SÖZDE SOYKIRIM EKSENİNDE TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ

upa-admin 26 Nisan 2021 1.230 Okunma 0
SÖZDE SOYKIRIM EKSENİNDE TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ

Batı’nın Ermeniler Konusunda Türkiye Aleyhtarlığı

Türk-Ermeni ilişkilerinde, her yıl Nisan ayına girildiğinde uluslararası kamuoyunda öne çıkan gündem maddesi “1915 Olayları” olmaktadır. Türk kamuoyunda ise, ABD’nin bu olayları “soykırım” olarak tanıyıp tanımayacağına dair endişeler oluşmakta, bu sürecin Türkiye-ABD ilişkilerinde yaratacağı muhtemel etkiler konusunda da fikirler tartışılmaktadır. ABD Başkanı Joe Biden, 24 Nisan’da 1915 olaylarının yıl dönümü için paylaştığı anma mesajında hem “soykırım”, hem de Ermenicede “Büyük Felaket” anlamına gelen “Meds Yeghern” ifadesini kullanarak, Türkiye aleyhine bir tutum göstermiştir. Biden, ABD’de 1981’de bu sözcüğü kullanan eski Başkan Ronald Reagan dışında bugüne dek 24 Nisan’da Beyaz Saray’dan yapılan resmi açıklamada “soykırım” (genocide) sözcüğüne yer veren ilk Başkan olma sıfatını da kazanmıştır.

Biden, göreve geldikten ancak üç ay sonra, 23 Nisan 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilk kez telefonda görüşmüştür. Bazı uzmanlara göre, Biden, Erdoğan’a sözde soykırımı tanıyacağını bu telefon görüşmesinde açıklamış ve olacakların sinyalini önceden vermiştir. Biraz daha geriye gidersek, Biden, bir yıl önce henüz Başkan adayıyken de Ermeni tehciri sırasında hayatını kaybettiği iddia edilen 1,5 milyon Ermeni erkek, kadın ve çocuğu anmış ve 1915 olaylarının soykırım olarak kabul edilmesi çabalarını destekleyeceğini söylemiştir.[1] Biden’den önceki yönetimde ise, ABD Kongresi’nin üst kanadı olan Senato ve Temsilciler Meclisi, 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanıyan bir yasa tasarısını oybirliği ile onaylamıştır. Eski Başkan Donald Trump her ne kadar Senato’nun kararını doğru bulmadığını söylese de, yaşananları “kitlesel mezalim” olarak gördüğünü açıklamış, Ermenilere destek veren açıklamalarda bulunmuş ve Türklerin bu durum ile yüzleşmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Genel olarak 1980’li yılların başından günümüze kadar olan süreçte her ne kadar retoriğin kullanımında farklılıklar görülse de, ABD Kongresi’nin ve Başkanlarının düşünce yapısı arasında pek fark görülmediği aşikârdır. Bu noktada ABD içinde yaşayan Ermeni lobilerinin güçlü bir yapılanmaya sahip olduğunu ve bu güçlerini Kongre üzerinde bir baskı aygıtı olarak kullandığını söyleyebiliriz. Bilhassa California eyaletinde etkili olan Ermeni diyasporası, “soykırım iddiası” ile ilgili tasarıların Kongre’ye getirilmesinde ön plana çıkmıştır.[2] Bunun dışında, Yahudi lobilerinin de ABD Kongresi üzerinde etkili oldukları, Nazi Almanyası tarafından uğradığı işkencelerden ötürü Ermeniler ile “soykırım söylemleri” ortak noktasında buluştukları, daha da önemlisi Türkiye-İsrail arasında son 10 yıldır yaşanan siyasi gerilimlerden ötürü bu kararın alınmasının ahlaki değerlerden ziyade “politik” bir mahiyette olduğu çıkarımını yapabiliriz. Üstelik Fransa gibi Batılı devletlerin de bu süreci kendi iç ve dış politika malzemeleri olarak kullanmalarına ve kendi parlamentolarında tanımalarına istinaden, üzerinden yıllar geçse de bu konuda herhangi bir ilerleme kaydedilemediğine şahit olmaktayız.

