da Sultan Abdülmecid tarafından imzalanmış Gülhane Parkı’da Mustafa Reşit Paşa tarafından halka sunulmuştur. Bu ferman, Fransız Devrimi sonrası yayınlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nden izler taşımaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk kez vatandaşlık hakları bu fermanda belirtilmiştir. Modernleşme yolunda atılan ilk resmi adımlardan olan bu fermanın yayınlanması ile yüzyıllardır büyük topraklara sahip olan koca Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’nın modernleşme hareketi etkisi ile dönemin önde gelen ülkelerinin Osmanlı’ya göre çok fazla yol kat etmesi ve Osmanlı’nın iç ve dış sorunlar nedeniyle gerileme dönemine girmesinin etkisini azaltmak amaçlanmıştır. Bu fermandan takriben 25 sene sonra, Kırım Savaşı sonrası imzalanan Paris Antlaşması sonrası Islahat Fermanı adından bir ferman daha yayınlanmıştır. Tanzimat Fermanı’nın devamı niteliğindeki Islahat Fermanı’nın yayınlanma amacı, milliyetçilik akımı etkisiyle Balkanlar’da isyan çıkaran gayrimüslim azınlıkları devlete bağlı hale getirmektir. Ferman din, dil ve ırk ayrımı yapmaksızın bir Osmanlı milleti yapmayı amaçlar.
Devletin çöküşünü engellemek için yayınlanan bu iki ferman maalesef bunu engelleyememiş, aksine hızlandırmıştır. Ferman gereği Avrupa toplumlarına ekonomik imtiyazlar veren Osmanlı’nın yerli sanayisi büyük ölçüde ölmüştür. Osmanlı, bu dönemde kötü ekonomisi ve borçları sebebiyle artık Avrupa’ya ekonomik açıdan bağımlı olmuştur. Bu nedenlerden dolayı ise devletin çöküşü hızlanmıştır. Çıkar ilişkilerinin yanı sıra Avrupa ile ilişkiler oldukça ilerlemiş, Tanzimat döneminde Avrupa’ya pek çok öğrenci eğitim için gönderilmiştir. Avrupa’yı oldukça iyi tanıyan genç nüfus, Osmanlı’nın kurtuluşunu ‘‘Meşrutiyet’’ rejiminde bulmuştur. Daha sonra meşrutiyet isteyen ‘‘Genç Osmanlılar’’ teşkilatı kurulmuştur.
Genç Osmanlılar (Jön Türkler), Fransız Devrimi’nin Aydınlanmacı filozoflarından etkilenmiş ve Osmanlı’nın çöküşünü engellemek amacı ile birçok yenilikte imzası bulunan kişilerdir. Genç Osmanlılar’ın fikir yapısının oluşmasında dönemin şartları da önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu bilen ve memnun olmayan Genç Osmanlılar’ın yanında, bir de, bu çatı altında yaşayan fakat devletin gidişatını pek umursamayan halktan kimseler de vardır. Osmanlı halkı denen ortak bir anlayışın olmamasının sebebi ise, bu topraklarda yaşayan halkın -din, dil, ırk farklarının- çok çeşitli olmasından kaynaklanmaktadır. Genç Osmanlılar’ın öne sürdüğü bir diğer kavram da, Fransız milliyetçiliğine karşı Osmanlıcılık fikridir. Genç Osmanlılar’ın uzun yıllarca devam eden ön plandaki faaliyetleri, meşrutiyet ve hürriyet fikirleri gibi görünse de, aslında her grup ve şahsın ayrı ayrı maksatları vardı. Genç Osmanlılar’ın faaliyetleri Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hızlandıran belli başlı sebeplerden biri olmuştur. Batı dünyası karşısındaki tavırların taklitten öteye geçememesi, devlet kademelerinde yer almak, meşhur olmak, hatta kendi ailelerini hanedan ailesi yapmak için