Joseph Eugene Stiglitz (1943-)[1], 2001 yılında Nobel Ekonomi Ödülü kazanmış olan Amerikalı ünlü bir ekonomisttir. Bir dönem ABD Başkanı Bill Clinton’ın ekonomi danışmanlığını da yapan Stiglitz, Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı ve Başekonomistliğini de yapmıştır. Yıllardır Columbia Üniversitesi’nde ders veren Profesör Stiglitz, ekonomi alanında birçok önemli kitaba da imzasını atmıştır.[2] 12 Eylül 2018 tarihinde BI Norveç İş Okulu (BI Norwegian Business School) tarafından fahri doktora unvanına layık görülen Stiglitz, ödül töreni sonrasında burada “Reform: How Did China Succeed?” (Reform: Çin Nasıl Başarılı Oldu?) başlıklı bir konferans vermiştir. Bu yazıda, bu konferansta dile getirilen önemli görüşler özetlenecektir.
Konferans kaydı
Konferansın başında, ekonomistlerin yıllardır en iyi ekonomik düzen konusunda kafa yorduklarını ve bu konuda kapitalizm ve komünizm dışında birçok karma modelin (Yugoslavya sosyalizmi, değişik piyasa ekonomisi modelleri) bulunduğunu belirten Stiglitz, kendisinin ise bu konuşmada Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik modelini analiz edeceğini söylemektedir. Çin’in ekonomik modelini tarif etmede bazı zorluklar yaşandığını, ancak bu modelin birçok açıdan başarılı olduğunu herkesin kabul ettiğini belirten konuşmacı, Batı dünyasının Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından hatalı davrandığını düşünmektedir. Bu noktada Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu eserine atıfta bulunan ünlü ekonomist, kitapta vurgulanan Soğuk Savaş’ta Batı’nın başarılı olması nedeniyle yeni dönemde liberal demokrasi ve Batı tipi serbest piyasa ekonomisinin tüm dünyaya yayılacağı tezinin doğrulanmadığını belirterek, Soğuk Savaş’ın Batı lehine sona ermesini ABD ve Batı blokunun başarısından çok, komünizmin başarısızlığıyla açıklamaktadır. Gayrisafi milli hasılanın (GDP) ekonomik durumu ölçmede yetersiz kaldığını da vurgulayan Stiglitz, ABD’nin ekonomisi büyümesine karşın, çoğu Amerikalının bu gelişimden pay alamadığının altını çizmektedir. ABD’de tam zamanlı işi olan bir kişinin ortalama gelirinin -enflasyon da düşünüldüğünde- 42 yıl öncesiyle aynı olduğunu belirten konuşmacı, bu bağlamda yaşam standartlarında ilerleme olmadığını vurgulamaktadır. ABD’deki asgari ücretlerin de 60 yıl öncesindeki seviyelerde olduğunu söyleyen Stiglitz, bu anlamda ülkesinin ekonomik gelişiminin halkın çoğunluğuna fayda sağlayamadığını ima etmektedir. ABD’nin sağlık sektöründe arge ve yeni teknolojiler konusunda öncü olmasına karşın, ülkedeki yaşam beklentisinin de düşüşte olduğunu vurgulayan ünlü akademisyen, bunun özellikle üniversite mezunu olmayan beyaz erkekler için geçerli olduğunu belirtmektedir. Yaşam standartlarındaki düşüş nedeniyle, Anne Case ve Angus Deaton’ın ünlü eserlerinde “çaresizlik kaynaklı ölüm” (deaths of despair) olarak tanımladıkları duruma dikkat çeken konuşmacı, düşük gelirli Amerikalıların alkolizm ve uyuşturucu bağımlılığı gibi alışkanlıklar geliştirdiklerini ve bu yolla intiharların yaygınlaştığını söylemektedir. ABD tipi piyasa ekonomisinin bir başarısızlık örneği olduğunu da söyleyen ünlü düşünür, ABD Başkanı Donald Trump’ın siyasi başarısının da bunun sonucu olduğunu iddia etmektedir. Trump’ın siyasi çizgisinin “yeni bir tür faşizm” olmasından çekindiklerini belirten Stiglitz, ABD’de şimdilerde yaşananların 1930’larda Avrupa’da yaşananlarla benzerlikler gösterdiğini düşünmektedir. ABD nüfusunun yalnızca yüzde 30’unun fanatik Trump destekçisi olduğunu da bu noktada hatırlatan Stiglitz, Almanya’da Nazileri iktidara taşıyan Adolf Hitler’in de aslında yüksek oy oranlarına ulaşamadığını, ancak iş dünyası ve diğer muhafazakâr/sağ grupların desteğiyle ülkede zaman içerisinde mutlak hâkimiyetini kurduğunu söylemektedir. ABD’de iş dünyası temsilcileri ve muhafazakâr bazı grupların vergi kesintileri nedeniyle Trump’a destek verdiklerini vurgulayan konuşmacı, ABD’de halen herkese açık doğru düzgün bir sağlık sisteminin olmadığının da altını çizmektedir. Ülkesinde milyonlarca insanın sağlık güvencesi olmadığını da kaydeden Stiglitz, bu nedenle yaşam beklentisinin düşmeye devam ettiğini vurgulamaktadır.
