TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL DİNAMİKLERİ

upa-admin 24 Eylül 2020 26.104 Okunma 0
TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL DİNAMİKLERİ

Giriş

Doğu Akdeniz gelişmeleri, Türkiye’nin sismik araştırmaları ve Libya ile yapılan deniz yetki sınırlandırması anlaşması, uzun zamandır gündemde olan ve gittikçe derinleşen etkilere sahip olmaya devam etmektedir. Son zamanlarda meydana gelen Türk-Yunan gerginliği ise, bu son süreç ve gelecekte ilişkilerin nasıl şekilleneceği konusunda farklı dinamikler içermektedir. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı anlaşma Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi güçlendirmiş, Yunanistan ise buna Mısır ile bir deniz sınır anlaşması yaparak karşılık vermiştir. Türkiye’nin etkisinin sınırlandırılması amacıyla Yunanistan’ın yanında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır gibi ülkeler de yer almıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında bir kıta sahanlığının sınırlandırılması olarak başlayan sorun, gitgide içerdiği aktörlerle genişlemiş ve farklı boyutlara da sahip olmuştur. İki ülke arasında başlayan bu gerginlik, taraflar arasında geçmişten günümüze yaşanan krizlerin de hatırlanmasını sağlamıştır. Bu kapsamda, bu yazıda Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkileri şekillendiren önemli olaylar ve krizler ele alınarak tarihsel süreç incelenmiştir.

Osmanlı Tebaasından Yunan Devleti’ne

Osmanlı Devleti, uzun yüzyıllar çok geniş sınırlara sahip olan muazzam bir coğrafyada söz sahibi olmuş ve güçlü bir yönetim sağlamıştır. Ancak 18.-19. yüzyıllara gelindiğinde, içeride ve uluslararası düzeyde meydana gelen birçok gelişme ve faktör dolayısıyla problemler ortaya çıkmış ve otoritenin korunması zorlaşmıştır. 19. yüzyıl, içeride çözülmeler ve sorunlar yaşayan Osmanlı Devleti için hâkim olduğu coğrafyalar içindeki birçok alanda birtakım sıkıntılarla uğraşmak zorunda kaldığı zor bir süreç olmuştur. Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın etkinliği, III. Selim’in Batı’ya açılışı ve bir takım reformlar ile yenilenme çabaları ve Osmanlı topraklarını denetleme imkanının gitgide azalması ve merkezileşmeden ayrışma süreci bu dönemin karakteristiğini ortaya koyan niteliğe sahiptir. Böylesi bir süreçte, merkezi otoritenin zayıflamasıyla birlikte Avrupa ülkeleri Osmanlı coğrafyası üzerindeki hedefleri (ucuz hammadde için Ortadoğu’ya yönelme, Osmanlı coğrafyasında hâkim olma, bir başka devletin Osmanlı topraklarını ele geçirmesine engel olma) doğrultusunda bu otorite zayıflığından faydalanmışlardır. Bunun bir örneğini de Osmanlı tebaasının milliyetçi bağımsızlık hareketlerinin desteklenmesi oluşturmuştur. Balkanlardaki ilk bağımsızlık girişimi Sırbistan’dan gelmiş, fakat bağımsızlıkla sonuçlanmamıştır. Devamında 1821 yılında gelen Yunan ayaklanması ise, dönemin büyük devletleri tarafından desteklenmiş ve sonuç olarak bağımsız bir Yunan Devleti ortaya çıkmıştır.