azınlıklarla, eşkıyalarla, Rum-Ermeni çeteleriyle ve Avrupa devletleriyle işbirliği yapmaktan çekinmemeleri bu faaliyetlerin en acı tarafı olmuştur. Netice olarak, Osmanlı topraklarındaki sulh ve sükûnu, dört bir yandan patlak veren ihtilaller, isyanlar, hükümet darbeleri ve savaşlarla yok etmişler, çıkarılan idaresizlik, kargaşa ve savaşlar ortamı içinde milletin felaketini hazırlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile Genç Osmanlılar faaliyetinin sonu gelmiş ve Genç Osmanlılar yurtdışına kaçmışlardır. Sonuçta, Genç Osmanlılar’ın yayılması; aktivizm, milliyetçilik, siyasi sorumluluk ve anayasal demokrasi ilkeleri üzerine inşa edilmiş bir siyasi bilinçlenmeyi sağlamıştır. Bunun yanılsamaları da 1876 yılında Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinde ve aynı yıl Osmanlı Anayasası’nın hazırlanmasında kendisini göstermiştir.’’[15]
Genç Osmanlılar (Jön Türkler)
Tanzimat döneminin başlamasıyla birlikte Avrupa’ya öğrenciler gönderilmişti. Bu öğrenciler, Avrupa medeniyetini görmüş, tanımış ve bunlardan etkilenerek Osmanlının kurtuluşunu Meşrutiyet’te görmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik sorunları, 17. yüzyıldan itibaren toprak kaybetmesi ve sürekli bütçe açığı vermesiyle başlamıştır. Avrupa devletleriyle imzalanan serbest ticaret antlaşmalarıyla ülkeye giren mallardan düşük gümrük vergileri alınmış, bu hem devletin gelirlerini azaltmış, hem de yerli sanayinin gerilemesine yol açmıştı. Ekonomik sıkıntıların yanı sıra, özellikle 1789 Fransız Devrimi’nin etkisiyle yayılan özgürlükçü düşünceler ve milliyetçilik akımları Osmanlı İmparatorluğu’nu da sarsmıştır. Balkanlar’da 19. yüzyılda bağımsızlık talebiyle ayaklanmalar çıkmış, Balkanlar’da ve Orta Doğu’da çıkar çatışmaları içindeki Avrupa devletleri ile Çarlık Rusya’sı da zaman zaman bu hareketleri desteklemişlerdir. Bu devletler, Osmanlı sınırları içindeki Müslüman olmayan halkların durumlarının düzeltilmesi gerekçesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nu reformlar yapması için de zorlamışlardır.
Böylece, Genç Osmanlılar’ın baskısıyla, Sultan II. Abdülhamid, 23 Aralık 1876 yılında Kanun-i Esasi’yi ilan ederek tahta çıktı. Böylece, Osmanlı İmparatorluğu meşruti yönetime geçmiş bulundu. Meşrutiyet’in ilan edilmesinin nedenleri kısaca şu şekilde özetlenebilir:
- Genç Osmanlıların yaptıkları faaliyetler ve çalışmalar,
- Osmanlı topraklarında yaşayan ulusların isyan etmelerini önlemek ve Hristiyan azınlıkların imparatorluktan ayrılmasını engellemek,
- Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasına engel olmak,
- Avrupalı devletlerin İstanbul Konferansı’nda Osmanlı aleyhine karar almalarının önüne geçilmek istenmesi.
Sultan II. Abdülhamid, 1877- 1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı (93 Harbi) bahane ederek daha sonra meclisi kapattırmıştır. Mebuslar Meclisi’nin kapatılmasına karşı 1889 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulmuş, kısa zamanda İttihat ve Terakkı yurt içinde ve dışında genişlemiş, Genç Osmanlılar’ın Paris grubunu da içine almıştır.
