20. yüzyıl ile zuhur bulan “Jeopolitik” veya “Jeopolitika” kavramı, 2000’li yıllardan sonra siyasi, ekonomik ve askeri alanlardaki hızlı değişim ve dönüşüm ile birlikte daha sık kullanılmaya başlandı. Aynı şekilde, uluslararası terörizm kavramı da günümüz yüzyılın ilk çeyreği (11 Eylül olayları) ile vücut buldu ve uluslararası terörizm devamlılık arz ederek Afrika jeopolitiğine fazlasıyla sirayet etti ve hâlâ ediyor. Bu süreçte özellikle bazı Afrika ülkeleri terörist grupların yuvasına dönüştü; El-Kaide, Eş-Şebab, Boko Haram ve DAEŞ (hala uzantıları var) gibi niceleri… ABD, Rusya, Çin ve AB olmak üzere diğer bazı büyük ülkeler ise, sözde terörle mücadele üsleri kurarak Afrika’da kriz ortamının oluşmasına zemin sağladılar. Keza bu üslerin bulunduğu ülkeler; Kamerun, Çad, Kongo, Güney Sudan, Uganda, Senegal, Tunus vesaire. Afrika’da sınırları cetvelle çizen küresel güçler Afrika halkının iç sorunlarını körükleyip çatışma çıkarmayı amaç edindiler yıllarca.
Afrika, birçok zenginlik kaynaklarını içinde barındıran kıta olmakla birlikte, ‘Yönetim’ bazında kaos ve kriz içinde olan devletleri de barınmaktadır. Afrika denilince, daha çok acı, kan ve gözyaşları ile yoğrulmuş topraklar gelir aklımıza. Yıllardır devam eden iç savaşlar ve daha sonra başlayan terör olayları, bölgede acıların katlanmasına, masum insanların ölümüne ve binlerce insanın yurtlarını-evlerini terk ederek mülteci durumuna düşmesine sebep olmuştur. Bu doğrultuda, küresel güçlerin ve uzantılarının (taşeron Körfez ülkeleri) kurgusal gizli ajandasında Sudan’ın da önemli bir hedef olduğu aşikârdır. Sudan’da yaşanan iki büyük iç savaş (1955-1972 ve 1983-2005) milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine ve yerinden yurdundan olmasına da neden olmuştur. Güney meselesinin merkezî bir rol oynadığı bu iç savaşlar, Sudan’ın maddi kaynaklarını adeta yutup tüketmiştir. 1970’lerin sonunda güney bölgelerinde petrolün keşfiyle birlikte durum daha da karmaşık bir hale gelmiştir. Önce ABD, sonra Çin gibi küresel aktörler, bu süreçte Sudan siyasetinde zuhur buldu. ABD, Güney Sudan’ın hamiliğine soyunurken Çin ise (askeri darbe yapılan) El-Beşir rejimine petrol karşılığı silah ve teknoloji yardımında bulunmuştur.
Ne var ki, 1983 yılından itibaren SPLA (Sudan Halk Kurtuluş Ordusu) liderliğindeki güneyli isyancı gruplarla Sudan Ordusu arasında devam eden çatışmalardan istedikleri sonucu alamamaları, her iki tarafı da müzakere masasına oturmaya zorlamıştır. 1990’lı yıllarla birlikte, bir yandan çatışmalar sürerken, bir yandan da El-Beşir hükümeti ile güneyli ayrılıkçılar arasında çok sayıda barış görüşmesi gerçekleştirilmiştir. Ve nihayetinde, 2005 yılında Etiyopya’da imzalanan kapsamlı barış anlaşması ile birlikte barış süreci başlamış, 2011 yılında ülkenin güney bölgelerinde referandum yapılması öngörülmüştür. Bu referandum sonucuna göre de, Güney Sudan’ın bağımsız olup olmayacağına karar verilmesi konusunda anlaşılmıştır. 2011 yılında Sudan’ın güney bölgelerinde yapılan bağımsızlık referandumu büyük bir halk katılımı ile gerçekleşmiş ve güneyli halk bölünme yönünde oy kullanmıştır. Böylece, ülke, resmen Sudan ve Güney Sudan olarak ikiye bölünmüştür.