Yunan ayaklanmasına dair ilk adım, 1814’te kurulan Philike Hetairia-Filiki Eterya (Dostluk Derneği) isimli gizli dernektir. Söz konusu derneğin amacı, Yunanistan’ın sonucu bağımsızlığa varan bir hareketi başlatmasıydı (Cleveland, 2008: 87). 1821 yılında silahlı olarak başlayan ayaklanma karşısında, Osmanlı Devleti, Mısır’dan, Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemiş; fakat büyük devletlerin dahil olması sürece önemli derecede etki etmiştir. Farklı amaçlar doğrultusunda, İngiltere ve Rusya, Yunan ayaklanmasını desteklemişlerdir. Her iki devlet de, diğerinin ayaklanmayı bahane ederek Osmanlı iç işlerine karışıp topraklarını ele geçirmesinden endişelenmiş ve sonuçta bir ittifak kurmuşlardır. Fransa’nın da katıldığı bu ittifak ile 1932 yılında üç hamisi bulunan Yunan Devleti bağımsızlığını almıştır (Cleveland, 2008: 88). Bu bağımsızlığın ardından ise, Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan arasında yaşanan sorunlar ve krizler baş göstermiş ve günümüze dek etki etmiştir. Yunanistan’daki Türkler ve Türk tarafındaki Rumlar, toprak paylaşımı konuları, deniz yetki alanları ile ilgili meseleler tarafları karşı karşıya getirmiştir.

Taraflar arasındaki ilk anlaşmazlık, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Paris’te toplanan barış konferansı sırasındaki toprak talebiyle ortaya çıkmıştır. Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos; Batı Anadolu, İmroz, Bozcaada, On İki Adalar, Kıbrıs, Pontus (Trabzon), İstanbul ve Boğazlar hariç Doğu ve Batı Trakya ile Güney Arnavutluk’u istediğini konferanstaki delegelere sunmuştur (Fırat, 1919-1980: 180). Söz konusu bölgenin kendine ait olması gerektiğini düşünen İtalya dışında, Yunanistan’ın bu isteği genel itibari ile olumlu karşılanmıştır. Sonuç olarak, 15 Mayıs 1919 Yunanistan’ın tarihinde İzmir işgali başlamıştır. İki tarafın ordularının karşı karşıya geldiği ilk güç mücadelesi, Birinci İnönü Muharebesi’nde (Ocak 1921) yaşanmıştır. Sakarya Muharebesi ve Büyük Taarruz (1922) ile devam eden mücadele, Ekim 1922’de sona ermiş ve Yunanlı nüfus yoğunluğundan oluşan ve geniş sınırlara sahip Büyük Yunanistan (Megali İdea) hedefini gerçekleştiremeyen Yunanistan, Türkiye ile yeni ilişki biçimlerine yönelmiştir (Fırat, 1919-1980: 185).

İki devlet arasında barış görüşmelerinin sağlanması amacıyla 20 Kasım 1922 tarihinde Lozan Barış Görüşmeleri başlamış ve çözüme ulaşmayan konular uzun yıllar boyunca ikili ülke ilişkilerini şekillendiren parametreler olarak öne çıkmıştır. Çözüme ulaşmayan ve her dönem farklı gelişmelerle yeni krizlerin yaşanmasına neden olan bu sorunlar; Kıbrıs Sorunu, Ege Denizi’nde deniz yetki alanları, kıta sahanlığı ve hava sahası konuları, Ege adaları, yerleşikler (etabli) sorunu ve Patrikhane sorunu olmuştur. Etabli sorunu, taraflar arasındaki mübadele anlaşmasının yanlış yorumlanması sonucu meydana gelmiş; fakat sonradan çözüme kavuşmuştur.

Türk-Yunan ilişkilerinde, gerilimli dönemlerin yanı sıra, konjonktürel meseleler karşısında ilişkilerin normal seyrettiği, yumuşama dönemlerinin yaşandığı ve hatta olumlu ilişkilerin geliştirildiği zamanlar da söz konusu olmuştur. Ayrıca Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlu konular dışında, uluslararası ve küresel gelişmeler de ikili ilişkileri şekillendiren etkiye sahip olmuştur.

Türk-Yunan İlişkilerinde Sorunlu Alanlar

1829 Edirne Anlaşması ile bağımsız bir devlet olan Yunanistan ile Türkiye arasında Lozan’dan kalan sorunlar uzun yıllar temel problemler olarak varlığını sürdürmüştür. Söz konusu sorunlarla ilgili olarak yıllar içerisinde birçok gelişme yaşansa da, çözüme yönelik bir gelişim meydana gelmemiştir. Bu sorunların en başında Ege ile ilgili olan konular gelmektedir. Günümüze dek devam eden bir diğer sorun da Kıbrıs konusudur.