Osmanlı Döneminde Ermeniler ve Zorunlu Göç

Tarihsel süreçte Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni toplumuna ya da diğer gruplara karşı herhangi bir etnik veya dini nefret söylemi söz konusu olmamıştır. Osmanlı Devleti bünyesinde asırlardır yaşayan Ermeniler, bu süreç içinde önemli bürokratik kademelerde görev almışlardır. Ermeni kökenli 30 Paşa, 22 Nazır, 33 Mebus ve 11 Başkonsolos Osmanlı Devleti’nin sevk ve idaresinde çalışmışlardır.[3] Ermeniler, özellikle Mustafa Reşit Paşa, Âlî Paşa, Fuat Paşa gibi dönemin önde gelen bürokratlarıyla birlikte birçok alanda devlete hizmet etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nda özelikle “emir” anlamına gelen soylu “Amira” sınıfının stratejik noktalardaki görevleri ise epey fazladır. Örneğin, kendi yaşadıkları bölgelerdeki Patriğin seçiminde ve azlinde yine en büyük rolü Amiralar oynamıştır. Devlet-i Aliyye’de bu kadar senedir önemli görevlere gelen, kendi dini inançlarını bile yönlendirme gücünü elinde bulunduran bir topluma Osmanlı Devleti’nin soykırım uygulaması, Ermeni iddialarıyla tutarlılık göstermemektedir.

Birinci Dünya Savaşı başlangıcında, Rus hükümeti, Ermenileri savaştan sonra Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermeni Devleti kurulacağı vaadiyle cesaretlendirmiştir. Buna karşılık, Tiflis’te bulunan Ermeni Bürosu, 30 Kasım 1914 tarihinde bir bildiri yayınlayarak Osmanlı’ya karşı Rusları desteklediğini açıklamıştır. Ermeni komitesi, bildiride: “Dünyanın dört yanından Ermenilerin Rus ordusu saflarına katıldığı, Rus bayrağının Çanakkale ve İstanbul boğazlarında dalgalanacağı, Hıristiyan inancından dolayı acı çekmiş olan Türkiye’deki Ermeni halkın Rus koruması altında yeni ve özgür bir hayata kavuşacağını”[4]tüm dünyaya ilan etmiştir. Böylece 18 Mart 1915 gününden itibaren, Ermeniler Doğu Anadolu’da isyana başlamışlar ve binlerce Müslüman ahaliyi katletmişlerdir. Van, Çatak, Bitlis ve Sivas’ta isyanlar başlamış, Van civarında Müslümanların evlerine, iş yerlerine saldırılar düzenlenmiş, sivil-asker binlerce Müslüman öldürülmüştür. Bu katliamlar, Rusya Paris Büyükelçisi Sazanov tarafından da doğrulanmıştır

Ermenilerin bu yıkıcı faaliyetlerine karşı Osmanlı Paşaları da misilleme olarak Ermenilerin zorunlu göçe tabi tutulmasına yönelik adımlar atmışlardır. Bu zorunlu göç; Kafkasya, Suriye ve Çanakkale’de savaşan Osmanlı Ordularının lojistik destek yollarına yakın yerlerde ikamet eden Ermeniler ile Ermeni çetelerine destek veren tüm Ermenileri kapsamıştır. Fakat zorunlu tehcirden, bu örgütlere hiçbir destek vermeyen Ermeniler, sanatkârlar, işadamları, askeri personel, yaşlılar ve kimsesiz çocukların yanı sıra, Protestan ve Katolik Ermeniler muaf tutulmuştur. 1 Haziran 1915 tarihinde Talat Paşa tarafından gönderilen bir telgrafta, açıkça, “Komite liderleri ile muzır Ermenilerin uzaklaştırılması ve tutuklanması hakkındaki tebligatın bazı yerlerde yanlış anlaşıldığı, tahliye muamelesinin sadece bozguncu ve komiteci Ermenilere uygulanarak, Ermenilerin isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmaları gerektiği emri”[5]verilmektedir. Tehcire tabi tutulanların, savaş alanlarından uzak bir mesafede bulunan Suriye ve Şehr-i Zor bölgelerine sevk edilmesi kararlaştırılmış, bu sevkler genellikle ana yollar üzerinden veya tren yolları vasıtasıyla yapılmıştır. Osmanlı arşiv raporlarına göre, tehcire tabi tutulan Ermeni sayısı 450 bin kadardır. Ermeni kumandanlarından Boghos Nubar Paşa’nın, 25 Ağustos 1915 tarihli bir raporuna göre, bu rakam 500 bin kadardır.[6] Yani Ermenilerin iddia ettiği 1,5 milyon Ermeni’nin öldürülmesi iddiası hem sayı, hem de eylem bazında hatalıdır.