Bu girişin ardından, ABD’nin aksine, Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki ekonomik sistemin gelişiminin başarılı olduğunu belirten Joseph Stiglitz, bu başarı nedeniyle Batılı gözlemcilerde Çin’in siyasal alanda demokratikleşme ve liberalleşme yönünde adımlar atacağı beklentilerinin oluştuğunu, ancak bunların şimdiye kadar gerçekleşmediğini söylemektedir. Yine de, Çin’in ekonomik başarısından Batılı ülkeler adına çıkarılabilecek dersler olduğunu düşünen Stiglitz, bu bağlamda ilk olarak Çin’in son 40 yılda gerçekleştirdiği ekonomik büyümenin dünyada eşi benzeri olmayan bir başarı olduğunu vurgulamakta ve Çin’in satın alma paritesi (PPP) anlamında ABD’yi şimdiden geçtiğini söylemektedir. Çin’in aynı zamanda dünyanın en büyük birikimine sahip ve en çok üreten ülkesi de olduğunu söyleyen ödüllü akademisyen, 40 yıl içerisinde bu ülkede 740 milyon insanın fakirlikten orta sınıflığa terfi ettiğini de vurgulamaktadır. Bu bağlamda, ABD’nin aksine, Çin’in ekonomik büyümesi halkın tamamına yayılmakta ve onların hayatına pozitif yönde etki etmektedir. Çinlilerin “Çin’e özgü sosyalist piyasa ekonomisi” (socialist market economy with Chinese characteristics) adını verdikleri modelin başarını tespit etmekle birlikte, bu ülkenin daha birçok konuda ilerlemesi gerektiğini belirten Amerikalı konuşmacı, kişi başına düşen gelirin Çin’de halen ABD’dekinin altıda biri düzeyinde olduğunu, bu ülkede kurumsal gelişim ve hukuk devleti olgusunun henüz yetersiz kaldığını, çevre sorunları (çevre kirliliği, hava kirliliği vs.) ve sağlık hizmetleriyle ilgili sıkıntıların (son Covid-19 salgınında da görüldüğü üzere) devam ettiğini, eşitsizliklerin Çin’de de yaygın olarak görüldüğünü (özellikle kırsal alanlardan şehirlere gelen göçmenlerin eğitime erişimi anlamında) ve Çin’in ekonomik modelinde borçlanmanın ön planda olduğunu vurgulamaktadır.