Kıta Sahanlığı

Uluslararası deniz hukukuna göre; kara ülkesinin denizin altında süren doğal uzantısı olan kıta sahanlığı, deniz yatağının 200 mil derinliğe kadar olan bölgeyi kapsamaktadır. 1958 Cenevre Sözleşmesi ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)’ne göre, kıta sahanlığı üzerinde kara devleti egemen haklara sahiptir (Yılmaz, 2008: 35). Kıta sahanlığıi yeraltı kaynaklarının kıyı devleti tarafından işletilebilmesine olanak sağlamaktadır. Yunanistan ve Türkiye arasında sorun oluşturan nokta ise, adaların kıta sahanlığı ile ilgilidir. Yunanistan’a göre, Yunan adalarının kıta sahanlığı bulunmaktadır ve dolayısıyla bunlar kara ülkesinden farklı değerlendirilmelidir. Buna karşılık, Türkiye’ye göre ise, bu adalar Anadolu kara parçasının doğal uzantısı olmaktadır ve aynı zamanda Anadolu’ya çok yakın konumdadır. Bu nedenlerle, Yunanistan lehine kıta sahanlığı mümkün değildir (Yılmaz, 2008: 36). Kıta sahanlığı konusunda Yunanistan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’ye ve Uluslararası Adalet Divanı’na başvuruda bulunmuş, ancak istediği sonucu alamamıştır. Başvuruda Türkiye’nin Ege’de Yunanistan’ın egemenlik haklarını ihlal ettiği üzerinden durulmuş, BM Güvenlik Konseyi ise tarafların sorunu görüşmelerle çözmesi önerisinde bulunmuştur (Fırat, 1919-1980: 756).

Karasuları

Karasuları; bir kıyı devletinin kara ülkesini çevreleyen ve belirli bir genişliğe kadar uzanan deniz kuşağıdır. BMDHS’ye göre, esas çizgiden itibaren 12 mili geçmeyeceği öngörülen karasuları, 1923 Lozan Anlaşması gereği Yunanistan ve Türkiye arasında 3 mil olarak belirlenmiştir. Yunanistan 1931 yılında bunu 10 mile çıkarmış; fakat 1936 yılında 6 mile çekmiştir. Türkiye de karasularını 6 mile çıkarmıştır. 1982 tarihli BMDHS’nin karasularının en fazla 12 mil olabileceği hakkını ifade etmesi, 1995’de bu sözleşmeyi onaylayan Yunanistan’ın karasularını 6 milden 12 mile çıkarma isteğini tetiklemiştir (Yılmaz, 2008: 25). Ancak Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarma hakkı olduğuna dair söylemler, Türkiye tarafından “casus belli” (savaş sebebi) olarak kabul edilmektedir.

Ege Adalarının Silahlandırılması

Yunanistan ve Türkiye arasında Ege’de yaşanan sorunların bir kısmı Kıbrıs meselesi ile bağlantılı şekilde ilerlemiştir. 1960’lı ve 1970’li yıllarda Kıbrıs konusuyla ilgili olarak taraflar arasında gerginlik yaşanmış, bu durum diğer alanlara da etki etmiştir. Kıbrıs nedeniyle yaşanan gerginliklerle ilişkili olarak, Yunanistan, hissettiği tehlike karşısında Anadolu’ya yakın adaları silahlandırmıştır. Ancak adalar konusu, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde, “silahtan ve askerden arındırılmış adalar” olarak belirlenmiştir. Yunanistan, Türkiye’nin Çanakkale Boğazı önündeki adaları silahlandırmasından yola çıkarak, kendi silahlandırma çalışmalarını da meşru olarak görmüştür. Türkiye ise, güvenliği açısından bu adaların silahlandırılmasının kendine verilmiş bir hak olduğunu öne sürerek, Yunanistan’ın uluslararası hukuka aykırı davrandığı üzerinde durmuştur (Fırat, 1919-1980: 761). 1936 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanmasının Lozan statükosunu kaldırması da Yunanistan tezlerine etki etmiştir (Yılmaz, 2008: 38).

