Yunanistan, “enerji işbirliği” adı altında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail ve Mısır’la ayrı ayrı anlaşmalar imzalayarak ve ittifaklar kurarak Türkiye’nin Akdeniz’deki varlığını görmezden gelirken, Türkiye de bu duruma karşı bir hamle olarak Yunanistan’ın Rodos ve Girit gibi adalarının varlığını görmezden gelerek, 450 km güney batısında bulunan Libya’nın meşru Fayiz es-Serrac hükümeti ile deniz yetki alanlarını öngören bir mutabakat imzaladı. Türkiye’nin gerçekleştirmiş olduğu bu mutabakatı geçersiz kılma çabası içerisinde faaliyet gösteren Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ise, bu hedefi doğrultusunda Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün ve Güney Kıbrıs’ı ve akabinde de Bingazi’deki General Halife Hafter’i ziyaret ederek, bu ülkelerde Türkiye’nin Libya ile imzalamış olduğu mutabakatın geçersiz olduğu görüşüne sahip olduklarını açıkladı. Bu açıklamaları takriben, Mısır ve İsrail de mutabakata karşı çıkan açıklamalar yaparken, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, “Türkiye-Libya mutabakatına karşıyız; ancak bu, İsrail ile Türkiye’nin çatışacağı anlamına gelmez” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Türkiye-Libya arasında imzalanan anlaşmaya baktığımızda; stratejik hususta ilk olarak Türkiye atmış olduğu bu adım ile beraber Doğu Akdeniz bölgesinde kendisini çevrelemeye çalışan Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İtalya, İsrail, Mısır ve diğer ülkelere karşı Libya üzerinden saha kazanarak, bu bölgede aktif şekilde yer aldığının ve alacağının sinyallerini vermiştir. Tabii ki, bu olayı Kıbrıs meselesinden ayrı bir şekilde değerlendirmek de mümkün görünmemektedir. Çünkü bu mutabakat dahilinde, Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi arasındaki bağlantı da kesilmiştir. Dolayısıyla, Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs doğalgaz kaynaklarındaki hakları da bu anlaşma ile savunulmaktadır.
Türkiye-Libya mutabakatı (kıta sahanlığı)
Bu mutabakata yanıt olarak, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan arasında Atina’da bir “Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı Projesi” imzalanmıştır. Bu projeye baktığımızda; “East Med Pipeline” projesi, İsrail’de yer alan Levant Havzası açıklarında bulunan doğalgaz rezervlerinden başlayarak yaklaşık 1.500 kilometrelik bölümünün deniz altında olmasıyla beraber toplamda 2.000 kilometre uzunluğundaki güzergâhı Kıbrıs, Girit Adası ve Yunanistan üzerinden İtalya’ya kadar uzanan bir doğalgaz boru hattıdır. Bu proje ile beraber, Avrupa Birliği’nin doğalgaz ihtiyacının % 10’luk bir diliminin karşılanması beklenmektedir.
Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı (Eastmed) güzergâhı
Yunanistan’ın başkenti Atina’da gerçekleştirilen imza töreninde, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gibi üç önemli ülke, Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji konularını değerlendirdikten sonra birçok konuda anlaşmaya vardılar. Atina’da düzenlenen 1. Enerji Bakanları Toplantısı’nda ise, Yunanistan Çevre ve Enerji Bakanı Costis Hatzidakis, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Enerji, Ticaret ve Sanayi Bakanı George Lakkotripis, İsrail Enerji ve Su Kaynakları Bakanı Yuval Steinitz ve ABD Enerji Kaynakları Dışişleri Bakanı Francis Fannon yer aldılar. Çeşitli açıklamaların yer aldığı toplantıda, Yunanistan Enerji Bakanı Costis Hatzidakis, gerçekleştirilen toplantının “Uluslararası hukuk ve daimi antlaşmaların lehine olduğunu ve bölgedeki istikrar ve işbirliğini hedeflediğini” açıkladı. İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz ise, İsrail’den Mısır’a gaz ihracatının birkaç hafta içinde başlayacağını belirterek, “enerjinin Kıbrıs’ta olduğu gibi gerginlikler yaratabileceğini” söyledi. İsrailli Bakan, “Kıbrıs’ın enerji kaynaklarını kullanma hakkını destekliyoruz” dedi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Enerji Bakanı George Lakkotripis ise, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaptığı sondaj çalışmalarını ulusal sulardaki ihlal olarak değerlendirdi ve Yunanistan, ABD ve İsrail’in kendilerine verdiği destekten memnuniyetini dile getirdi. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Enerji Kaynaklarından Sorumlu Müsteşarı Frank Fannon ise, enerjinin bölgede daha geniş siyasi istikrar için bir köprü olabileceğini vurguladı.