Daha sonra Çin’in ekonomik başarısını analiz etmeye başlayan Joseph Stiglitz, öncelikle, 40 yıllık bu inanılmaz yükseliş dönemi öncesinde Pekin’in karşılaştığı sıkıntıları şöyle tespit etmektedir. İlk olarak, Çin’in yükselişe başlamadan önce üretim sistemini piyasa ekonomisine dönüştürmesi için değişime gitmesi gerektiğini belirten konuşmacı, ayrıca kırsal ağırlıklı nüfusu olan bir ülkeden şehirli bir ülkeye dönüşümü, tarım ülkesinden endüstri ülkesine geçilmesini ve gelişmekte olan bir ülkeden bir oluşan piyasa ekonomisine (emerging market) ve inovasyon ekonomisine dönüşümü kritik hususlar olarak öne çıkarmaktadır. Rusya’nın da komünizmin çökmesinden sonra benzer değişim-dönüşümleri yaşamak zorunda kaldığını kaydeden Amerikalı konuşmacı, Moskova’nın daha iyi eğitimli nüfus, daha endüstrileşmiş bir ekonomi, daha şehirli bir toplum ve daha yüksek gayrisafi milli hâsıla oranına rağmen Çin’e kıyasla başarılı olamadığını ve Rusya’nın gelir düzeyi ve yaşam standartları bağlamında bu süreçte -Çin’in aksine- düşüş yaşadığını vurgulamaktadır. Rusya halkının Sovyetler Birliği’nin çökmesi sonrasında yaşam beklentisi konusunda hissettikleri huzursuzluğun bir benzerini şimdilerde Amerikan halkının yaşadığını düşünen Stiglitz, Rusya’nın ayrıca Sovyet dönemi sonrasında endüstrisizleştiğini ve bugün neredeyse tamamen yeraltı kaynakları ihracına dayalı bir ekonomi kurduğunu sözlerine eklemektedir.
Bu bölümün ardından Çin’in ekonomik başarısının kilit bileşenlerine odaklanan Stiglitz, ilk olarak pragmatizmi (faydacılık) ve ideolojik fanatik yaklaşımları reddetmeyi Pekin’in başarısında önemli bir unsur olarak açıklamaktadır. Çinlilerin kendi yaptıkları dönüşümün bir benzeri daha önce yapılmadığı için bu süreçte son derece pragmatik davrandıklarını söyleyen ünlü ekonomist, Çin yönetiminin bu dönemde hem kendi deneyimleri, hem de diğer ülkelerin reformlarını dikkatle incelediğini ve kendisinin de 1980’lerden beri birçok kez görüşlerini almak adına Çin’e davet edildiğini belirtmektedir. İkinci olarak, Stiglitz, Çin’in başarısına dayanak olarak aşamacılık (gradualism) yaklaşımını öne çıkarmaktadır. Rusya’da uygulanan şok terapi yöntemlerinden farklı olarak, Çin’de reformların aşamalı olarak gerçekleştirildiğini söyleyen konuşmacı, buna karşın reformları hızlı gerçekleştirmek konusunda da kararlı davranıldığını belirtmektedir. Üçüncü olarak, Pekin’in yaptığı ilerlemeler sonrasında her dönemin kendisine özgü şartları gereği buna uygun anayasal düzenlemeler ve politikalar gerektirdiği düşüncesiyle hareket ederek başarı kazandığını vurgulayan Stiglitz, ancak bunun bir devamlılık mantığı içerisinde düzenlendiğini söylemektedir. Ayrıca Çinlilerin bu dönüşüm sürecinde Batı ülkelerindeki bilgi düzeyinden geride olduklarını fark ederek eğitim alanında atılım yaptıklarını belirten Stiglitz, özellikle yurtdışına eğitim gönderilen Çinli öğrencilerin diğer ülkelerde öğrendikleri bilgi ve teknikleri kendi ülkelerine uyarlayarak Çin’in ekonomik gelişimine olumlu katkı yaptıklarını açıklamaktadır. Bu bağlamda, başkalarına açık olmanın Çin’in gelişiminde olumlu etkilerinden söz eden Stiglitz, başkalarından öğrenmenin ve araştırmalar sayesinde bilgi düzeyini yükseltmenin Çin açısından (geçmişte Batılı ülkelerin yükseliş dönemlerinde uyguladıkları gibi) kritik derecede önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bu doğrultuda, Stiglitz, Çin’in doğusunda kazandığı başarıları ülkenin geri kalanında da uygulamaya koyması ve -başkalarından iyice öğrendikten sonra- inovasyon ekonomisi olmak adına kendi modelini yaratmasını da diğer önemli hususlar olarak öne çıkarmaktadır.
