Kuzey Atlantik Savunma Paktı (NATO), İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan çift kutuplu dünya düzeninde Doğu Bloku’nun yani Sovyetlerin komünist rejim ihracını frenlenmesi için zuhur bulmuştur. Soğuk Savaş döneminin şartlarında her ne kadar Batı Bloku tarafından Sovyetler ile Varşova Paktı tehdit olarak kabul edilmiş olsa bile, zamanla NATO’nun konseptinde değişimler meydana gelecektir. Bu değişim, aslında doğal değil, zorunlu bir değişim olacaktır. Çünkü 2000’li yıllara yaklaşan dünyamızda küreselleşme olgusu artmaya başlayacaktı. 21. yüzyıla az bir zaman kalmasıyla birlikte, Soğuk Savaş dönemi de sembol Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla son bulacak ve tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alacaktır. Dolayısıyla, NATO’ya düşman ve hedef olacak kavramsal bir çerçeve kalmayacaktır. Bundan sonra, NATO’ya düşman lazımdı veyahut düşman(lar) yaratılmalıydı. Bu, NATO için hiç de zor değildi; çünkü kuruluşundan günümüze kadar NATO’nun misyonuna baktığımızda, sadece bir uluslararası askeri, güvenlik ve savunma paktı olmadığını, aynı zamanda farklı dinamiklere/mekanizmalara sahip olan bir uluslararası örgüt olduğunu görüyoruz, zaten öyledir…
NATO’nun asli unsurları olan kolektif güvenlik ve savunma kavramlarıyla kuruluş felsefesindeki argümanları koruduğunu biliyoruz ve görüyoruz zaten; zamana/yüzyıla adaptasyonundan dolayı da farklı alanlarda yenilenmesi gerektiğini ve bilerek fazlasını yapmasını da. Örneğin, barış, istikrar ve yaşamın temeli olarak NATO’nun rolünü sürdürmek gerektiği. Ve hukukun üstünlüğünü savunmak, demokratik ilkeler, dünyamızda birçok fikir ayrılıklarına rağmen bunların diyalog ve işbirliğiyle sağlanabileceği gibi kavramları da kullandığını. Peki, NATO’nun geleceğe dair yani 2030 yılına doğru perspektifinde neler var? Dünyamızdaki jeopolitik ve jeostratejik değişikliklerden dolayı gerek Rusya ve Çin, gerekse terörizmi NATO’nun temel görevlerine daha kapsamlı bir şekilde dâhil etme ihtiyacının görülmesi. Çin’in küresel düzlemde ortaya koyduğu ulusal yetenekleri ve ekonomik ağırlığından dolayı 2030’a kadar önemi artacak. Dolayısıyla, NATO ve ittifaktaki devletlerin Çin’in bu meydan okumasını gözlemleyerek önleyici güvenlik tekniklerini geliştirmesi elzemdir.
NATO, uluslararası terörizm konusunda ittifaktaki ülkelerin ve vatandaşların zarar görmemesi için asimetrik tehditlerin bertaraf edilmesinin ve bunu işbirliği çerçevesinde gerçekleştirmesinin gerektiğini vurgulamaktadır. Ve bu da NATO konseptindeki uluslararası terörizm ile mücadele kavramını daha açık bir şekilde temellendirilmesini ve bütünleşik edilmesini gerekli kılıyor. NATO, uluslararası terörizme karşı mücadeleyi tüm araçlarıyla ve argümanlarıyla her açıdan geliştirmelidir. Ve özellikle uluslararası terörizmle mücadele için NATO ve müttefikleri arasında mevcut istihbarat paylaşımı uygulamalarını iyileştirmek lazımdır. NATO, nükleer caydırıcılığını korumaya ve nükleer silahların kontrolüne yönelik verdiği desteği de devam ettirmelidir. Ayrıca, dünyamız ve insanlık için tehdit oluşturan mevcut silah kontrolüne yönelik zorlukları tartışmak için bir forum oluşturmalıdır. Bu forum, gelecekteki düzenlemeler hakkında da bir nevi danışma görevi yapabilmelidir. NATO, yenidünya düzenine savunma ve caydırıcılık pozisyonunu daha fazla uyarlamalıdır. Örneğin, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler (INF) Antlaşması, Rusya’nın mevcut ve yeni askeri yetenekleri/kapasitesi, Çin’in büyüyerek tehdit oluşturması vb. gibi birçok şey, işte bunlar ve niceleri NATO’nun caydırıcılık politikasının kritik bir unsurunu oluşturan düzenlemeler olarak karşımıza çıkmaktadır.