İlk Ermenistan Başbakanı Wovannes Katchaznouni (Ovannes Kaçaznuni) bile, yaptığı açıklamalarda, tehcirin asıl sorumlusunun bölücü faaliyetlerde bulunan Ermeni partilerin (Taşnak Partisi) ve Rusların silahlandırdığı Ermeni çetelerin olduğunu kabul etmiştir. Başbakan, itiraf niteliğinde şu ifadeyi kullanmıştır: “Türklere karşı düşmanca tavrımız olmasaydı, sürgünün niteliği ve boyutunun aynı olacağını da kimse söyleyemezdi”.[7] Kaldı ki, tehcirin en önemli sebebi Ruslar tarafından kışkırtılarak Doğu Anadolu’ya salınan ve Türk topraklarını işgal etmek isteyen Ermenilere karşı Türk halkının güvenliğini sağlamaktır. Bunun dışında, toplumlar arasındaki çatışmayı önleyerek yalnızca Türklerin değil, Ermeni halkının da can güvenliğini de korumak tehcirin bir başka amacıdır.[8]

Peki Ya Katledilen Türkler?

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında 1.500.000 Ermeni’yi katlettiğini ve geri kalanları zorla Müslüman ettiğini ileri süren Ermeniler ve Batılı destekçileri, 1.000.000’dan fazla Müslüman’ın Doğu Anadolu ve Kafkaslar’da katledildiğini ve bir o kadarının da yerlerinden, yurtlarından edilerek sürüldüğünü gözardı etmişlerdir.[9] Ayrıca 1821’de Mora’da Tripoliçe şehrinde 10.000 Türkün Yunanlılar tarafından kafalarının gövdelerinden ayrılarak acımasızca öldürülmesi[10], 93 Harbi sırasında ve Balkan Savaşları’nda 300.000’e yakın Türkün öldürülmesi, yüz binlercesinin de göçe zorlanması, Türk Kurtuluş Savaşı boyunca Yunan Ordusu tarafından 650,000 civarında Türk sivilin katledilmesi, Batı tarafından görmezden gelinmekte ve “soykırım” olarak nitelendirilmemektedir.

Yakın zamanda ise, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde bulunan Hocalı’da Ermeniler tarafından insanlık dışı muamelelere maruz kalan ve öldürülen Azerilerin yaşadıkları acılar, dünya politikalarında sözü geçen devletlerin parlamentolarında yasalaşmamış ve tanınmamıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Avrupa Parlamentosu dışında katliamı tanıyan uluslararası örgüt de yoktur, Rusya engeline takılan BM ise, bu konuda henüz resmi bir karar almamıştır. Ermenilerin yaşadıklarına soykırım gözüyle bakan Batı, Türklerin uğradıkları zulme karşı tarih boyunca sessiz kalmışlardır.

