“Türk Birliği” veya “Turancılık” dediğimizde, Türk kökenli halkların (dil, din, soy ve ülkü ortaklıkları olan) bir arada olmasını, ortak hareket etmesini, ortak siyasi ve ekonomik kararlar almasını tanımlayan, başka bir deyişle, onların ekonomik, siyasi ve askeri anlamda güçlerini birleştireceği bir birlik kastedilmektedir. Türk Birliği, tarihi bir fikri geçmişi olan, lakin pratik verilerle donatılmamış bir fikir olarak şu an önümüzdedir. Bu durumun objektif ve sübjektif nedenlerini ve gerçeklerini de okumak gereklidir. Türk Birliği fikri, hayali bir siyasal yaklaşım olarak değil, somut adımlarla hedefe varılması mümkün bir fikir olarak görülmelidir. Lakin bu fikrin içi doldurulamazsa, toplumun tüm katmanlarının dünya görüşü buraya yansımazsa veya sadece hükümetlerin bakış açısıyla dizayn edilirse, bu fikir, sadece güzel bir ütopya olarak hayallerimizi süsleyecektir.
Azerbaycan ve Türkiye için, Türk Birliği fikrinin içerisini doldurmak konusunda, kendilerine siyaseten en yakın ülkelerden (yani birbirlerinden) başlamaları gerektiği bir gerçekliktir. Kazakistan da, bu anlamda, iyi bir potansiyel barındırmaktadır. Bu ülkeler, hem yönetimleri, hem de toplum bilinçleri açısından, bu fikre somut geçişi kolaylıkla sağlayacak nitelikler taşımaktadır. Lakin unutulmaması gereken önemli bir husus şudur ki; uzun yıllardır bu alanda engelleme çalışmaları yapan Batılı güçler ve elbette ki Rusya vardır. Bunların yanı sıra, İran da bu konuda ciddi çalışmalar yapmaktadır. Elbette, bu coğrafyadaki Türk soylu halkların ciddi baskılara mazhar durumda olduğu da sır değildir. Bu baskılar altında dengeyi koruma gayretinin zorluğu, eski Sovyet mekanizmalarının halen işler durumda ve buna uygun mantalite ve zihniyetin halen zinde olması, Türk devletlerinde bilinen gerçeklerdir ve Türk Birliği fikri konusundaki en büyük engellerdir.
Türk Birliği, genel anlamıyla, Türkçe konuşan devletlerin biraraya gelerek Avrupa Birliği’ne benzer bir yapı oluşturabileceğine yönelik bir fikir oluşumudur. Bu fikir oluşumlarının çoğu duygusal temellere ve Türkçülük ideolojisine dayanır. Ancak her siyasi görüşün gerçekte ekonomik bir temeli olur. Avrupa Birliği benzeri Türk Birliği görüşü ise, henüz ekonomik bir temelden yoksundur. Ancak güçlü kültürel, tarihi ve manevi temelleri ve duygusal boyutunun olduğu tartışılmaz bir gerçekliktir. Ekonomik temellerin geliştirilmesi, zaman içerisinde böyle bir uluslararası örgütünün kurulmasını imkân sağlayabilir. Burada, bizce, enerji sektörü kritik bir rol oynayabilir.
Bunların yanı sıra, Türk Birliği kavramı, bütün Türk Dünyası’nda aynı şekilde anlaşılmamaktadır. Bu kavram, Türkiye ve Azerbaycan gibi Batı’ya daha yakın Türk ülkelerinde güçlü bir birlik olarak anlaşılır ve toplumdan destek görür. Rus işgalinde kalmış Orta Asya’daki Türk ülkelerinde ise, Rus Çarlığı ve Sovyetler Birliği propagandası nedeniyle, Türk Birliği fikri, Türkiye’nin güdümüne ve işgaline uğramış bir ülkeler birliği olarak tanıtılmıştır. Sibirya ve Orta Asya Türkleri, gerçek bir Türk Birliği düşüncesini henüz tam olarak anlayamamışlardır. Bu da, Türk Birliği’ne karşı olan Rusya, Çin ve İran gibi devletlerin politikalarına uygun düşmektedir. Türk Dünyası içerisindeki bu farklı algılamalar, Türk Birliği için Türk Dünyası’nı fikirde ayırmaya yönelik olduğundan büyük engel oluşturur.