Sudan, ne yazık ki emperyalist projeler ile ‘’Böl-Parçala-Yönet’’ doğrultusunda ikiye bölündü. Lakin 2013’ten 2018’e kadar Güney Sudan’da devam eden iç savaş, sorunların etnik ya da dini temelli olmadığını apaçık bir şekilde ortaya koydu. Durum böyle olmadığı halde yaşanan sorunlar, uzun yıllar boyunca bir Müslüman-Hıristiyan çatışması olarak takdim edilmişti. Her ne kadar, Batılılar, Güney Sudan’ı Hıristiyan-Animist bir devlet olarak takdim etmelerine rağmen, güneyde hâlâ çok sayıda Müslüman yaşamakta. Aynı şekilde, kuzeyde de Hıristiyan ve Animistler mevcuttur. Güney Sudan’ın bağımsızlık ilan ederken “Sudan” ismini kullanması ve Arapça konuşması da hâlâ Sudan’a hissettiği aidiyetin göstergesidir. Küresel emperyalizmin bölgedeki faaliyetleri Müslüman-Hıristiyan ayırt etmeksizin ekonomik kaygılara göre şekillenmekte. Bu sebepledir ki, aynı dili konuşan ve ortak kültür mirasına sahip Sudan halkı kavga eder hale getirilerek birbirlerine yabancılaştırıldı. Yani “Güney Hıristiyan’dır, kuzey ise Müslüman” söylemi gerçeği yansıtmıyor.
Sonuç olarak, küresel güçler tarafından Sudan ikiye bölünmesine rağmen, hâlâ Afrika’nın ikinci büyük toprak parçasına sahip bir ülkedir. Afrika kıtasının yetiştirdiği düşünür olan İbn-i Haldun ‘Coğrafya kader’dir, demişti. Sudan’ın kaderinde Kızıldeniz’e sınırı olduğundan dolayı Süveyş Kanalı (Akdeniz’e çıkış), Aden Körfezi (Umman Denizi ve Hint Okyanusu çıkışı) ve Nil nehri gibi suyollarına yakınlığı, ayrıca Ortadoğu ve Kuzey Afrika sahrasındaki ülkeler ile komşuluğudur. Jeostratejik konumdaki Sudan, küresel güçlerin kurgusalında ve gizli ajandasında yer bulmaya devam ediyor ve çok parçalı hale dönüştürülmek için. Diğer bir ifadeyle, Sudan’ın gerek kara bağlantısı, gerek deniz bağlantısı jeopolitiğin realitesi olmakla birlikte kaderidir de… Hele ki İsrail’in hedef gözetmeksizin topraklarını ‘’genişletme’’ politikası güden komşunuz var ise, bir defa değil çok defa düşünmek gerekir. Hakeza, artık devletleri çökertmenin kolay yolu küresel güçler tarafından oluşturulan uluslararası terörizm ile hedef ülkede kaos ve korku yaymak, algı oluşturmak ve amaçlara ulaşmak. Doğaldır ki, Sudan özelinde hâlâ gizli ajanda devam ediyor; Ortadoğu, Kuzey Afrika ve hatta Hint-Pasifik üzerine amaçlanan hedefler! Özellikle Sudan’da geçen yıl (2019) gerçekleştirilen askeri darbe ve arkasındakiler (küresel güçler, taşeron körfez ülkeler ve şahsiyetler) iyice irdelenmelidir. Ezcümle; satrançta piyon düz ve ileri doğru hareket etse de karşı oyuncunun taşlarını çapraz olarak yer. Sudan’ın çaprazındaki hangi ülkeler yenebilecek bir şekilde (Libya, Etiyopya, Somali, Suudi Arabistan, Eritre, Kenya, Yemen) gizli ajanda da?
Güney Ferhat BATI