Kıbrıs Sorunu

İngiltere’nin Kıbrıs’ta koloni yönetimi kurmasından itibaren, Kıbrıslı Rumların “enosis” (Yunanistan ile birleşme) istekleri bu coğrafyanın bir sorun olarak ortaya çıkmasına ve gelişmesine neden olmuştur. 1954 yılında BM’ye taşınmasıyla Kıbrıs Sorunu ilk kez uluslararasılaştırılmış ve bu mesele günümüze dek sürmüştür. Türkiye’nin Kıbrıs konusunda bir politika oluşturması ve bir taraf haline gelmesi, İngiliz hükümetinin 1955 yılında Türk ve Yunan temsilcilerle Londra’da bir konferans yapılması çağrısıyla gerçekleşmiştir. Türkiye Kıbrıs’ın kendisi için stratejik önemini dile getirerek statükonun sürdürülmesini ifade etmiştir. Tam da bu dönemde yaşanan 6-7 Eylül olayları[1], Kıbrıs konusuyla birlikte Türk-Yunan ilişkilerine de gölge düşürmüştür (Fırat, 1919-1980: 601). 1959 yılında gelindiğinde, taraflar arasında anlaşmaların ve görüşmelerin yapıldığı ve bir kırılma noktası yaşandığı görülmüştür. Londra ve Zürich’te gerçekleştirilen görüşmelerin ardından Türk ve Yunan tarafları arasında bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal çerçevesini içeren anlaşma, Türkiye ve Yunanistan arasında ittifak anlaşması ve İngiltere’nin de dahil olduğu Garanti Anlaşması imzalanmıştır. 16 Ağustos 1960 tarihinde ise, İngiltere ile yapılan anlaşma sonucu Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etmiştir. 1964’te silahlı kuvvetlerin oluşturulması ve belediyeler gibi konularda sorunların çıkmaya başlaması ise, ilerleyen zamanlarda toplumsal kargaşaya dönüşerek iki halk arasında enosis ve taksim görüşlerinin artmasına yol açmıştır. Toplumlar arasında şiddet olaylarının da baş göstermesiyle, adada iki ayrı yönetimin oluşmasına zemin hazırlayan Yeşil Hat böylece ortaya çıkmıştır (Fırat, 1919-1980: 723).

Aynı zamanda Türk dış politikasında uzun yıllar ses getirecek bir hadise de yine bu dönemde yaşanmıştır. Adaya olası müdahale kararının ardından Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Lyndon Johnson’dan İsmet İnönü’ye gelen mektup, adaya askeri müdahaleden vazgeçilmesine yol açarken, dönemin dış politik duruşunu ve kapsamını da ortaya koymuştur. Adaya yönelik ilk müdahale ise, 1974 yılında gerçekleştirilmiş ve Kıbrıs’ın statüsü konusunda iki toplumun varlığı ile Türk toplumunun özerkliği kabul edilmiştir. Aynı yıl içerisinde yapılan ikinci müdahale ise ne yazık ki aynı şekilde algılanmamış ve Türkiye’nin adayı işgal ettiğinin düşünülmesi üzerine Ankara’ya karşı büyük bir tepki ortaya çıkmıştır. Bu sürecin ardından, Kıbrıs Sorunu, yalnızca Yunanistan değil, ABD ve Avrupa ülkeleriyle olan ilişkileri de olumsuz şekilde etkileyerek varlığını sürdürmüştür. Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilanının ardından, artık adada iki toplum yerine iki devletten bahsedildiği ve dönüm noktası sayılan gelişme ise 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ilanı ile gerçekleşmiştir. Yıllar boyunca adada kalıcı barışın tesisi edilmesi adına girişimlerde bulunulsa da, bugüne kadar etkili bir çözüm gerçekleşmemiş ve böylece sorun günümüze değin bir tartışma alanı olarak varlığını sürdürmüştür. 2004 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği sürecinde düzenlenen ve Türkiye’nin de şaşırtıcı bir şekilde destek verdiği Annan Planı’nı ise, ne kadar gariptir ki, ülkeleri işgal altında olan (!) Kıbrıslı Rumlar reddetmiştir. Son dönemde ortaya çıkan bir tartışma alanı ise, 2019 yılında Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası yerleşime kapatılan Kapalı Maraş’ın (Varosha) yerleşime açılması girişimi olmuştur (Boyraz ve Özdemir, 2020: 302).