II. Meşrutiyet ilanı sonrası basılan Fransızca bir kartpostal (Enver Paşa’nın resmi var)
Jön Türkler’in devamı niteliğindeki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) baskıları sonucu, Sultan II. Abdülhamid 1908 Reval Görüşmeleri sırasında meşrutiyeti yeniden ilan etmiş ve ‘‘Osmanlıcılık’’ fikri devlet üzerinde etkili olmaya başlamıştır. II. Meşrutiyet ile yönetimi fiilen ele geçiren İttihat ve Terakkiciler, 1913 Bab-ı Ali baskını ile iktidarı resmen ele geçirmişlerdir. Bir takım yeniliklerle yürürlüğe giren anayasaya göre; Padişah’ın meclisi açma ve kapatma yetkisi sınırlandırılmış, hükümet meclise karşı sorumlu hale gelmiş, devlet kademelerine gelebilmek için Müslüman olma şartı da kaldırılmıştır. Bu dönem ağırlıklı olarak İttihat ve Terakki hükümetlerinin yönetiminde geçmiştir. İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’dır. Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu, Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları’na girdi. Üç savaştan da yenilgiyle ve toprak kayıplarıyla çıktı. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından VI. Mehmet, İtilaf Devletleri’nin baskısıyla 21 Aralık 1918’de parlamentoyu kapattı. Bu dönem Osmanlı’nın sonunu yavaş yavaş hazırlıyordu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucu üyeleri
Sonuç
Fransız Devrimi, özellikle devrim sonrası pek çok politik sonuç doğurmuştur. Devrimin yarattığı bu politik sonuçlar, önce Avrupa’da etkisini göstermiş, daha sonra da tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Devrimin özellikle düşünsel etkileri diğer devletlerce ve halklarca da genelde benimsenmiştir. Devrim, Fransa’da yüzlerce yıldır otoritesini sağlayan mutlak Krallığın sonunu getirmiştir. Aydınlanma çağı etkisiyle de gelişen fikirler, devrim ile vücut bulmuştur. Devrimin nedenleri arasında, düşünsel nedenler ve ekonomik nedenler daha ağır basmaktadır. Fransa’nın o dönem gelişen Avrupa ekonomisinden geri kalması ve Kral’ı insanların önünde bir kısıtlama olarak gören halkın devrimi başlatması, kısa sürede gelişen bir süreç değil, aksine uzun yıllar uğraşılan bir çabanın ürünüdür. Devrim, kendinden önceki iki büyük tarihi olaydan da izler taşımaktadır; Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve İngiltere’de görülen meşruti monarşi rejimi. Devrim sonrası yayınlanan bildiride, Amerikan bağımsızlığı sonrası yayınlanan ‘‘İnsan Hakları Sözleşmesi’’nden izler görülmektedir. İngiltere’deki Kral’ın yetkilerinin sınırlandırılması ve halkın da yönetimde söz sahibi olduğu yönetim biçimi Fransız halkı içinde örnek teşkil etmiştir. Zira halk, o dönemde yönetimde söz sahibi olmak istiyordu.
Devrimin gerçekleştiği yıl Osmanlı tahtına çıkan ve “yenilikçi Padişah” olarak da bilinen Sultan III. Selim, Avrupa’daki bu gelişmeleri yakından takip etmiş, devletin devamlılığı için pek çok yenilik yapmanın gerekliliğini öne sürmüştür. Nitekim öyle de olmuştur. III. Selim döneminde başlayan yenileşme hareketini ondan sonraki Padişahlar da devam ettirmiştir. Devrimin etkisiyle bağımsızlıklarını kazanmak isteyen ve isyan çıkarmaya başlayan Osmanlı’nın Avrupa topraklarında yaşayan halkların isyanını bastırmak, Türklere ve Müslümanlara verilen hakların onlara da verilmesi amacıyla Tanzimat Fermanı 1839’da ilan edilmiştir. Fermanda, Fransız Devrimi sonrası yayınlanan bildiriden izler görülmektedir. Bu yenileşme çabasını Islahat Fermanı takip etmiş, meşrutiyet denemeleri dahi yapılmış, ancak devletin çöküşü önlenememiştir. Özellikle devrim sonrası gelişen ve azınlıklara örnek olan milliyetçilik fikri, çok-uluslu yapıya sahip olan Osmanlı’da isyanların başlamasına yol açmış ve bu isyanlar ve geçirdiği savaşlar sonucu iyice yıpranan 623 yıllık devlet, artık tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştır.