NATO, iklim değişikliği konusunda da güvenlik ortamını şekillendirmeye devam edecektir. Özellikle emisyonları modüle edecektir, iklim değişikliğine yönelik tedbirlerini ve rolünü de sürdürecektir. Ve iklim değişikliğine yönelik NATO’da kriz yönetimi planlaması yapılmaktadır. Ayrıca, Covid-19 virüsü/pandemiler gibi askeri olmayan tehditler konusunda NATO gerekli güvenlik ortamını şekillendirmeye devam edecektir. NATO, ‘2014 Yeşil Savunma’ çerçevesini gözden geçirmeli ve daha stratejik hale getirmelidir. Bu doğrultuda daha iyisini geliştirmek ve uygulamak için ‘Barış ve Güvenlik için Bilim’ programının kullanılması ve ‘Yeşil Askeri Teknoloj’ler’e öncelik verilmelidir. NATO, kendi stratejisini ilerletmek için ve ortaklarından daha iyi yararlanmak için küresel bir plan oluşturmalıdır. Ve plan dahilinde mevcut talebe dayalı yaklaşımdan ilgi odaklı bir yaklaşıma geçmelidir. Zira ortaklık faaliyetleri için daha istikrarlı ve öngörülebilir kaynak akışları sağlamalıdır. NATO’nun ünlü ‘Açık Kapı Politikası’ sürdürülmeli ve yeniden canlandırılmalıdır. Ve nihayetinde en önemlisi ise NATO genişlemeli ve güçlenmelidir!
Sonuç olarak, dünyamız 20. yüzyıldan kalma bir dünya olmamakla birlikte, Soğuk Savaş dönemi şartlarının oluştuğu iki kutuplu uluslararası sistemde yoktur. 21. yüzyılda uluslararası sistem çok taraflılık boyutuna evirilmiştir. Uluslararası siyasette ABD’nin liderliğindeki Batı Bloku’nun egemen olduğu bir dünya vardı; şimdi ise Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya gibi aktörler bulunmaktadır. Bu minvalden baktığımızda, eksenin Doğu’ya kaydığı rahatlıkla görülmektedir. Bu nedenledir ki, NATO’da Soğuk Savaş dönemi konseptinde tehdit algıladığı Sovyetler ve uydu devletleri kalmadığı için uluslararası terörizm, göç, insan kaçakçılığı, iklim değişikliği, salgınlar vb. gibi tehditleri de konseptine almıştır. Bu da, NATO’nun kolektif güvenlik ve savunma konseptinden fazlası demektir. Elbette bu saydıklarımız NATO açısından ileriye yönelik bir projeksiyon olarak tehdit olarak algılasa bile, yine asli olan Rusya ve yeni düşman Çin ile mücadele alanın genişleyerek süreklilik kazanacağı malumun ilanıdır. Her ne kadar NATO ittifakının 2030 yılına kadar nasıl uyarlanabileceği üzerine çalışırsa çalışsın, Doğu Akdeniz, Ortadoğu jeopolitiği, Asya-Pasifik çemberi, Karadeniz ve diğerleri olmak üzere önünde birçok zorlu ödevinin olduğu aşikârdır. Ayrıca bunlarla birlikte, NATO ve müttefikleri etnik milliyetçilik ve illiberalizm kaynaklı özgürlüğe yönelik iç tehditlerle de karşı karşıyadır.
NATO, 2030 perspektifinden bahsediyorsa uzun yıllar ve hala da Avrupa’nın ve Batı’nın güvenliğini doğu kanadında koruyan Türkiye Cumhuriyeti’nin envai çeşitli her şey ile mücadele ettiğini bilmeli, görmeli ve yanında olmalıdır. Bir zamanların NATO Avrupa Müttefikler Komutanı; “Eğer Sovyetler bir zamanlar girdikleri Doğu Anadolu bölgesine bir daha girecek olurlar ise acaba NATO ülkeleri Türkiye’yi savunmak üzere oraya asker gönderir mi? Özellikle Avrupa’daki kuzey ülkeleri açısından kuşkuluyum.” demişti. Ve 21. yüzyılda bile Doğu Akdeniz çerçevesinden bakıldığında, aslında değişen bir şeyin olmadığını görebiliyoruz. Öncelikle müttefiklerinin hukukunu gözeteceksin, sonra NATO 2030 Perspektifi çerçevesinde kolektif güvenlik ve savunma konseptini çeşitlendirerek geliştireceksiniz. Ve uluslararası konjonktürde büyük bir değişiklik olmaz ve Avrupa doğudan ve güneyden büyük bir askeri güç tehdidiyle karşılaşmıyor ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1952 yılından beri müttefik olarak üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmesinden kaynaklıdır. Umarız ki, NATO’da 2030 perspektifiyle bu süreci gerek askeri, gerekse siyasi ve ekonomik bağlamlarda reel, analitik ve rasyonel bir şekilde hesaplamış olsun!
Güney Ferhat BATI