İşbirliği Alanları ve Dostluk Yılları

Türkiye ve Yunanistan geçmişte savaşmış ve sorunlar yaşamış ülkeler olmalarına rağmen, zaman zaman dostluk ilişkileri kurmuş ve ilişkilerde yumuşama dönemleri de geçirmişlerdir. Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos’un Türkiye’ye 27-31 Ekim 1930 tarihlerinde gerçekleştirdiği tarihi ziyaret, taraflar arasında yeni bir dönemi açarken, ilişkilerin yumuşamasına da zemin hazırlamıştır. İki ülke arasında sorun yaşandığında diplomasi ve uzlaşma yoluyla çözüm aranacağını taahhüt eden Türk-Yunan Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Hakemlik Antlaşması tarafları yakınlaştırmıştır. 1933 tarihinde imzalanan Samimi Anlaşma Paktı da, ülkelerin yakınlık politikalarının devam edeceğinin bir göstergesi olarak görülmüştür. Söz konusu yakınlaşma, 1934 yılında güvenlik endişeleriyle imzalanan Balkan Antantı’na taraf olmalarıyla pekişmiştir. Böylelikle, Balkanlarda olası bir tehdide karşı işbirliği sağlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında da devam eden olumlu ilişkiler, daha çok insani boyutta devam etmiştir (Baş, 2015: 28).

Her iki ülke de, diğer tarafın topraklarında yaşanan doğal afetlerde karşı tarafa yardım ederek, siyasi boyutun yanı sıra toplumsal olarak da yakınlaşmayı başarmışlardır. Örneğin, savaş sırasında 1941’de İtalyan ve Alman işgallerine maruz kalan Yunanistan’a Türkiye yardım eli uzatmıştır. Açlıktan ölümlerin yaşandığı ve halkın zor durumda kaldığı bu yıllarda, Yunan vatandaşlar, Türkiye’nin yardımlarıyla hayata tutunmuşlardır. Savaş sonrası kurulan iki kutuplu sistemde ise, Türk ve Yunan tarafları bu kez Sovyet tehlikesine karşı birlik içinde olmuş ve ABD tarafından oluşturulan Truman Doktrini çerçevesinde her iki ülkeye de maddi destek sağlanmıştır. Marshall Yardımları ile ABD etkisine alınan her iki ülke de, Soğuk Savaş’ın bu yapısında ABD’nin iç işlerine karışması noktasında kader birliği yaşamışlardır. Bu birlik, iki devletin 1945 yılında kurulan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’ne (NATO) aynı zamanda üye olmalarıyla daha da pekişmiştir (Baş, 2015: 80).