Türkçülük ise: Türklük şuuruna ve Türklük bilincine ermek, Türk milletini yükseltmek ve yüceltmek, Türk ellerinde yaşayan dünya Türklerini kardeş bilmek ve Türk Birliği (Turan) ülküsünü gerçekleştirmektir. Aydınların Türk toplumunu bilinçlendirmek için gerekli tedbirleri ve yöntemleri düşünmeleri, bunu gerçekleştirecek sistemli çalışmaları planlamaları, sonra da onları hayata geçirmeleri gerekiyordu. İşte bu amaçlarla 1912 yılında kurulan Türk Ocağı çatısı altında buluşan Türk milliyetçileri, çözüm olarak Türkçülük ideolojisini ortaya koydular. Ulu Önder Atatürk’ün “fikirlerimin babası” dediği Ziya Gökalp ile birlikte İsmail Bey Gaspıralı, Ali Bey Hüseyinzâde, Ahmet Bey Ağaoğlu ve Yusuf Akçura gibi şahsiyetler, hem Türk milliyetçiliği fikrinin, hem de Türk Dünyası’na olan ilginin yayılmasında önemli etkide/katkıda bulunmuşlardır. Alparslan Türkeş’in “‘Dilde, fikirde, işte birlik’ şiarı daima yolumuzu aydınlatan bir düstur olmalıdır” dediği Gaspıralı İsmail Bey, çıkardığı Tercüman Gazetesi ve yazdığı yazılar ile Türk dünyasına büyük hizmetlerde bulunmuştur. Kültürel ve siyasî Türkçülüğün Azerbaycan’da ilk yayıcısı olan Ali Bey Hüseyinzâde’nin ise, Ziya Gökalp ve arkadaşlarına Turancı fikirlerin aşılanmasında büyük rolü olmuştur.
Türkçülüğün yaranması meselesine genel olarak bakarsak görebiliriz ki, Türk Birliği’ne ya da Turan’a dönüş, XIX. yüzyılın sonları ve XX. asrın başlarında ciddi anlamda ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Azerbaycan Türk bilgini Ali Bey Hüseyinzâde’nin kaleme aldığı bir şiirde, Turan fikri açık şekilde savunulmuştur. Ali Bey Hüseyinzâde’nin “Türkler kimdir ve kimlerden ibaretdir” eseri ise, bizce, artık Turancılığa ve Türk-Turan medeniyetine giriş niteliğindeydi. Çünkü bu eserde, “ecdadımızın müşterek menşeyi Turan”a ışık tutulmaya çalışılıyordu. Daha sonra, Ali Bey Hüseyinzâde, 1904 Kasım’ında Mısır’da yayınlanan “Türk” gazetesine gönderdiği “Mektubi-mahsus” makalesinde, bazı istisnaları dikkate almazsak, Yusuf Akçura’nın “Üç tarzı siyaset” eserindeki “Osmancılık, İslamcılık ve Türkçülük” ideolojisi ile razılaştığına işaret etmiştir. Öyle ki, Hüseyinzade de Yusuf Akçura gibi “Osmanlı milleti” fikrini reddederek, dikkatini modern ruhlu İslamcılık ve Türkçülük üzerinde cemleşdirmiş ve yeni ideolojinin İslam-Türk kavramlarının bütünlüğü etrafında oluşumunu önemli saymıştır. Bu açıdan, Hüseyinzâde, kültürel birlik olarak İslam’ı ve Türklüğü bir bütün olarak gördüğünü ifade etmiştir. Bunun devamı olarak, Ali Bey Hüseyinzâde, “Füyuzat” dergisinde, -1906-1907 yıllarında- “İslam itikadlı, Türk kanlı ve Avrupa kiyafeli bir insan olalım” sloganını ileri sürmüştür. Mehmed Emin Resulzade, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Mirze Bala Memmedzade ve başkaları da kabul ederler ki, Hüseyinzâde bununla da tüm Türk halklarının ortak mefkuresine çevrilen “Türklük, İslamlık ve Çağdaşlık” düşüncesinin temelini oluşturmuştur. Hüseyinzâde’nin bu “üçlü” formülüne göre, her Müslüman Türk modern ruhlu, milli ve dini birlikten çıkış etmelidir.