Bu süreçte Türkiye’nin ABD’nin hamlesine karşılık olarak yapması gereken; tarihsel süreçte vatandaşlarının uğradığı tüm katliamlar için uluslararası arenada sesini daha gür bir şekilde çıkartmak, yasal yollara başvurmak ve haklılığını BM’ye tanıtıp dünya kamuoyuna ispat etmektir. Bu süreçte yurtdışında örgütlenen Türk sivil toplum örgütlerine, derneklerine ve akademisyenlere de önemli görevler düşmektedir.

Türk-Amerikan İlişkilerinde Bundan Sonraki Süreç Nasıl Olur?

Son dönemlerdeki ABD-Türkiye ilişkileri hiç olmadığı kadar ihtilaflı bir alana evrilmiştir. Rusya’dan  S-400 füzelerinin alınması, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması, herşeye rağmen Biden ve Erdoğan arasında gerçekleşen telefon konuşmasında Haziran ayında yapılacak olan NATO Zirvesi’nde tarafların birbirleri ile görüşme taahhüdü vermeleri, ikili ilişkilerin bir çırpıda koparılmak istenmediğini, stratejik ortaklıkların devam edilmesi yönünde adımlar atılmasının amaçlandığını göstermiştir. En azından, ABD, Türkiye ile köprüleri atmak istememektedir.

Realist perspektiften durum değerlendirmesi yaparsak; Türkiye’nin de ABD ile aniden ilişkileri sonlandıracağı pek ihtimal dâhilinde görülmemektedir. Uluslararası politikada dost-düşman kavramı, devletin o anki çıkarlarına göre belirlenir. Kabul etmek lazım ki, Türkiye’nin ABD ile ciddi ekonomik ve stratejik ortaklığı vardır. Özellikle portföy yatırımları konusunda ABD Türkiye için önemli bir yatırım gücüdür ve Türkiye’nin 5. büyük ticaret ortağıdır. Türk pazarında yatırım yapan onlarca Amerikan şirketi ve binlerce ABD’li iş adamının da varlığını düşünecek olursak, ABD ile köprülerin atılması bilhassa pandemi döneminde durgunlaşan ekonomimize daha çok zarar verebilir. Ayrıca Suriye sınırında ABD’nin PYD’ye verdiği destek,  Gülen Davası ve Halkbank Davası gibi konuların da Türkiye’nin aleyhine olabileceği varsayımı da hesaba katılmalıdır ve tepki verilirken itidalli davranılmalıdır. Bu süreçte ABD’ye verilebilecek en iyi ve rasyonel cevap, Türkiye içinde yaşayan alanında uzman tarihçiler, akademisyenler ve avukatlar arasından bir komisyon oluşturarak, belgeleriyle birlikte tarihsel süreçte uğradığımız tüm soykırımlar için uluslararası mahkemelere başvuru yapmak ve davamızı savunarak haklılığımızı BM nezdinde dünyaya kabul ettirmektir.

Dr. Eren Alper YILMAZ

 

[1] VOA (2021), “Biden 1915 Olayları İçin ”Soykırım” İfadesini Kullandı”, Erişim Adresi: https://www.amerikaninsesi.com/a/biden-ermeni-iddialari-icin-soykirim-dedi/5865357.html.

[2] Youtube (2021), “Türk-Amerikan ilişkilerinin bir geleceği var mı? Konuk: Abdullah Akyüz”, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=YqeY8CaZclE.

[3] Yusuf Halaçoğlu (2008), Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılık, s. 10.

[4] Halaçoğlu, a.g.e., s. 27.

[5] Arşiv Belgesi (COA, DH. ŞFR., 53/201).

[6] Halaçoğlu, a.g.e., ss. 43-44.

[7] Halaçoğlu, a.g.e., s. 19.

[8] İlber Ortaylı (2009). Tarihin Işığında, İstanbul: Profil Yayıncılık, ss. 110-111.

[9] Azmi Süslü (1990). Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektör!üğü Yayınları, ss. 100-101.

[10] R. Salahi Sonyel (1998), “Yunan ayaklanması günlerinde Mora’daki Türkler nasıl yok edildiler?”, Belleten, XII (233), ss. 113-114.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.