GKRY, Yunanistan, İsrail devlet liderleri ve ilgili Bakanlar
Avrupa Birliği’nin de desteklediği ve Ortak İlgi Projeleri kapsamında teknik çalışma maliyetlerine katkıda bulunduğu East Med Projesi, Amerika Birleşik Devletleri tarafından da destek görmektedir. Projenin imza töreninin ardından kısa açıklamalarda bulunan liderlerden Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, bu projenin kimse için tehdit olmadığını belirterek, projenin bölgedeki barış ve istikrara katkıda bulunacağını belirtti. Açıklamasına Amerika Birleşik Devletleri’nin de bu projeyi desteklediğini ekleyen Miçotakis, Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı’nın varlığının Avrupa enerji güvenliğini güçlendireceğini ifade etti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise, bu proje ile birlikte Doğu Akdeniz’deki istikrarın artacağını ileri sürerek, bugünün hatırlanacağını ve projenin üçüncü bir taraf için tehdit olmadığını belirterek, İsrail için bunun tarihi bir gün olduğunu konuşmasına ekledi. Projeyi imzalayan bir diğer devlet olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiades de, konuşmasında bölgedeki gelişmelerin son derece önemli olduğunu ve bugünün tarihi bir gün olduğunu ifade ederek, “Geliştirdiğimiz ortaklıklar herhangi bir üçüncü ülkeye yönelik değil. Doğu Akdeniz Bölgesi’nde barış ve güvenlik arayışını güçlendiriyor.” şeklinde ifadelerde bulundu. Ancak bu üç liderin de konuşmalarında geçirmiş olduğu anlaşmanın herhangi bir devlete karşı olmadığı söylemi, bence Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Libya Tezkeresi’nin kabulü ile aynı günde imzalanan Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin masumiyetini sorgulatır niteliktedir. Bu proje dahilinde Doğu Akdeniz’e kıyısı olan tüm ülkelerle işbirliğine açık olduklarını dile getiren Yunanistan Enerji Bakanı Kostis Hadjidakis’in bu ifadeleri, bölgede yaşanılan siyasi, ekonomik, sosyal ve diplomatik krizler göz önünde bulundurulduğunda, bu sözlerin yalnızca bir söylemden ibaret olduğunu göstermektedir.
Hami Aksoy
Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’ne Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, Bakanlığa yöneltilen bir soruya bu projenin imzalanmasının bölgede Türkiye’yi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni dışlamaya çalışan beyhude adımların örneği olduğunu vurgulayarak, bu gelişmelere şu şekilde cevap vermiştir: “Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye’yi ve Kıbrıs Adası’nın doğal kaynakları üzerinde eşit haklara sahip olan Kıbrıs Türklerini yok sayan hiçbir proje başarılı olamayacaktır. Bu hususu bir kez daha uluslararası toplumun dikkatine getiriyoruz. Doğu Akdeniz’de bulunan doğal kaynakların değerlendirilmesinde ve ülkemiz dahil Avrupa’daki tüketim pazarlarına iletilmesinde en ekonomik ve güvenli güzergah Türkiye’dir. Buna rağmen, hem bize, hem Kıbrıs Türklerine işbirliği kapılarının kapatılması, aslında bazı ülkelerin işbirliği yerine kısır siyasi hesaplar peşinde koştuğunun açık göstergesidir. Bu tür kirli hesapların geçmişte olduğu gibi gelecekte de tutmayacağını proje sahiplerine hatırlatırız.”
Doğu Akdeniz bölgesinin, Akdeniz ticaretinin kontrol edilmesi hususunda kritik ve stratejik öneme sahip bir bölge olmasıyla birlikte, yine aynı öneme sahip Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin güvenliği açısından Türkiye’nin bu bölgedeki varlığı önem arz etmektedir. Jeostratejik öneme sahip olan bu bölge, aynı zamanda 21. yüzyılın başlarından bugüne dek enerji kaynaklarının özellikle doğalgaz rezervlerinin varlığı açısından da önemli bir coğrafyadır. Bu potansiyele sahip bu bölge, bölge ülkelerinin yanı sıra, uluslararası şirketlerin de ilgisi çekmiştir. Bölgede yapıcı ilişkileri geliştirmeye özen gösteren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tüm çabalarına rağmen, Avrupa Birliği, Yunanistan’ın etkisi altında bulunan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ilişkilerin geliştirilmesinden ziyade çözümsüzlüğün artmasından yana tavır takınmaktadır. Bölgede, Yunanistan’ın Avrupa Birliği gibi uluslararası güçleri yanına alarak ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarını ve Türkiye’yi göz ardı ederek tek taraflı adımların atması elbette ki sürdürülebilir olmayan ve bölgede yeni krizlerin oluşmasına sebebiyet verecek faaliyetleri doğuracaktır. Tüm bunları yaparken, Atina’nın, temelde politikalarını 1982 Uluslararası Deniz Hukuk Sözleşmesi’nin hakkaniyet ve kıyıdaş ülkelerin ortak çıkarlarını göz önüne almakla beraber, egemen alanı belirleme ilkelerini de göz ardı ederek, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip olan Türkiye’yi dar bir alana hapsetmeye çalışması elbette ki karşılıksız kalacaktır. Bunun yanı sıra, Avrupa Birliği üyesi bazı ülkeleri yanına alarak, uluslararası enerji şirketlerini sahaya sokarak bu ülke ve organizasyonları Türkiye ile karşı karşıya getirme çabaları içerisine girmeleri, Türkiye’nin hem hukuki, hem diplomatik, hem de askeri dış politika adımları ile engellenmeye çalışılmaktadır. En nihayetinde bu bölge Türkiye’siz, Türkiye’nin pasif bırakıldığı bir alan olarak görülemez ve bu bölgedeki hiçbir faaliyet “oldu bitti”ye getirilemez.
Oğuzhan MANİOĞLU