Ali Bey Hüseyinzâde, Ahmet Bey Ağaoğlu ve Ziya Gökalp’ın “Türklük, İslamlık ve Çağdaşlık” üçlü düsturunu, yani birbirine yakın ve çelişkili mülahizelerini Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu Mehmet Emin Resulzade bir ideolog gibi umumileştirebilmiştir. Bunu, Resulzade’nin Azerbaycan Türk bayrağının anlamı ile ilgili kitapta yer alan özel notu, açıklaması da teyit ediyor: “Azerbaycan bayrağındaki mavi renk-Türklüğü, yeşil renk-Müslümanlığı, al renk-Teceddüd (yenilenme – F.E.) ve devrim sembolü olmak hesbile asrliyi temsil eder ki, muhterem Ziya Gökalp Bey’in “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Batı medeniyetindenim” formülünü ifade etmiş olur.” Bu analizin esas gayesi şudur ki; Azerbaycan, Türk Birliği ve Turancılığın merkezidir. Turancılık ya da Türk Birliği fikri öyle bir mefkuredir ki, bütün Türkleri, o cümleden Azerbaycan ve Anadolu Türklerini birbirine bağlıyor. Milli ideologumuzun deyimiyle, “Turancılık, Türkçülük edebi mesleki Türkiye ile Azerbaycan’ı birbirine bağlayan en dayanıklı bir bağ, metanetli bir ip vardı. Turancılık davası doğunca, millet beynelmilel İslamcılık ve federasyon formüllerini çıkarmış, sosyolojide de “Türklük, İslamlık ve Modernlik” gibi üç ayaklı bir slogan ortaya atılmıştır.
Türk Birliği fikrini destekleyen Mehmet Emin Resulzade, 1918-1920 yıllarında Azerbaycan’ın yanında olan Türkiye’yi daima savumuştur. Özellikle, Türkiye’nin kendisinin zor durumda olmasına rağmen, 1918 yılında Azerbaycan Türklerinin yardımına koşmasına ve onu Rus-Ermeni askeri birliklerinin elinden kurtarmasını Resulzade daima hatırlatmıştır. Örneğin, Türkler gelmeseydi, 1918 yılının Mart ayında Bakü’de gerçekleşen Mart olayının etkisi sadece Bakü’yle sınırlı kalmayıp, tüm Azerbaycan’nı istila edecekti, millet de genel katliama maruz kalacaktı. Bu da demektir ki, Azerbaycan Türklerinin hilasına koşan Anadolu Türk askerleri, Azerbaycan’ı kendileri için, hiç tereddüt etmeden “vatan” görmüş ve “vatan” uğruna şehit olmuşlardır. Bunun aynısını Azerbaycan Türkleri de Çanakkale’de yapmışlardır. Azerbaycan askerleri de Anadolu Türkleri ile bir yerde Türkiye’yi işgal etmek isteyen dış güçlere karşı, Çanakkalede, Kars’ta ve Erzurum’da birlikte savaşmış ve bir yerde de şehitlik mertebesine yükselmişler. Çünkü Türkler için, Türkiye, Azerbaycan, Türkistan (Orta Asya), Kerkük ve Tebriz bir diğer deyişle Turan tek vatandır, tek bayraktır, tek devlettir ve tek kültürdür.