Daha sonra Çin’in başarısına kaynaklık kurumsal yenilikleri açıklamaya başlayan Joseph Stiglitz, bu yeniliklerin Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kuruluşlarca kabul edilmeyecek reçeteler olmasına karşın, Çin örneğinde son derece başarılı olduğunu söylemektedir. Buna ilk örnek olarak, tarımdaki bireysel sorumluluk yaklaşımını işaret eden ünlü ekonomist, tamamen özelleştirmeler yerine, Çinli çiftçilere kullanma hakkı kazandıkları toprakları işlemek ve üretimi arttırmak için teşvikler verildiğini ve bu sayede verimliliğin arttığını vurgulamaktadır. Rusya ve Moldova’da ise, Çin’in aksine, toprak konusunda komünist rejimlerin çökmesinin ardından hızlı özelleştirmelere girişildiğini ve bunun ekonomik anlamda başarılı bir sonuç üretmediğine dikkat çeken ünlü konuşmacı, ikinci örnek olarak Çin’in 1980’lerden itibaren uyguladığı ikili fiyat sistemi mekanizmasının da (dual price system) şok terapi yöntemlerine kıyasla daha başarılı olduğunu vurgulamaktadır. Çin’in geliştirdiği üçüncü önemli kurumsal yenilik olarak, -Rusya’dan farklı olarak- mülkiyet hakları ve özelleştirmeden daha çok teşvik ve rekabete önem verme yaklaşımını (TVEler adı verilen şirketlerin kurulmasıyla) belirten Stiglitz, Rusya’da özelleştirme sürecinin oligarklarının ve yaygın yolsuzlukların ortaya çıkışına neden olduğunu, oysa Çin’de rekabet ve teşvik politikalarının güçlü bir piyasa ekonomisinin gelişimini sağladığını iddia etmektedir. Dördüncü olarak, Stiglitz, Çin’in “döviz kuru yönetimi” (exchange rate management) politikasının da başarılı bir örnek olduğunu belirterek, bu uygulamanın Pekin’in ihracat odaklı bir ekonomi kurabilmesi ve bu sayede devasa bir ekonomik güce dönüşmesinin kapısını açtığını belirtmektedir. Son olarak, Çin’in Deng Xiaoping’le başlayan dünyaya açılma ve dönüşüm sürecinin Batı’nın tüketim mallarına ihtiyaç duyduğu çok doğru bir zamanda gerçekleştiğini vurgulayan ünlü ekonomist, ayrıca Çin’in başarısının aynı zamanda ABD’de uygulanan demokratik rejimin başarısızlığına da işaret ettiğini söylemektedir.
Konuşmasının son bölümünde, Çin’in bugüne kadar başarıyla gerçekleştirdiği “reform” sürecinin asla bitmeyen bir iş olduğunu ve eşitsizlik, sağlık sistemi ve çevre sorunları ve daha yaşanabilir şehirlerin kurulması gibi konuların yalnızca piyasa tarafından gerçekleştirilemeyeceğini belirten Stiglitz, bu anlamda Çin’in gelişimine devam etmesi için devlet desteğinin de gerekli olduğuna işaret etmektedir. Stiglitz, ayrıca, küreselleşme ve aşırı finansallaşma gibi risklerin de Çin açısından geçerli olduğunu, buna karşın bugüne kadar Pekin’e başarı kazandıran pragmatizm ve açıklık gibi değerlerin yeni dönemde de etkili olacağını söylemektedir. Sonuçta, Nobel Ekonomi Ödülü sahibi ünlü akademisyen Joseph Stiglitz’in bu konferansta dile getirdiği Çin’in yükselişine dair tezlerin son derece özgün ve dikkatle irdelenmesi gereken düşünceler olduğu söylenebilir.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Hakkında bilgiler için bakınız; https://tr.wikipedia.org/wiki/Joseph_E._Stiglitz.
[2] Bakınız; https://www.amazon.com/Joseph-E-Stiglitz/e/B000APIKRK.