2021 yılı, İskoçya açısından seçim yılı olması münasebetiyle önemlidir. İskoçya’da seçmen önümüzdeki Mayıs ayında İskoç Parlamentosu üyelerini belirlemek için sandık başına gidecektir. Halihazırda Parlamento’da lider parti olan İskoç Ulusal Partisi’nin (SNP) seçimlerden birinci parti olarak çıkacağına yönelik tahminler, kuvvetle muhtemel, gerçekleşecektir; zira 2019 yılında Birlesik Krallık’ta gerçekleştirilen genel seçimler sonucunda 47 sandalye kazanan SNP, bölgesel bir parti olmasına karşın, ülke genelinde bile en fazla sandalyeye sahip 3. parti olmuştur. SNP’nin elde ettiği bu sonuç, Birleşik Krallık’ı oluşturan dört ulustan sadece birinin milliyetçiliğini Londra’daki Parlamento’ya böyle güçlü bir şekilde yansıtması açısından önemlidir. Bu başarıyı gösteren bir partinin, hiç şüphesiz, İskoç Parlamentosu’nda büyük çoğunluğu yakalaması şasırtıcı olmasa gerekir.
SNP’nin seçimleri kazanması ne anlama gelir? Kısaca söylemek gerekirse, Birleşik Krallık’ın dağılma riskinin büyüyeceği anlamına gelir. Çünkü SNP’nin siyaseten merkezine aldığı konu İskoçya’nın bağımsızlığı, cari hedefi ise İşkoçya’da ikinci bağımsızlık referandumunun gerçekleşmesidir. Oysa İskoçya’da 2014 yılında bağımsızlık referandumu gerçekleştirildi; sonuç da İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılmaması yönünde çıktı. Bu durumda, okuyucu, SNP’nin neden tekrar bir bağımsızlık referandumu gerçeklestirmek istediğini soracaktır. Ya da bu soruyu genel bir çerçeve kapsamına koyarak, aynı konuda yapılacak referandumlar arasında kaç yıl geçmelidir sorusuna yanıt arayacaktır. İskoç milliyetçiler açısından ikinci sorunun bir anlamı yoktur ve ikinci referandum da bu yıl içinde yapılmalıdır; zira bir önceki referandum sonrasında köklü bir değişim yaşanmış ve Birleşik Krallık Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmıstır. 2014 İskoçya bağımsızlık referandumunda AB’den ayrılmamak adına Birleşik Krallık’tan ayrılmaya “hayır” diyen, 2016 yılında ise AB referandumunda AB’den çekilmeye “hayır” diyen İskoç seçmen açısından, bu köklü değişiklik, İskoçya’da ikinci bağımsızlık referandumunu gerekli ve kaçınılmaz kılmaktadır.
Ancak ikinci referandumun gerçekleşmesi için Londra’nın izni gerekmektedir; Londra da (özellikle de Başbakan Boris Johnson) buna izin vermeme noktasında kararlı görünmektedir. Bu kararlı tutumun iki nedeni vardır. Birincisi, daha birkaç yıl önce 2014’de zaten bir referandum gerçekleşmiştir ve bunun sonucuna saygı duyulması gerekir. İkincisi ise, “once in a generation” söylemiyle özetlenebilecek, aynı konuda bir jenerasyonda sadece bir referandum yapılır yönündeki görüştür. Üstelik “once in a generation” söylemi, bizzat İskoçya İlk Bakanı Nicola Sturgeon ve selefi Alex Salmond tarafından geçmişte kullanılmıştır. Ancak İskoç milliyetçileri açısından SNP liderlerinin geçmişte bu söylemi kullanmış olmaları sadece kişisel görüşlerin ifade edilmesidir; İskoç milliyetçiliğini bağlayacak bir durum değildir. Üstelik Sturgeon’ın referandum konusundaki kararlı tutumu, bu kişisel görüşü idiyse bile, görüşünü değiştirdiğini göstermektedir. Diğer taraftan, Birleşik Krallık’ta jenerasyon nedir, kaç yıllık bir süreyi kapsar ya da kapsamalıdır tartışması da başlamıştır ki; bu tartışma ne İskoç milliyetçilerin istediği bir tartışmadır, ne de olası yanıtların İskoç milliyetçiliğine bir faydası vardır. Bu koşullarda, Londra-Edinburg hattının iyice gerildiği aşikârdır ve belli ki seçim sonuçları gerginliği daha da artıracaktır.
Londra-Edinburg hattındaki gerginlik, ilke olarak siyaset dışında kalma pozisyonundaki Britanya monarşisine de, tuhaf diyebileceğimiz bir şekilde, yansımıştır. Geçtigimiz ay Veliaht Prens William ve eşi Kate Middleton İskoçya’ya bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Prens ve Prenses’in kendi ülkelerinde yaptığı bir geziyi gündem yapan da, İskoçya İlk Bakanı Sturgeon’ın pandemi nedeniyle İskoçya’da alınan önlemler kapsamında İngiltere-İskoçya sınırındaki geçişlere ancak iş amaçlı olduğu taktirde izin verileceğini açıklaması olmuştur. İngiltere basınında yer alan haberlere göre, Saray da bu gezinin iş amaçlı olduğunu belirtme ihtiyacı duymuştur. Sturgeon’ın bu açıklaması, Prens ve Prenses’e “gelmeyin” demek ise, bu anlamıyla, şaşkınlık yaratsa bile, bu tavrı Britanya monarşisinin ülkenin birlik ve bütünlüğünü temsil görevi çercevesinde okumalıyız. Yani İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılmasını isteyen ve hedefleyen bir liderin ülkenin birliğine yönelik tepkisi Veliaht Prens ve Prenses’e yönelmiştir diyebiliriz. Bu durum karşısında doğal olarak dikkatler Londra’daki hükümete çevrilmiştir ve hükümetin açıklaması ziyaretin sadece Saray’ı ilgilendiren bir mesele olduğu şeklinde olunca, hükümetin hem meseleye dahil olmamak, hem de meseleyi büyütmemek istediği anlaşılmaktadır.
İskoçya İlk Bakanı Sturgeon, bu tavrı ile, monarşiyi İskoç bağımsızlık meselesine dahil etmek mi istemektedir? Monarşinin siyasete girmeme konusunda gösterdiği kararlı tutumun, konu İskoç bağımsızlğı olsa bile, değişeceğini beklemek doğru olmaz. Birinci bağımsızlık referandumu gerçekleşmeden önce dönemin Başbakanı David Cameron’un Kraliçe II. Elizabeth’den meseleye el atmasını istediği yönündeki haberlerin yarattıgı tepkiyi, bu noktada, hatırlamak gerekir. Sturgeon, bu tavrı ile, İskoçya’nın bağımsızlığı hedefinde İskoçya’daki monarşi karşıtlığını araçsallaştırmak mı istemektedir? Birleşik Krallık’ı olusturan dört ulus içinde monarşiye desteğin en az olduğu ulus İskoçlardır. Bu açıdan, monarşi karşıtlığı, bağımsızlık hareketini destekleyecek bir unsur olabilir. Sturgeon’ın seçim sürecinde önümüzdeki günlerde yapacağı açıklamalar, monarşi karşıtlığı ve bağımsızlık hareketini ilişkilendirmeye yönelik bir çabası olup olmadığına açıklık getirecektir.
Kapak fotoğrafı: https://www.express.co.uk/news/royal/1372289/royal-news-nicola-sturgeon-kate-middleton-prince-william-royal-train-tour-snp-scotland-spt
Doç. Dr. Dilek YİĞİT