Türk Birliği’ne giden yolda karşımıza çıkan sorunları netleştirmek gerekir. Birinci olarak, Türkiye ve Azerbaycan’ın, daha sonra da diğer Türk devletlerinin ortak dil meselesi çözülmelidir. Çünkü SSCB döneminde bu İmparatorluğun bünyesinde yaşamaya mecbur olan Orta Asya, Kırım, Tataristan, Kafkasya, Sibirya ve başka Türk toplumları arasında ekonomi, kültürel vb. ilişkiler hiç de kötü değildi. Lakin, bu dönemde Türk toplumlarının temel iletişim aracı Rus kültürü, Rus dili ve Rus edebiyatı idi. Kırgız, Özbek, Kazak, Türk, Türkmen, Tatar ve diğerleri işte mecburen Rus kültürü üzerinden birbiriyle iletişim kurmaktalar. Kuşkusuz, tüm bunlar ne kadar kolonizme hizmet etse de, bir ölçüde onlar birbirleriyle temas oluşturabiliyorlardı. Ancak bu ülkeler bağımsız olduktan sonra, nedense aynı düzeyde temasları oluşturamamaktadırlar. İkinci olarak, Türk devletlerinin bir araya gelmesi, “Türk devletlerinin zirvesi” olarak adlandırılmalıdır. Elbette, problem sadece zirvenin adı, ya da orada bir araya gelenlerin hangi dilde konuşmaları ile alakalı değildir. En önemli problem, bu Türk devletlerinin hakimiyetlerinden daha fazla, ayrı ayrı bağımsız ülkelerde yaşayan aynı soyu, dili, kültürü vb. paylaşan Türk halklarının birbirlerini hangi şekilde idrak etmeleri ve kabul etmeleri ile ilgilidir.
Burada ince bir mesele var. Bu da, Türkiye ve Azerbaycan Türklerinin aynı millet olması ve aynı dili paylaşımı ile ilgilidir. Kanaatimizce, aynı millet adını taşımak ve aynı dili paylaşmakla, hiçbir şekilde bir ülke başka bir ülkenin varlığını gölge altında bırakmaz. Aslında Türkiye Cumhuriyeti dahilinde yaşayanlar Türkiye vatandaşları ve Türk olduğu gibi, Azerbaycan Cumhuriyeti sınırları çerçevesinde yaşayanlar da Türktür. Ancak tüm bunların yanında, her iki bağımsız ülkenin vatandaşlarının büyük çoğunluğunun Türk kimliğini, Türk dilini ve Türk edebiyatını paylaşması çok doğal bir durumdur. Dolayısıyla, onlar bir millet de, iki millet de, hatta üç millet de olarak adlandırılsalar, yine de Türklüğü belirtmiş olabilirler. Eğer konu büyük Türk milletinin farklı kollarıysa, o zaman onlardan biri Azerbaycan, diğeri Türkiye, başka birisi Türkmenistan Türkleridir. Tüm bunları dikkate alarak düşündüğümüzde, Azerbaycan, Türk devletlerinin birliğinin oluşmasında aktif olarak yer almalıdır. İlk olarak, Azerbaycan Türklerinin milli kimliği olan Türk kimliği ve ulusal dili olan Türk dili bir şekilde Azerbaycan’ın Anayasası’nda belirtilmelidir. Bunu, bir zamanlar Azerbaycan Cumhuriyeti’nin liderleri devlet okullarında ortak Türk tarihi, Türk edebiyatı ve Türk kültürü öğretmekle Türk Birliği’nin taraftarı olduklarını bariz şekilde göstermiştir. Bu bakımdan, Azerbaycan Cumhuriyeti döneminde ortaya atılmış Türk Birliği kurulması fikri yeniden gündeme getirilmeli ve öncelikle bu adımı Azerbaycan ve Türkiye gibi iki lider ülke atmalıdırlar.
Nisa MAMMADOVA