Faruk SETEN
İstanbul Gedik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğrencisi
KAYNAKÇA
- Akşin, Sina (1994), ‘‘Fransız İhtilalinin II. Meşrutiyet Öncesi Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri Üzerine Bazı Görüşler’’, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Sayı: 3, ss. 23-29.
- Arslan, Abdullah (2013), ’’Fransız Devrimi ve 1789 İnsan Hakları Bildirisi’’, Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Dergisi , Birikimler, ss. 9-27.
- Duman, Zeki (2008), ‘‘Fransız Devriminin Politik Sonuçları ve Tocqueville’nin Devrime İlişkin Görüşleri’’, Sosyoloji Dergisi, Sayı: 19, ss. 103-119.
- https://www.britannica.com/event/French-Revolution, (20.12.2017).
- Mardin, Şerif (1989), ‘‘Fransız Devrimi’nin Osmanlı İmparatorluğu Üzerindeki Etkileri’’, Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Çev. Kemal Berkarda, sayı: 41, Şubat 1989, ss. 57-76.
- Özdemir, Yavuz & Çiydem, Erol & Aktaş, Elif (2014), ’’Tanzimat Fermanı’nın Arka Planı’’, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt 22, (Ocak 2014), ss. 321-338.
- Yakut, Kemal (1999), “Fransız İhtilâli”, Çağdaş Dünya Tarihi, Ünite 4, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, ss. 69-83.
[1] “Büyük Devrim”, Osmanlı literatüründe Fransız Devrimi için kullanılan ifade.
[2] Radikal Devrimciler.
[3] Zeki Duman (2008), ‘‘Fransız Devriminin Politik Sonuçları ve Tocqueville’nin Devrime İlişkin Görüşleri’’, Sosyoloji Dergisi, Sayı: 19, s. 109.
[4] Abdullah Arslan (2013), ’’Fransız Devrimi ve 1789 İnsan Hakları Bildirisi’’ ,Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Dergisi , Birikimler 4, s. 9.
[5] Kemal Yakut (1999), “Fransız İhtilâli”, Çağdaş Dünya Tarihi, Ünite 4, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, s. 76.
[6] A.g.e., s. 74.
[7] A.g.e., s. 70.
[8] A.g.e., s. 72.
[9] https://www.britannica.com/event/French-Revolution, (20.12.2017).
[10] Şerif Mardin (1989), ‘‘Fransız Devrimi’nin Osmanlı İmparatorluğu Üzerindeki Etkileri’’, Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Çev. Kemal Berkarda, sayı: 41, Şubat 1989, s. 65.
[11] Sina Akşin (1994), ‘‘Fransız İhtilalinin II. Meşrutiyet Öncesi Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri Üzerine Bazı Görüşler’’, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Sayı: 3, s. 25.
[12] Şerif Mardin (1989), ‘‘Fransız Devrimi’nin Osmanlı İmparatorluğu Üzerindeki Etkileri’’, Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Çev. Kemal Berkarda, sayı: 41, Şubat 1989, s. 59.
[13] Sina Akşin (1994), ‘‘Fransız İhtilalinin II. Meşrutiyet Öncesi Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri Üzerine Bazı Görüşler’’, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Sayı: 3, s. 24.
[14] Yavuz Özdemir & Erol Çiydem & Elif Aktaş (2014), “Tanzimat Fermanı’nın Arka Planı”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt 22, (Ocak 2014), s. 322.
[15] Şerif Mardin (1989), ‘‘Fransız Devrimi’nin Osmanlı İmparatorluğu Üzerindeki Etkileri’’, Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Çev. Kemal Berkarda, sayı: 41, Şubat 1989, s. 71.
One Comment »