Türkiye ve Yunanistan arasındaki karşılıklı üst düzey ziyaretler 2000’li yıllarda da devam etmiş, bu dönemde ilişkilerde belirleyici etken ise Avrupa Birliği (AB) olmuştur. Ancak Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakereleri ve Yunanistan’ın Türkiye olan sorunlarda AB’yi koz olarak kullanması ilişkilerde yeni ve önemli dinamiklerden biri olmuştur. Kendisinin birlik içindeki konumunu etkinleştirmeye çalışan Yunanistan, bir yandan da Güney Kıbrıs’ın tüm adayı temsilen üye olmasını sağlamaya çalışmıştır. Böylece, Atina, Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki baskısından kurtulacağını düşünmüştür. Aynı zamanda Türkiye’nin Balkanlarda egemenliğini de kısıtlamaya çalışan Yunanistan, bunu da AB üzerinden gerçekleştirmeye çalışmıştır (Fırat, 1980-2001: 480). İkili ilişkilere etki eden bir diğer unsur da, Türkiye’nin 2002-2007 yıllarında takip ettiği “komşularla sıfır sorun” politikasıdır. Bu kapsamda, iki ülke arasında Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi görüşmeleri gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda, Ege, Kıbrıs, Türkiye-AB ilişkileri ve yasadışı göç konuları görüşülerek, taraflar arasında yakın işbirliği arayışı ortaya konmuş, ancak birçok konuda ilerlenme sağlansa da, henüz hiçbir konuda tam sonuca ulaşılamamıştı (Dayıoğlu, 2001-2012: 571).

Sonuç

Bağımsızlığını edindiği yıllardan bu yana Türkiye ile sürekli iletişim ve etkileşim içinde bulunan Yunanistan, hem işbirliği ve dostluğun, hem de savaşa varan şekilde şiddet ve çatışmaların ve siyasal sorunların yaşandığı bir ülke olagelmiştir. Yunanistan’ın düşündüğü şekilde, yalnızca kıta sahanlığı konusu değil, hava sahası, karasuları ve Ege adalarının silahlandırılması konuları da iki taraf arasında Ege’de yaşanan problemlerdir. Kıbrıs konusu da en çok sorun yaşanan ve günümüze dek devam eden bir problem alanı olarak devam etmektedir. Sorunların yaşanmasıyla birlikte, karşılıklı işbirliği, dayanışma ve dostluk zamanları da Türk-Yunan ilişkilerinde zaman zaman belirleyici olmuştur. Ancak karşılıklı üst düzey ziyaretlerle pekiştirilen dostluk ve anlaşma yıllarında dahi, taraflar arasında siyasi krizler meydana gelmiştir. Son olarak, Doğu Akdeniz’de Türkiye ile karşı karşıya gelen Yunanistan, yine AB kozunu devreye sokarak arkasına aldığı Batılı güçler ile Türkiye karşıtlığını sürdürmektedir. Son gelişmeler kapsamında istikşafi görüşmelere başlanacağı duyurulan tarafların taviz vermeyen duruşları sonrasında, sahadan masaya geçilerek diplomatik çözüm yollarının izleneceği öngörülmektedir. Bu noktada her iki ülkeye de verilecek en iyi tavsiye, makul davranmaları ve barışı bulmanın ya da en azından çatışmayı önlemenin yollarını aramalarıdır.

Şeyma KIZILAY

 

KAYNAKÇA

  • Baş, R. (2015). “II. Dünya Savalı Yıllarında ve Sonrasında Türk Yunan İlişkilerinde Dostluk Örnekleri (1939-1954)”. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Süleyman Demirel Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  • Boyraz, H.M. ve Özdemir, B. (2020). “Türkiye’nin Kıbrıs Politikası 2019”, Türk Dış Politikası Yıllığı 2019, Ed. Kemal İnat, Burhanettin Duran ve Mustafa Caner, SETA, 2020, İstanbul.
  • Cleveland, W. (2008). Modern Ortadoğu Tarihi, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul: Agora.
  • Dayıoğlu, A. (2013). “Yunanistan’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası Cilt III 2001-2012, Ed. Baskın Oran vd. 560-631.
  • Fırat, M. (2013). “Yunanistan’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası Cilt I 1919-1980, Ed. Baskın Oran vd. 576-614, 716-768.
  • Yılmaz, M. E. (2008). “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türk-Yunan İlişkileri ve Ege Sorunu”, Sosyal Bilimler Dergisi, 5 (2), 27-44.

 

[1] 6-7 Eylül olayları, Selanik’te Atatürk evine bomba konduğu haberi üzerine İstanbul’da meydana gelen karışıklıklarda İstanbul’daki Rumların hedef alındığı gösteriler ve yağma olaylarıdır.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.